Tüketim Toplumu, Din ve Koronavirüs

  • 21.03.2020 00:00

 “Tüketim toplumu” kavramı 1970’lerde kullanılmaya başlamıştır ve merkezinde tüketimin olduğu toplum modellerini ifade etmek için kullanılmaktadır. Elbette 70’lerde kullanılmaya başlaması, kapitalizm ve bu dönemden itibaren ivme kazanan küreselleşme ile alakalıdır. Küreselleşme, Batı merkezli olsa da, Batı’nın arzusu gereği Batı’dan Doğu’ya doğru yaygınlaşmıştır.


Tüketim toplumunun en önemli özelliği her tür değeri metalaştırmasıdır. Metalaşan değerler, insanın kendisini kemale erdirmesi, kendisini gerçekleştirmesi önündeki en büyük engellerden biridir ve daha fazla kâr etme üzerine kuruludur. Ayrıca insanları tek tipleştirir, reklam sektörünün de yardımıyla insanların ihtiyacı olmayan şeylerin bile ihtiyacıymış gibi düşünmesini, davranmasını sağlar. İşte bunun sonucunda oluşan tüketim çılgınlığı, toplumları da tüketim toplumu haline getirmektedir.

Sekülerleşme/dünyevileşme kavramını din sosyolojisi içerisinde inceleyen Weber’e göre; rasyonelleşme ile normalde açıklanamayacak şeyler açıklanmaya başlayacak ve din gibi metafizik, büyülü, açıklanmaya çalışılan bir olgu da açıklanacak, bunun sonucunda da dinin birey ve toplum üzerindeki etkisi azalacaktır.

Türkiye örneğinde, sekülerleşme, tüketim toplumu ve dindarlık olgularına baktığımızda, Türkiye’nin tüketim toplumu olmaya başladığı dönem aynı zamanda ülkedeki dindar bireylerin de zenginleşmeye başladığı dönemdir. MÜSİAD’ın kurulması bu anlamda bir örnek teşkil edebilir. Ancak zenginleşme, sekülerleşme, rasyonelleşme, tüketim toplumu olma gibi paralel ilerleyen süreçler sonunda manevi boyutlarını bilemesek de maddi boyutlarda, yani dindarlığın görünen ibadet boyutunda bir azalma olmamış hatta artış olmuştur. Örneğin, Umre yapma sayıları oldukça artmıştır.

Ancak burada mesele Umre ziyaretleri sayısının artması ile dindarlığın manevi boyutunun artması değildir. Aynı zamanda bu durumu etkileyen başka faktörler de vardır. Ancak şunu belirtmek gerekir ki Umre ziyareti sayısının atması bir dindarlık örneği olmaktan çok Umre gibi bir ibadetin tüketim toplumu haline gelmiş Müslüman çoğunluğun yaşadığı bir ülkede tüketim çılgınlığının bir parçası olması, ibadetlerin metalaşması durumudur. Durup, üzerinde düşünmemiz gereken şey budur…

Yukarıdaki ifadelerimdeki maksat bana ait olmakla birlikte, alıntıların bir kısmı, İstanbul İlahiyat Fakültesi’nde kendisinden ders aldığım İsmail Demirezen hocamın “Tüketim Toplumu ve Din” kitabından alıntıdır. Bugün, korona virüs sonrası yıllar önce okuduğum bu kitabı hatırlamış olmam da sanıyorum rastgele bir durum değildir.

Korona virüs konusunda Türkiye’de bir vaka olduğu açıklandığından bu yana virüsle mücadele yöntemleri, market raflarını boşaltma, stok yapma, tüketiciye almaya mecbur kaldığı ürünleri yüksek fiyattan satma çılgınlığının içindeyiz.

Tabi bir yandan da virüsün Allah’ın insanlara uyarı yahut yaptıkları kötü fiillerin karşılığı olarak gönderdiğini düşünenlerin yorumlarını okuyoruz.

Virüsün bizleri korkutma nedeni hiç şüphesiz ölüm. Şakası yok, yayılma oranları korkutucu, hassas ve zayıf bünyelerde öldürücü… Elbette herkes cennete gitmek istiyor ancak kimse de pek ölmek istemiyor. Dolayısıyla el dezenfektanları, maskeler, eldivenler, kolonyalar tükeniyor…

Şu hengamede virüsün bize hatırlattığı ölümden kaçmanın yollarını ararken, virüse hazırlanırken olası tehlike karşısında ahrete hazırlanmak sanıyorum pek kimsenin aklına gelmiyor.

Korona virüsten öyle hızlı kaçıyoruz ki, alınması gereken önlemleri mutedil şekilde uygulamak yerine, o panik haliyle ihtiyacımız olmayanı alıyoruz, stokluyoruz, biriktiriyoruz… Diğer yandan yüksek fiyat artışı ile insanları dolandırmaya kalkıyoruz, virüsten korkuyoruz ancak olur da virüse karşı yenilirsek Allah’a ne hesap vereceğimizi hiç düşünmüyoruz.

Bu virüs belki atlatılacak ama aynı zamanda şu ihtimaller de var: Belki yüreğimizi yakacak şekilde bir yakınımızı ya da bizzat kendimizi hedef alacak. Yani bir anlamda “ölüm hemen yanı başınızda” diyen bir virüsle karşı karşıyayız. İyi de ölüme bu kadar yakınken, nasıl oluyor da hiç ölmeyecek gibi davranabiliyoruz? Oysa ölüm, kendisinden kaçma hazırlığı kadar kendisine yakalanma ihtimali de taşıyor ki bugün olmasa yarın hepimiz yolun sonunu göreceğiz… Buna rağmen niye?

Tüketim toplumu olmak ve dindarlık arasında bir korelasyon var mı, yok mu tartışılabilir. Ancak ölümle burun buruna gelme olasılığı olan insanların hiç ölmeyecekmiş gibi dünya hırsı içerisinde olduğu tartışılmaz bir gerçek.

Korona virüs meselesinde, uzmanlara, önlemlere, market raflarına bakarken, kısmen tedirginlik yaşarken, insanların karantina halinde ölümü bekleyen halini düşünüp derinden üzülürken bir yandan da toplum olarak ne kadar sekülerleştiğimizi, tüm planlarımızın dünya üzerine kurulu olduğunu düşündüm.

Elbette kanlı canlı hayatta olan insanların, her an ölecekmiş gibi ölümü düşünmesi, ölümü hatırlaması pek mümkün değil. Hatta ölümü unutmak için belki de en önemli değerlerimizi metalaştıracak kadar tüketime dalıyoruz, bu yazıyı yazan da okuyan da pek farklı değil ancak öldürücü virüsün bile bize ölümü hatırlatmadığı bir hengame içerisinde hazır hatırlamışken, hatırlamayı da görev bildim. Sizi belki virüsten korumaz ama emin olun kolonya ya da tuvalet kağıdı stoğundan daha fazla garantiye alır.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums