Sorun çözemeyen bir ülke: Türkiye

  • 11.01.2016 00:00

 Türkiye ilginç bir ülke ve kanımca en önemli özelliklerinden biri de uzun vadede sorunlarına kalıcı, sürdürülebilir çözümler üretememesi.

Ya sorunlar oldukları gibi kendilerini yeniden üreterek karşımızdalar ya da çözüldüğünü zannettiklerimiz bir süre sonra yine aynı görünümleriyle avdet ediyorlar. En azından yirmi küsur senedir köşe yazıları yazıyorum, bunlardan herhangi bir tarihlisini bugün, özel isimler ve tarihler hariç, aynen yayınlayın, kimse garipsemez zira konular, aynı konular hep karşımızdalar.

Daha önce de vurgulamıştım, 2016 senesindeyiz, mesela doksan sene geriye, 1926'ya gidin. Doksan sene bir toplum için az süre değildir aslında, gazetelerde Kürt meselesi var, Kürt isyanları var, Şeyh Sait var, laik devlet tartışmaları tavan yapmış durumda, takrir-i sükun var, kapatılan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası var.

90 sene sonra tartışmaların özünün pek de değişmediğini görüyoruz maalesef; o zaman İstiklal Mahkemeleri varmış, sonra “Sizi buraya tıkan irade öyle istiyor” diyen Yassıada geldi, şimdi de Sulh Ceza Hakimlikleri var. Bir toplumun Kürt meselesinde yani vatandaşlık anlayışında, din-devlet ilişkilerinde bu kadar çözümsüzlüğe mahkumiyeti ilginç bir konu olsa gerek.

Temel meselelerin doksan sene içinde önemli yapısal dönüşüme uğramamış olmasını ben eski bir yazımda antibiyogram yaptırmadan antibiyotik kullanmaya benzetmiştim, bugün de galiba yine aynı teşhisi getirebilirim. Ateşiniz yükseldiği zaman kullandığınız antibiyotik çare olmuyor ise o antibiyotiğin dozajını artırmanın bir faydası yoktur. Yapılması gereken iyi bir antibiyogram ile hangi antibiyotiğin faydalı, etkin olacağının saptanmasıdır. Bu son cümlede antibiyogram yerine demokrasi, antibiyotik yerine de kamu politikalarını koyabilirsiniz, ateşli hastalıklar yerine de Kürt meselesini, laiklik meselesini ve başkalarını. Türkiye ise ısrarla, ateşi düşürmeyen antibiyotiklerde ısrar ederek hem bünyeyi çok fazla yıpratmakta hem de meseleyi büyütmektedir. Oysa, her görüşün tartışılabildiği, zart zurt kırmızı çizgilerin çizilmediği bir siyasi ortamda bu sorunların çözüm yöntemlerine ulaşmak hiç de zor değildir. Doksan senede bir mesafe alınamamış ise bu durumdan benim çıkarabileceğim sonuç çözüm istemeyenlerin, başta da devlet ricali geliyor, çözümsüzlükten elde ettikleri siyasi, ekonomik ya da mevki rantlarının çözümün getirisinin, onlar için, çok önünde gittiğidir.

Türkiye,  “ çözümsüzlük rantı” na rehin!

Kürt meselesi yani vatandaşlık tanımı ve laiklik sorunu, ki o da özünde bir vatandaş-devlet ilişkisi tanımsızlığı ya da yanlış tanımlanmasıdır, doksan senedir çözülemeyen yegane sorunlar da değildir ama muhtemelen en önemlisidirler.

Türkiye hâlâ kalıcılığı konusunda itimat telkin eden bir anayasa yapamamıştır; 61, 82 anayasaları hep çok kısa vadede değişecekleri beklentisi yaratmış dolayısıyla da sistemik istikrar üretmekten uzak kalmışlardır. 82 Anayasası yerine de, büyük ihtiyaca rağmen, sistemik istikrar üretecek bir anayasa yapılacağı konusunda büyük tereddütler vardır. Türkiye, anayasa meselesini çözemeyen ve daha bir süre de çözemeyecek bir ülke görünümündedir.

Kürt ve laiklik meselelerinin özü hep sakat bir vatandaş-devlet ilişkisi tanımı kökenlidir. Geçmişte büyük sorunlar üretmiş bu tanım ya da yaklaşımın orta vadede de değişeceği hakkında beklentiler olumsuzdur. Türkiye, etnik ve dinsel konularda hukuk temelli bir vatandaşlık anlayışına geçmekten ve bu anlayışı anayasallaştırabilecek refleksi göstermekten aciz bir görünüm içindedir.  

