- 22.04.2017 00:00
OHAL koşullarında aceleyle bir anayasa paketini geçirmeye çalışanların paketin içeriğine çok güvenmedikleri çok açıktı.
İleride bu günlerin siyasi tarihini yazacak olanlar, bu pakete inanmadıkları halde inanıyor gibi yapan insanların tuhaflığından bahsedecek.
“Milletini çok sevenlerin” böyle bir paketle Milleti karpuz gibi ikiye bölmeleri de elbette olumlu bir şekilde anılmayacak…
“Evet”çi stratejistlerin gözlerindeki paniği çok çabuk algıladık. Kampanyalarının bir doğrultusu yoktu. Sert gittiler, yumuşağa döner gibi yaptılar, tekrar sert gittiler…
Önce “Paket’e boş ver, halk anlamaz, Erdoğan sevgisine, istikrar korkusuna abanalım” dediler. Sonra “Hayır”cıların Paket’in içeriğinden yola çıkarak “hakikate” seslenmeyi başardıklarını görünce, “Biz de Paket’i konuşalım” dediler.
Ardından tüm Türkiye’de bir propaganda bombardımanı başladı:
“Sıkıyönetimin kalkacağından” , “tek yasama kaynağının Meclis olacağından” ve daha da tuhafı, gözümüzün içine baka baka, “yargının tarafsız olacağından” bahseden bir hakikat bükücülüğü.
Bu da bizi “Hayır”cıların en önemli kazanımlarından birisine getiriyor: Bu ülkede(siyasi) hakikati savunmanın karşılığı hala var ve bunu bıkıp usanmadan yapmaktan başka çaremiz yok.
İkinci kazanımız Gezi’den beri reel siyasete etki etme yollarını arayan sivil aktivizm. Bu aktivistlerin çoğunluğu, “az konuş, somut iş yap” kültürüne yatkınlar. Çoğunluğu CHP ve HDP arasındaki salınımlı bölgedeler ve iki parti de bu kesimi kazanamıyor, belki de hiç kazanamayacak.
Sivil aktivistler, İslami kesimden ve merkez sağ gelenekten gelenlerle ortak iş yapmayı da çabuk öğrendiler.
Türkiye otoriterleşme cenderesinden kurtulacaksa, bu demokratların ortak paydalarını öne çıkarabilmeleri ve iktidar blokundan parça koparabilmeleriyle mümkün olacak.
Bugün bu ihtimale düne göre çok daha yakınız.
AK Parti yaptığı olağanüstü yanlış tercihlerle kendisini tarih dışına doğru itmeye kararlı görünüyor. Toplum başka bir seçenek üretecek dinamizmde olduğunu açık biçimde gösterdi.
Her şeye rağmen bunu gösterebildi.
MHP ve AK Parti işbirliğini kotaranların 16 Nisan Referandumunu da aşan bir ana stratejileri vardı. “Yüzde 65 sağ, yüzde 35 sol” bölünmesine oturan bir yarılmayla her seçimi çantada keklik olarak görme hayaline kapıldılar.
Bu tehlikeli bir oyundu çünkü ülkeyi özünde kültürel olan bir bölünmeyle seçimlerin bir anlam taşımayacağı bir kimlik yarılmasına itmeyi, yani ateşle oynamayı göze almıştı.
Referandumun en büyük kazanımlarından birisi, yarı yarıya oy oranları ortaya çıkmasıdır. Bu da siyasetin önünü kültürle tıkama arayışını zora sokmuştur.
Kısacası bu toplum, yüzde 65 “sağ”, yüzde 35 “sol” eksenli kültürel yarılma tuzağına düşmemeyi becerdi.
Bunun ne kadar kıymetli bir kazanım olduğunu zamanla daha iyi kavrayacağımızı düşünüyorum.
Elbette bununla ilişkili bir kazanım da büyük kentler dinamiğinin hayır lehine oluşmasıdır. Piyasayla bağları daha yoğun ve eğitimli kesimleri barındıran bu dinamik, ekonomiye öncelik vermeyen, dış politikada fazlasıyla kavgacı olan tarzı mahkûm etmiştir.
Bu dinamiği yok sayan siyaset tökezler.
Büyük kentlerde, tam turizm sezonu başlarken yapay biçimlerde kabartılan Almanya ve Hollanda krizlerinin ekonomik maliyetinin ne olduğunun gayet iyi anlaşıldığı görülüyor.
Önce ekonomi diyen yumuşak bir tarza dönülmemesi ve mevcut tarzda ısrar edilmesi durumunda büyük kent dinamiğinin başka arayışlara yönelmesi hızlanabilir.
İPSOS verilerine göre ilk defa oy veren gençlerin yüzde 58’inin “Hayır” dediği tahmin edilmekte. Büyük kent dinamiğiyle beraber gençlik içerisinde de irtifa kaybeden bir partiyi bekleyen riskleri tahmin etmek zor değil.
Olumlu sayılabilecek unsurlardan birisi de olanca baskıya karşın HDP’nin çökertilememiş olmasıdır. Bugün bir genel seçim olsa, HDP’nin barajı geçme ihtimali MHP’den daha yüksektir.
Burada aslında AK Parti açısından da bir ders söz konusu: MHP, AK Parti ittifakıyla gidilecek yol, “Eski Türkiye’dir.” Toplum bu tersine gidişatı sezmeye başladı ve kabullenmeyeceğini gösterdi, gösterebildiği kadar.
Toplumun ekseriyeti, siyasette ve hayatta normalleşmeyi sağlayacak, iktisadi büyüme ve bölüşümü öne çıkaracak, dış politikada hamaset yerine aklı koyacak demokratik bir tarza son derece açıktır.
Bu seçenekleri üretenler ve bunları ıskalayanlar arasındaki mücadeleyi birincilerin kazanacağına inanmamız için pek çok sebep söz konusu.
Kısacası uzun yol koşucusunun muhtaç olduğu iyimserlik, “hakiki” hayatta mevcut bir altın damarı olarak ortadadır ve işlenmeyi beklemektedir…
Yorum Yap