- 23.08.2017 00:00
Zaman zaman şiddeti azalan veya artan bir tartışma yaşanmaktadır: Türkiye kutuplaşıyor. ‘Türkiye öyle kutuplaştı ki, ikiye bölündü’ söyleminden bahsediyorum. Burada hangi kutuplaşmadan bahsediliyor tam anlaşılmıyor. Tartışmacılar bazen sadece siyasi liderler etrafında bir kutuplaşma olduğunu söylerken, bazen mesele siyasi kutuplaşmaya zaman zamanda toplumsal kutuplaşmaya kadar götürülmektedir.
Aslında yeknesak bir toplum, homojen bir sosyal veya siyasal topluluktan bahsetmek için modern öncesi kapalı kabile yapılara kadar gitmek gerekir; modern toplumlar farklılaşmış hatta siyasal ekonomik ve toplumsal açıdan birçok eksende farklılaşmış, kutuplaşmış toplumlardır. Sanırım burada esas mesele farklılaşmış kesimlerden öteye iki eksende kutuplaşma iddiasından ortaya çıkmaktadır. Peki, bu iddia ne derece doğrudur? “Söz konusu kutuplaşmanın, iki kutupluluğun siyasi, ekonomik ve toplumsal düzeylerde üst üste örtüşmesi mümkün görünmediği için bu iddianın oldukça problemli olduğunu tespit etmek mümkündür. İddiayı siyasal kutuplaşma ekseninde ele alırsak elbette ‘siyasi liderler karşıtlığını’ aşan yapısal bir mesele olarak ortada durduğunu söyleyebiliriz ki bu kutuplaşmanın tarihsel, ideolojik sebepleri vardır ve bunlar akşamdan sabaha ortaya çıkmış değildir.”
Kutuplaşmanın tarihi
Türkiye’deki siyasal kutuplaşmanın yol açtığı sorunların kaynağını İmparatorluğun içinde bürokrasinin ‘kul statüsünden’, ‘patrimonyal/Batıcı bürokrasi’ konumunu elde ettiği süreçlerde bulabiliriz. İmparatorluk Türkiye’si sanayi çağının yükselişi karşısında Batılılaşma reformlarıyla kendisine çıkış yolu arayan bir dönem yaşamıştır. “Osmanlı sultanları, Batılılaşma yolunda siyasi reformlar yaptıkça, önemli bir çelişkiye sebep olmuşlar, iktidarı ‘Batıcı bürokratik elitlerle’ paylaşmaya başlamışlardır. Bu sorun, meşrutiyetle başlayan bu siyasal reformlar sonucu kaçınılmaz olarak ‘gelenekçi aydınları/elitleri’ ve ‘Batıcı elitleri’ siyasal olarak karşı karşıya getirmiştir.”
1908 arkasından 1913 siyasal müdahaleleri bürokrasi içinde askerlerin siyasete doğrudan katıldığı dönemlerdir ki, burada ortaya çıkan siyasal kutuplaşmanın derin bir siyasal bölünmeye sebep olduğunu bugünkü tarih tartışmalarından anlamak zor değildir. İmparatorluktaki siyasal bölünmelerin, ‘Batıcı aydın/ bürokrat ve asker’ kadrosu ile ‘gelenekçi aydın/esnaf/halk’ kutuplaşmasına sebep olduğunu belirlemek mümkündür.
Cumhuriyet bu tarihsel kutuplaşmayı ortadan kaldırmış mıdır? Daha önce üzerinde durduğum gibi, Cumhuriyetti kuran kadrolar homojen değildir ve bu farklılıklar çoğulcu karakterini Milli Mücadeleden Tek Parti yönetiminin kuruluşuna kadar nispi olarak devam ettirmişlerdir. Tek Parti düzeninin kurulması, Cumhuriyetin potansiyel olarak içinde taşıdığı, (bizatihi Gazi Paşa’nın kurmaya teşebbüs ettiği çok partili siyaset arayışlarını hatırlayalım) demokrasiye karşı bir sürecin ortaya çıkmasına yol açmıştır.
Kültürün özgürleşmesi
Tek Parti Yönetiminin İmparatorluk dönemindeki ‘Batıcılığı aratan’ radikal girişimleri, ‘yerli olanı tasfiye etmeye’ dönük reform adı altındaki uygulamaların şiddetle desteklenerek devam etmesinin kaçınılmaz sonucu İmparatorluktaki siyasal kutuplaşmayı Cumhuriyete taşımak olmuştur.
“Burada üzerinde durduğum tez, eğer Cumhuriyet demokrasiye erken açılsaydı, demokratik şartlar Batıcı bürokrasinin kendi tahakkümünü kurmak için ortadan kaldırılmamış olsaydı, halka karşı yapılan ‘yerli kültürü tasfiyeye dönük’ aşırı uygulamalara gidilemezdi. O zaman reformlar, Mümtaz Turhan Hocamızın dediği gibi ‘zorunlu kültür değişmeleri’ kalıbından çıkarak ‘serbest kültüre değişmeleri’ne dönüşerek, ülkenin kalkınmasını, toplumsal gelişmeyi esas alan bir çizgide sürdürülebilirdi.”
Öyleyse meseleyi doğru koymak gerekir; Türkiye demokrasi öncesi dönemde devlet ideolojisi haline getirilen Batılılaşmayı arkasına alan Batıcı/aydın-bürokrat kadroların halkın başta tarihi olmak üzere dili, geleneği kısaca kültürü üzerindeki operasyonlarına karşı, geleneksel aydın/ muhafazakar halk kesimlerinin kutuplaşmasını ancak demokrasi vasıtasıyla dengelemeye çalışmakta, kendisine yaşama alanı açmaktadır. Bu sürecin kutuplaşmanın dilini sertleştirdiği, siyaseten görünür kıldığı ise ayrı bir gerçektir.
Yorum Yap