Asker-sivil ilişkileri, en azından 1961 Anayasası'ndan günümüze çağ dışı bir hukuksal, kurumsal bir görüntü sergilemektedir. Bu alanda da çok konuşulmakta, tartışılmakta ama kalıcı çözümler üretilememektedir. Türkiye, MGK'sı ile, askeri yargıtayı ve askeri danıştayı (AYİM) ile, başbakana bile bağlı olmayan Genelkurmay Başkanlığı ile, denetimi özel yönetmeliklerle yapılan askeri harcamalarıyla sivil-asker ilişkilerinde senelerdir kurumsal, anayasal, hukuksal anlamda bir adım atamamaktadır. Askeri vesayetin geriletilmesi meselesi de facto değil, MGK'da sivillerin ve askerlerin karışık oturması ile değil, kurumsal, anayasal dönüşümlerle kanıtlanması gereken bir konudur.

Türkiye, Kıbrıs meselesini kırk küsur senedir bir çözüme ulaştıramamıştır. Bu alanda başkalarının da kabahatleri azımsanamaz ama bu konuda zarar gören taraf Türkiye olduğu için güçlü adım atmaya da en fazla ihtiyaç duyan taraf olmalıdır ama yukarıda özetle verdiğim “çözümsüzlük rantı-çözümün getirisi” denkleminde Türkiye, çözümsüzlük rantı tarafından rehin alınmış bir görüntü sergilemektedir.

90 sene sonra Türkiye...

Enflasyon meselesi bir ara geriler gibi durmuş ama kısa sürede de eski ihtişamıyla geri dönmüş bir temel meseledir. 2016'da iki haneli olma ihtimali azımsanmayan enflasyon oranı demokratik dünyanın en yüksek enflasyon oranıdır. İşin ilginç yanı da bu temel meseleye ilişkin bir teşhis problemi vardır. Merkez Bankası'nın yetkin isimleri enflasyon meselesini tarım fiyatlarına indirgemişler gibi durmaktadırlar.

Kişi başına gelir düzeyinde de şaşırtıcı bir olumsuz istikrar mevcuttur; orta ve uzun vadede Türkiye'de kişi başına reel gelir artışı küresel artış ortalamaların üzerine çıkamamaktadır.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Programı'nın her sene yayınladığı İnsani Kalkınmışlık Raporu'nda da Türkiye, arzulanan ilerlemeyi gerçekleştirememekte, sıralamada berbat bir yerden, bu sene yetmiş üçüncü sıradayız, kurtulamamaktadır.

Cumhuriyet tarihinin ilk önemli yolsuzluk davasının, bir kamu ihale davası, adı “Yavuz-Havuz” davasıdır ve 1925 tarihlidir; aradan tam doksan sene geçmişken biz hâlâ başka bir manada, yine kamu ihaleleri bağlamında havuz yolsuzluklarını konuşuyoruz. Hatta doksan senede çok geri de gittiğimizi söyleyebiliriz zira “Yavuz-Havuz” davasında yargılanan dönemin Bahriye Bakanı iki sene ağır hapse mahkûm olmuş iken, bugün tiksindirici yolsuzluk meseleleri adeta cezasızlık kapsamı ve koruması altına alınmış gibidir.

90'lı senelerde zirve yapan ama Cumhuriyet'in başlarında filizlenen faili meçhul cinayetler konusu yine arz-ı endam etmektedir. İnternet ortamından Hrant Dink ve Tahir Elçi cinayetlerini detaylı biçimde bir izleyin, arpa boyu mesafe alamadığımızı göreceksiniz.

90 sene sonra karşımızdaki Türkiye manzarası şöyle: 1925-26 ile 2016 arasında Kürt meselesinde mesafe alamamış, laiklik konusunu demokratik bir çerçeveye oturtamamış, yolsuzluk meselelerinde aynı yere takılmış, Kıbrıs meselesinde ilerleme sağlayamayan, enflasyon ile mücadelede havlu atmış, Genelkurmay Başkanı'nı her NATO ülkesinde olduğu ve olması gerektiği gibi Milli Savunma Bakanı'na bağlayamamış, insani kalkınmışlık sıralamasında hâlâ yetmişli sıralarda bir Türkiye.

Türkiye'nin neden sorunlarını çözemeyen bir ülke olduğu konusuna kafa yormamız lazım.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums