- 25.06.2019 00:00
Nihayet 23 Haziran 2019’da, 2013’ten bu yana kaybeden rejim ve reis açısından ciddî bir kırılma gerçekleşti. Haysiyeti yıllardır ayaklar altına alınmış halk reisle rejimin ağzının payını verdi.
Yalnız kırılma sade rejim açısından değil, bir bakıma hazırlıksız muhalefet için de geçerli. Yegâne somut ortaklığı reis (rejim değil) karşıtlığı olan Türkiye’nin muhalefeti 2013’ten bu yana artan dozdaki zulüm ve tahakkümden çok bunalmıştı.
31 Mart seçiminin İstanbul’da yine hile hurdayla iptâliyle seçmen bilendi ve reisle rejim kalesinde kayda değer bir gedik açıldı. Bu gedik kalenin yıkılmasına yeter mi? Bundan sonra ne olabilir? Kısa ve daha uzun vadelere bakalım.
Kısa vadede hem belediye hem rejim için değişik senaryolar olduğu söyleniyor.
Ordu’daki atışma üzerinden, kanıtlara bakmaksızın İmamoğlu’ya alelacele dava açmak için adım atıldığı anlaşılıyor. Ordu Valisi’nin de İstanbul’a atanmasından bahsediliyor. Oy farkına bakınca İmamoğlu için yeni bir mağduriyet anlamına gelecek bu hamle yapılır mı bilinmez.
Ama AKP/MHP’nin İBB meclisiyle encümendeki sayısal üstünlüğü ve Ankara’nın elindeki baskın idarî vesayet mekanizmasını kullanarak zamana yayılacak bir engelleme, yıpratma, olanakları kısıtlama harekâtıyla havlu attırmak “soft” senaryo olarak hep bir yerde duracaktır.
Hedef her hâl ve kârda reisin namusu, rejimin de baş arpalığı anlamını taşıyan İstanbul’u bir biçimde teslim etmemek. Bakalım muradına erebilecek mi?
Muhterem Perşembe Japonya’da G-20 Zirvesi ile başlayacak olan ve beş-altı gün sürecek olan bir Uzakdoğu yolculuğuna çıkıyor. Ardından Güney Avrupa ve Balkanlar Zirvesi’ne katılacak.
Japonya’da Abe, Putin, Trump ve Beijing’de Xi Jinping ile görüşecek. Bu toplantılardan dışpolitika ve ekonomideki vahim gidişatla ilgili olumlu gelişme beklentisinde olacaktır. Bu toplantılara bakarak, dönüşte yapması beklenen parti içi ve rejim içi tadilatları şekillendirecektir.
Sözün özü ne içinde bulunduğumuz hafta ne de sonraki haftalar muhalif kitlenin devasa beklentilerini karşılamayabilir. Hazırlıklı olmak lâzım.
Yine de gerçek şu ki rejimin reisi bu önemli muharebede yenildi. Ama savaşı kaybetti mi, orası şimdilik kesin değil. Zira unutmayalım, 2013’ten bu yana muharebe üstüne muharebe kaybediyor ve her defasında bir manevrayla kurtuluyor. Bugünkü şartlar, özellikle ekonomi ve dışpolitikadaki fiyaskolar yüzünden aynı değil elbet, ve aleyhine. Ne ki elinde topladığı asker/polis ve enva-i çeşit milis gücünü küçümsememek lâzım. Dolayısıyla uzun vadede de işler berrak değil.
İster rejim cenahında ister muhalefette, herkesin herkesi kucaklamaktan yorgun düştüğü, Türkiye’nin kangrenli sorunlarından tamamen kopuk, siyaset dışı bir seçim kampanyası yaşandı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi seçimi veya bir yerel yönetim seçimi de değildi bu. Recep Tayyip Erdoğan için bir plebisit idi.
Bu bağlamda İstanbul yenilgisi Haziran 2023’e kadar seçim yaptırmayacağının garantisi gibi duruyor, nevzuhur Fuat Avnilerin iddia ettiği gibi seçim yaptırmak zorunda kalacağının değil. Nitekim seçim sonrası ilk mesajı “2023 hedefleri” idi. Üstelik erken seçim denince hep 2023’ü işaret eden CHP yönetimi bugün Faik Öztrak’ın ağzından bu duruşunu yinelemişken…
Mim koyalım, reis kendini Mursi ile özdeşleştirmiş durumda. Ayrıca ayyuka çıkmış hukukdışılık ve sayısız kanunsuz işin altında imzası olduğu için ölene kadar iktidarda kalmaya mecbur. Peşinden sürüklediği ya da peşine takılmış kitlelerden sıyrılamayacağı için de mecbur. Bir bakıma kendi kendinin tutsağı. Başına gelecekleri de biliyor. Hem rejim içinden, hem muhalefetten, hem yurtdışından gelen “miadı doldu” lakırdıları genel seçime değil sertliğe işaret ediyor. Ölüm korkusuyla karar alıp talimat verecek artık. Gittiği yere kadar.
Diğer taraftan 23 Haziran’da Türk Tipi Başkanlık Sisteminin, bilen bilmeyen her vatandaşın öngördüğü çöküşü tescillendi. Reis ve etrafındaki korkunç koalisyon bundan ne ders çıkartır belli değil. Geçen yıl 24 Haziran seçimi sırasında AKP kurucusu şimdi CHP vekili Abdüllatif Şener’in “Devlet Erdoğansız bir seçeneği hasretle bekliyor” ikazı gerçekleşebilir mi? Bu ikame ile daha sert bir rejimle yaşamak zorunda kalır mıyız?
