- 28.07.2015 00:00
Geçici AK Parti Hükümeti, Suruç katliamından sonra oldukça kapsamlı bir hamle başlatmış görünüyor. Geçici bir hükümetin önümüzdeki on yıla damgasını vurabilecek önemde makro siyasetleri devreye sokması, doğru değildir.
Çok geniş bir siyasal mutabakatla ve sivil siyaset erbabıyla alınması gereken kararların, MGK’de belirlenmesi, demokrasi açısından her zaman sorunluydu. Orada “seçilmiş seçkinlerin”, “seçilmemiş seçkinlerle” memleket kaderini etkileyecek meseleleri tartışmaları dahi bana tuhaf geliyor.
Buna bir de iyice planlanmamış, duygusal yanı ağır basan uygulamalarla muhtemel bir koalisyonun veya başka hükümet seçeneklerinin hareket alanlarının daraltılması gibi başka bir mesele daha eklenmiş durumda.
AK Parti’nin “bütün musibetler bir sepete” politikasının çok iyi düşünülmüş bir strateji olduğunu hiç sanmıyorum. Reaksiyoner ve duygusal yönü ağır basan hatalı bir tercih yapılmıştır. Bu hareket tarzının psikolojik izahı ne olabilir?
Bana göre sadece İslamcılara “savaşa açmış olma” görüntüsünü vermemek adına böyle bir hareket tarzı seçilmiştir. AK Parti’nin İslamcı dinamiklerle kurduğu ilişkinin doğası anlaşılmadan, bu tercih de anlaşılamaz.
Devletler, ergen çocuklara benzerler. Çok ölümcül hatalar yapabilirler. Onların hatalarını savunacak, meşrulaştıracak, bu hatalara kılıf uyduracak çok sayıda unsur mevcuttur. Geçimlerini, güçlerini devletlerinin tercihlerine güzelleme üzerine kurmuş çevreler sadece Türkiye’de yok.
İşte bu stratejist zevatın minare kılıfçılığına rağmen, en stratejik duruşun aslında barışı savunmak olduğunu ısrarla vurgulamamız gerekiyor. Bu sadece soyut bir barışçılık değildir. Onun ötesinde bugünün Türkiye’sinde barışı savunmak, somut getirileri çok net bir duruştur. Aksi çılgınlıktır.
Türkiye, böyle bir ortamda PKK’yla yeniden ve topyekûn savaşa girmemeli. Varsayalım önümüzde on yıl sürecek bir savaş gerçeği var. Bu savaştan psikolojik olarak tamamen ayrışmış çıkarız. Ülke parçalanır ama bu parçalanma olabilecek en şiddetli biçimde yaşanır.
Batı’da yaşayan Kürtler doğuya; doğuda parçalanmayı kabul etmeyen kesimler de batıya zorunlu göçe zorlanırlar.
Türkiye dış politikasında çok ciddi paradigmatik bir değişiklik yapma zarureti olduğu hâlde, Hükümet bunun tam tersini yapmış görünüyor. Türkiye, bana göre, Kuzey Irak’ta ve Suriye’de Kürt aktörleriyle iyi ilişkiler kurmalı. Kalıcı ve güçlü bir işbirliği oluşturmalı. Bu aktörleri tehdit sınıfından çıkarmalı.
Türkiye’nin devam eden Kürt alerjisi, hem içeride hem bölgede hareket alanını daraltıyor. Bu alerjinin hiçbir rasyonalitesi yoktur. Kim ne derse desin, psikolojik yönü ağır basan, hatalı bir duruştur.
Bakın bazıları “HDP kapatılsın” gibi “önerilerini” yüksek sesle dile getirmeye başladılar bile. Sahada yenemediğiniz partiyi, hukuki darbeyle tasfiye etme “aklı” artık tutmaz. Bunu siyaset sananlara geçmiş olsun.
Bu türden mızıkçılığın en basit açıklaması, Kürtlerin varlığını kabul edememektir. Partiyi kapatırsınız ama bir halkı kapatamazsınız. Onlarla bir masa etrafında yan yana gelebilecek siyasal esnekliğiniz ve demokratik duruşunuz yoksa, siz de sorunun parçasısınız demektir.
Gelelim Kürt hareketine. Zaman serinkanlı olma zamanıdır. Israrla Çözüm Süreci’ne sahip çıkmak, AK Parti Hükümeti’nin hiçbir rasyonel temeli olmadığını anlatmaya çalıştığımız yönelimini boşa çıkarmak bakımından yegâne seçenektir. AK Parti’nin şimdi seçtiği tarz, sürdürülebilir değildir ve bunu göstermenin en kesin yolu, savaş tuzağına düşmemektir.
Kürt Hareketi’nin gerçek gücü, temsil ettiği çevrelerden aldığı siyasal destektir. Bu da mevcut yüzlerce belediye ve 80 milletvekili demektir. Kürtler, aynı temsil ilişkisini, Kuzey Irak gibi, İran ve Suriye’de de oluşturmak istiyorlar. Bu meşru bir taleptir.
Kürt aktörler de, birçok ülke ve cephede savaşmanın hiç kimseye kazandırmayacağını, mevcut kazanımları da tehlikeye atabileceğini görmelidirler.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap