- 24.10.2014 00:00
Bir kenara yazın, marta kadar barış geliyor, yüz yetmiş yıllık sorun külliyen halloluyor! Ama daha oraya gelmeden bugüne bakalım. 13 Ekim’de Baluken kendilerine altı maddelik bir yol haritası verildiğini açıklıyor. Haritayı Kürt yöneticiler inceleyecek ve geçen salı görüş beyan edecekler. Salıdan önceki pazar, âkil toplantısında hükümet, bir âkilin aktardığına göre “yol haritası eylülde paylaşıldı ve hem Öcalan hem Kandilin oluru alındı” diyor. Son dakikada Başbakan, “Kürtlere güvenilmez” diye düşünse gerek, hükümetçe hazırlanan ve Kürt tarafından kabul gören haritayı uygulamaya sokmadan “ama yaramazlık yok haa” diyor, Kürt tarafı da “yok valla” diyor. Sonra olan oluyor, aybaşındaki Kobani protestolarını görünce Başbakan da uygulamadan vazgeçiyor. Nasıl masal? Böylesine hayatî bir meselede hükümetin hafifliğine bakar mısınız? Çünkü ortada sürecin adından başka bir şey yok.
Adında “çözüm” olan süreç, faşistleşmeye koşut olarak cereyan etmesinden geçtim, Meclis’in dahi bilgilendirilmediği, tamamen Erdoğan’ın devlet başkanlığı muradı ve Öcalan’ın haklı özgürlük beklentisiyle şekillenen, Kürt siyasetçilerin dahi üzerinde hemfikir olmadığı bir farsa dönüşmüş durumda. Çarşamba Selahattin Demirtaş Al JazeeraTürkçe’ye “Yol haritası ne benimle paylaşıldı ne de heyetle” diyor, akşamına Sırrı Süreyya Önder CNN Türk’te yol haritası ve martta bitecek olan süreci anlatıyor!
Şimdi anlaşıldı mı bu tip çatışma çözümlerinde olan biteni izleyecek bir üçüncü tarafa olan ihtiyaç? Bu “tarafsız taraf” başarılı örneklerde görüldüğü gibi ve kimi âkilin beklentisinin aksine diğer iki taraftan olmaz. Taraflara olabildiğince yabancı gözlemcilerden oluşur.
GÜNCEL FELSEFE
Kötü, zorba, ceberut, tiran hep vardı. Onlar üzerine düşünenler de. 2400 yıl önce Eflatunmisâlen!
“Zenginler kaygısızca yaşarlar, çünkü devlet korur onları...” (578 d)
“Elliden fazla kölesi olan bir zengini Tanrılardan biri kaldırdı, çoluğu çocuğu, malı mülkü, köleleriyle birlikte ıssız bir yere koydu diyelim. Hiçbir hür insandan yardım göremeyecek olan bu adamın her an ne korkular, ne kâbuslar içinde yaşayacağını düşün. Köleleri kendini, çoluğunu çocuğunu ha öldürdü, ha öldürecek diye korkudan bazı kölelerine yaranmak, türlü sözler vermek, gereğinde azat etmek, kısacası kölelerin dalkavuğu olmak zorunda kalmaz mı?” (578 e)
“Zorbanın berbattır hâli, dört bir yanı düşman gözlerle çevrilidir.” (579 b)
“İnsan ne kadar zorbaysa o kadar da köledir.En kötü insanlara yaranmak isteyen, aşağının bayağısı, kötünün kötüsü olmaz mı? Bu kötülüklere bir de başa geçince içinde büsbütün gelişen kötülükleri, kıskançlığı, ikiyüzlülüğü, haksızlığı, dostsuzluğu, imansızlığı, besleyip büyüttüğü daha nice illetleri ekle. Bütün bunlar yüzünden zorba, insanların en mutsuzu olmaz ve yanına yaklaşanları da mutsuz etmez mi?” (580 a) Devlet, 9. Kitap, çev. Sabahattin Eyüboğlu ve Mehmet Ali Cimcoz İstanbul 1988, Remzi)
YARIN 500. BULUŞMA
Yeri kana, göğü feryada doymayan bu diyarda, 499 haftadır İstanbul’un en işlek yerinde Cumartesi Meydanı’nda oturuyorlar. Aslında oturmaya, bundan 1013 hafta önce 27 Mayıs 1995’te başladılar. Devletin gözaltında kaybetme politikasıyla yönetildiği günlerdi. Başlangıçta beş altı kayıp yakınıydılar. Umutsuzluklarını, yaşadıkları belirsizlikleri biraraya gelerek, paylaşarak mücadeleye dönüştürdüler. Çoğaldılar, zira çoktular. Talepleri çok netti: Bir daha kimse gözaltında kaybolmasın; kayıpların akıbeti açıklansın; kaybedenler yargılansın. Cumartesi 500 haftadır oturuyor olacaklar. 500 haftadır kayıplarını arıyor, 500 haftadır adalet arıyor olacaklar. Aslında 500 haftadır bizi arıyor, bizi soruyorlar. Elimizde bir dal kırmızı karanfille, saat 12:00’de yanlarında durabilelim hiç değilse. Seslerini çoğaltalım. Bu cumartesi ve her cumartesi...
cengizaktar@gmail.com
Twitter@AktarCengiz
Yorum Yap