- 19.12.2019 00:00
Türkiye, mâlum, Suriye’de savaşıyor. Aslında o kadar da mâlum değil, zira savaş pek kimsenin umuru değil. 2015 sonrasında ülkenin Kürd-yoğun şehirleri yıkılırken de öyleydi.
Aslında savaş Türkiye’yi sadece kenetliyor, tek yumruk yapıveriyor. Karşı olanlar korkudan susmak zorunda, zira bu konuda konuşma yasağı var. Savaşa savaş demek yasak, ancak barış demek serbest. Oto sansür yaygın.
Ne ki, bu hastalıklı ruh hâli üstümüze yapışmış ahlaksızlığı silmiyor. Dünya üzerinde benzer durumlarda yani alenen haksız, savunma değil saldırı amaçlı savaşlara verilen toplumsal tepkilerden eser yok burada. Aksine ahali umumiyetle memnun…
Türkiye, dünyada kimseyi ikna edemediği “güvenlik endişesi” masalı ve bunun hukukî kılıfı olan “meşru müdafaa hakkı” uyarınca üç seferde komşusu Suriye’de toprak işgâl etti. Savaşı “zeytin dalı”, “barış pınarı” gibi hakaretamiz mecazlarla tanımladı. İktidarı, muhalefeti, ahalisi fetih türküleri söyledi.
Ana karnından yeni çıkmış bebenin minik elini tesadüfen kafasına götürmesini asker selâmına yordu. Savunma Bakanını karşılayan ortaokul talebesinin, millî maçta attığı golden sonra futbolcusunun hazırolda asker selâmı vermesine bayıldı. Ücret karşılığı ölmeyi de göze almış sözleşmeli askere gariban Mehmetçik muamelesi yaparak “ayağına taş değmesin” temennilerinde bulundu. Asker cenazelerine koşuşturdu. Kendi cebinden çıkan devasa askerî harcamalar bile umuru değil, “fetihten tasarruf olmaz” dercesine…
“Ayağına taş değmesin” denilenler ise girdikleri yerlerde taş taş üstünde bırakmamacasına şiddet uyguladılar, hâlen de uyguluyorlar. Şanlı TSK’nın “Suriye Ulusal Ordusu” nam 35.000 paralı askeri, en kirli işleri yapmakta beis görmedi. Hâlen de görmüyor. Bu başıbozuk birlikleri konusunda Elisabeth Tsurkov’un New York Review of Books’daki veri dolu makalesi okunmalı.
Bu arada, Suriye (ve Irak), Erdoğan’ın damadının ürettiği Silahlı İnsansız Hava Araçlarının test sahası hâline geldi. İnsanlı veya insansız ölüm makinaları ortalığı kasıp kavurdu.
İşgâl bölgelerinden gelen haberler son derece sınırlı, bağımsız habercilik eser miktarda zira haber yasak ve habercilik hayatî tehlike içeriyor. Buna rağmen yabancı ve yurtdışından yayın yapan basına epey haber ulaşıyor.
Suriye İnsan Hakları Gözlemevi, Kuzey Basın Ajansı, Amnesty International, Human Rights Watch, bir avuç Suriyeli ve yabancı gazeteci sayesinde TSK ve cihatçılarının işledikleri savaş suçları, etnik temizlik ve nüfus mühendisliğinin boyutlarından dünya haberdar oluyor. Ama Türkiye kamuoyu bunlardan azade; ne doğru dürüst haber alabiliyor, aldığı zaman da umuru olmuyor.
Özetleyecek olursak, üç işgâl harekâtı sonucunda çoğu Kürd yüzlerce Suriyeli öldürüldü, yaralananların sayısı belli değil. Kadın, çocuk, yaşlılar dâhil sivillere karşı, ölümle sonuçlanan alenî savaş suçları işlendi.
Son harekât esnasında insanlar üzerinde fosfor gazı kullanıldığı şüphesi memlekette haber dahî olmadı, araştırılması uluslararası planda engellendi.
Kürdler ve diğer unsurlar işgâl bölgelerinden kaçmak zorunda kaldılar veya sürüldüler. Sayıları yüzbinler mertebesinde. O bölgelerde kalanlar rehin alınma, fidye dâhil her türlü zorbalığa maruz. Bölge sakinlerinin evlerine barklarına el kondu. Başta zeytincilik olmak üzere geçim kaynakları talan edildi. Çalınan zeytin ve zeytinyağı Türkiye üzerinden Avrupa’da satılıyor.
İşgâl bölgesinde bulunan tarihî eserler talan edildi. Tıpkı Kıbrıs’ın kuzeyinde 1974’te yapıldığı gibi… Demir Çağı’ndan insanlığa miras 3000 yıllık Ayn Dara tapınağının yarısı önce TSK uçakları tarafından bombalanarak yıkıldı, ayakta kalan bölümündeki eserler ise haraç mezat satıldı.
Öncelikle Kürdlerden boşaltılan yerlere Türkiye’ye sadık oldukları varsayılan unsurlar yerleştirildi. Etnik temizlik, zoraki iskân ve nüfus mühendisliği kol kola ilerliyor.
İşgâl bölgelerine dört dörtlük müstemleke muamelesi yapılıyor. Türkiye tarafındaki mülkî idarelerin alt birimleri olarak kaymakamlıklar kuruluyor. Posta, emniyet, banka, üniversite dâhil eğitim hizmetleri bütün bölgelere dayatılmış durumda.
Her yerde Türk bayrağı asılı, okullarda çocuklara Türkçe öğretiliyor. Hâsılı işgâl bölgeleri alenen türkleştiriliyor.
Ve bugün Suriye’nin başına gelenlerin baş sorumlularından birinin açıkça Türkiye olduğu ve eğer Türkiye bu kadar müdahil olmasaydı Suriye’de çok daha az zayiat ve tahribat olurdu deniyor. Yani sorumluluk sadece ülkenin kuzeyindeki işgalle sınırlı değil.
Ankara rejiminin Suriye’ye açtığı savaş en başta rejimin tasarrufu, bu konuda şüphe yok. Ancak yerli ve millî muhalefetin canla başla savaşı desteklemesi ve halkın kahir ekseriyetinin savaşa ses çıkarmaması kolektif sorumsuzluk anlamına geliyor. Yüz yılı aşkın sorumsuzluk tarihimizin son icraatı…
Son tahlilde Türkiye savaşın ve işlenen suçların farkında olmak için herhangi bir çaba göstermek istemiyor. Sağdan sola, millî ve yerli iktidardan millî ve yerli muhalefete kadar bu böyle. Türkiye gündelik hayatını sürdürüyor.
Yorum Yap