- 6.02.2018 00:00
“Mütecaviz kitle çabucak ulaşılabilecek bir hedefe dayanır. Hedef bilinir, açıkça tanımlanmıştır ve üstelik yakındır da. Bu kitle öldürmeye çıkmıştır ve kimi öldürmek istediğini bilir. Bu hedefe kendine özgü bir kararlılıkla yönelir ve bu yolda aklını çelecek bir şey yoktur. Hedefin beyan edilmesi, yok edilecek olanın kim olduğunun duyulması kitleyi oluşturmaya yeter. Öldürme hedefine kitlenme, istisnaî ve önü alınamaz bir yoğunlaşma türüdür. Herkes hadisede yer almak ister, herkes bir darbe vurur ve bunu yapmak için kurbana olabildiğince yakınlaşmak amacıyla diğerlerini iter. Kurbana kendisi vuramasa da, diğerlerinin ona vurduğunu görmek ister. Her kol sanki hepsi tek bir kolmuş ve aynı yaratığa aitmişçesine havaya kalkar. Ancak en çok, vurma işini gerçekten yapan kolların değeri vardır. Hedef aynı zamanda en yüksek yoğunluk noktasını oluşturur. Katılan herkesin eylemlerinin birleştiği yerdir. Hedef ve yoğunluk örtüşmüştür.”
Elias Canetti 'Kitle ve İktidar' (Ayrıntı Yayınları, 1998) kitabında yazar bunları. (s.49 Mütecaviz Kitleler; 'mütecaviz kitle' Almanca Hetzmassen, İngilizce baiting: Kan kokusuyla tahrik olup saldıran kitle anlamında kullanılıyor)
Afrin Seferi ikinci haftasını tamamladı. Savaş tamtamlarının şamatası gün geçtikçe artıyor zira mıntıkada gözle görülür bir ilerleme yok.
Türkiye’nin devleti tek yumruk, “kan medyası” da tek yürek olmuş kendilerine ve halka gaz veriyorlar mütemadiyen.
İçeride durum daha farklı değil, zaten savaşa muhalif olanlara yapılanlara medya “Afrin operasyonu” diyor. Bir nevî “İç Afrin Seferi”.
Dışarıda yağan bombalara içeride linç kampanyaları ve gözaltılar eşlik ediyor. Ne ki o halk bu gazı almaya çoktan hazır. Fazlasını istiyor. Savaşa destek oranları göğüs kabartıcı; asgarî yüzde 70, yüzde 80’lere kadar çıkıyor kimi zaman.
Kanla kudurmuşundan “gınalı guzu Memedim” masalı anlatan utangaç destekçisine, muhafazakârından ilericisine, sağcısından solcusuna, Sünnîsinden Alevîsine, işçisinden işverenine, kadın-erkek, genç-yaşlı Türkiye Afrin’le yatıp Afrin’le karın doyuruyor.
Mütecaviz kitle davranışlarına devamla şöyle der Canetti:
“Günümüzde herkes, gazeteler aracılığıyla kamuya açık idamlarda yer almaktadır. Ancak, başka her şey gibi, bu da eskiden olduğundan daha rahattır. Güven içinde evde oturur ve yüzlerce ayrıntının içinden bize özel bir heyecan verenleri seçip dikkatimizi onlara yöneltebiliriz. Her şey bittikten sonra yalnızca onaylarız ve keyfimizi kaçıracak hiçbir suçluluk duygusu hissetmeyiz. Ne verilen idam hükmünden, ne idamı bildiren gazetecilerden, ne de bunu basan gazetelerden sorumluyuzdur. Yine de, bu olay hakkında, olayı görebilmek için kilometrelerce yürüyüp saatlerce ayakta bekleyen ve sonunda çok az bir şey görebilen atalarımızdan daha çok bilgi sahibi oluruz. Gazete okurları arasında, mütecaviz kitlenin daha yumuşatılmış, olaylardan uzaklığı nedeniyle daha sorumsuz bir biçimi varlığını sürdürmektedir. Bunun mütecaviz kitlenin en aşağılık, ama aynı zamanda da en dayanıklı biçimi olduğu söylenebilir. Bu kitle, toplanmasına bile gerek olmadığından dağılma tehlikesinden uzaktır; değişiklik gereksinimi gazetelerin her gün yeniden çıkmasıyla karşılanır.”
Afrin’den yayılan kan kokusu kitlenin meydanlarda biriktirdiği idam böğürtülerine iyi geliyor. Ölüm dansı yapıyor Türkiye!
Bu hastalıklı ruh ve şuuru sadece rejimin yüz kızartıcı propagandası ve medyanın tiksindirici işgüzarlığıyla izah etmek mümkün mü?
Bütün savaşan devletler veya devlet dışı gruplar kamuoylarını yönlendirmeye çalışır; ne var ki bizdeki kadar güdülmeye hazırı yok.
Bu neden böyle?
Neden Nâzım’ın korkunç karanlığın içindeki kabahatli akreplerinden burada çok ama çok var?
Savaşta ölmeyi göze almayan savaşseverin aklına neden vicdanî ret gelmez de sahtekârlık nişanesi “bedelli” gelir bu memlekette?
Savaş sürerken neden daha coşkulu daha davullu daha zurnalı asker uğurlaması yapılır?
Neden siviller devamlı gönüllü asker olmak ister?
Savaşa karşı olan neden derhal linç edilir?
Bu hastalıklı ruh ve şuuru çok eskilere giden savaş ve yıkım hafızasıyla açıklamak bir nebze mümkün. Türkiye, Avrupa’da olduğu gibi bugünkü toprağında büyük savaş felaketi yaşamadı, ikinci savaşa girmedi, kendini korudu. Savaşı pek hatırlamaz. Bu toprakların savaş hafızası epey eskilere gidiyor. Savaş yaşanan toprakların büyük bölümü artık başka ülkelerde, bu topraklarda yaşanan savaşların zayiatı ise asla Avrupa’daki kadar değil.
Ama bu izah bir yere kadar geçerli. Zira mümtaz karşı örnekler var.
Misalen en son 1814’te savaşmış İsveç.
Bunu, “bizim mahalle kötü ama” diyerek reddetmek mümkün değil. Zira İsveç’in mahallesinde Rusya var ve bizim mahallenin bu hâlde olmasının ana nedeni burası.
Unutmayalım, Afrin ve daha önce Türkiye’nin Kürt kentlerindeki yıkım ve katliam nedeniyle Kürt düşmanlığı çok belirgin olsa da mütecaviz kitle Kürt düşmanlığıyla sınırlı değil. Yunanistan, Ermenistan, İran, Irak bütün mahalle ve elbet içerideki mahalleler de alır nasibini bu mütecavizlikten.
Dört bir yanında düşman gören, herkese, yaşadığı toprağa düşman ve sonuçta kendine düşman bir kitleyi barındırır burası.
Hafızasından silindiklerini zannettiği korkunç etnik temizliklerin hayaletiyle cebelleşen…
Gayrimüslimlerin, Alevîlerin ve daha yakında Kürtlerin maruz kaldığı tarifsiz adaletsizlikler, yerde kalmış kanlar ve azap içinde Anadolu’nun üzerinde dolaşan ruhlarla hesaplaşamamış...
Şiddetin, savaşın esiri olmaya devam edecek olan...
Yorum Yap