Kampanyanın ve seçimin sıradışılığı uzun vadede muhalefetin bir ortak politika zemininde yürüyemeyecek olmasının da göstergesi. Ekrem İmamoğlu’nun İstanbul İttifakını İBB Başkanı sıfatıyla Demokrasi İttifakına dönüştürmesi ve ittifakı ulusal zemine çekip taşları yerinden oynatması pek mümkün görünmüyor.
Zira yerli ve millî muhalefetin, majestelerinin muhalefeti olmaktan çıkabilmesi çok zor görünüyor. Cephelerin, ittifakların, koalisyonların kilit taşı Kürd meselesidir. Kürd meselesi konusunda olumlu hiçbir tasarrufu olamayacak İYİP, SP, DSP bileşenlerini kenara koyarsak, CHP’nin dostlar alışverişte görsün misâli Kürdsever mesajlarının ne parti yönetiminde ne de tabanda herhangi bir karşılığı var.
“Demirtaş neden hapiste” sorusunu soracak kadar kendini bilmeyen bir Kılıçdaroğlu’nun başında bulunduğu yeni “kurtarıcımız” CHP’den söz ediyoruz. Gülen Cemaatiyle elele 2013-14 Barış Sürecini sabote eden CHP’den söz ediyoruz. Bol keseden kucaklayan ama Demirtaş’a teşekkür edemeyen ve vatan ile milletin bölünmez bütünlüğünden dem vuran Ekrem Başkanın çok farklı bir yerde durduğunu söylemek için bir işaret yok.
Gündelik, taktik ittifakların kalıcı olamayacağının farkında olanlardan Adnan Çelik Yeni Yaşam Gazetesi’nde Üçüncü Yol başlıklı yazısında hatırlatıyor:
“Bu anlamda sayın Öcalan’ın HDP’ye yönelik Üçüncü Yol stratejisinde ısrar çağrısı, seçimde AKP’ye kaybettirme taktiğinin doğruluğunu sorgulamaktan ziyade gerçek bir müttefiklik durumunun oluşmadığı -ve kısa vadede oluşmayacağı - CHP’ye seçim taktiği gereği verilen desteğe yüklenen anlamla ilgilidir. Bu anlamda çağrı aslında, seçim sonucu ne olursa olsun, HDP’nin 24 Haziran sabahına uyanacağımız gerçeğini gözeterek gündelik siyaset içinde boğulmadan, kendi kurucu felsefesini ve karşı hegemonik blok iddiasının tarihsel doğrultusunu yitirmeden mücadeleyi sürdürme çağrısıdır.”
Öcalan’ın mektubu seçim öncesi zamansızdı ama anlamsız değildi. 23 Haziran seçiminden bağımsız okuyunca ortaya neredeyse unuttuğumuz başka bir gerçek çıkıyor. HDP seçmeni Kürdler o kadar çok işi bir arada yapıyor ki. İstanbul seçimi ve 31 Mart’ta muhalefete geçen diğer belediyeler vasıtasıyla rejim kalesinde gedikler açmaya büyük katkıda bulunuyorlar.
Totaliter rejime, seçimden seçime oy kullanmaya giden geveze ama avare muhalefetten farklı olarak tek başlarına ve korkunç bedeller ödeyerek direniyorlar. Bu devasa işlere ilâveten kendi siyasî gündemlerini diri tutmaya çalışıyorlar.
Selâhattin Demirtaş’ın temsil ettiği tavizsiz çizgi, rejimin meşruiyetini sorguluyor; üstü örtülmüş şaibeli ve hukukdışı işlerin hiçbirini, misâlen karanlık 15 Temmuz darbesini ve KHK’lıların çektiği zulmü unutmuyor; dışpolitika maceralarını reddediyor. Var mı diğer muhaliflerin benzer politikaları?
Dış politikada rejimden rejimciler. Örneğin seçim yapılınca ve de muhalefetçe kazanılınca “demokrasi geri geldi” çığlıkları atanlar, Türkiye’ye silâh satmaya devam edebilmek için “demokrasi” lafının üstüne atlayan Batılı tüccarlara karşı “ama daha fazla Kürd öldürülmemesi için silâh satılmasın” diyebilecekler mi?
Bu muhaliflerin şaibeli işler de umurlarında değil, Yenikapı ruhundalar hâlen. Ve en vahimi ucube rejimin meşruiyetini reddetmiyorlar.
Bırakın kapsamlı bir çözümü, CHP’nin, yakıp yıkılan Kürd illeri, bodrumlarda yakılan çocuklar için bir duygudaşlıkta bulunduğunu, 2016’da yayımladıkları birer Cizre ile Sur raporu dışında gördük mü? Ve farz edelim ki ufukta bir çözüm şekilleniyor, Kürd Siyasî Hareketinin iki olmazsa olmaz ilkesi, Kürdce tedrisat ve bölgesel ademimerkeziyet ilkelerinde CHP/İYİP/SP/DSP rejimin arkasında saf tutmuş vaziyette değil mi?
Rejim bir gün illâki çökecek. Bu, muhalefetin taktik ve stratejilerinden ziyade kendi yaptığı hatâlar sayesinde olacak. Yerine “demokrasibarışözgürlük” ve “herşeyçokgüzelolacak” geleceğinin ise ne yazık ki pek bir garantisi yok.
Yorum Yap