Yedi Maddelik Eylem Planı: Oylar tereddütsüz İmamoğlu'ya verilmeli

  • 18.05.2019 00:00

 Türkiye son dört seneye beş seçim sığdırmayı başardı. 23 Haziran 2019’da altıncı kez sandık başına gidecek. Sosyal medyada da sıkça tekrarlandığı gibi, tarihe tanıklık etmekten yorgun düşmüş bir kuşak, bir kez daha tanık kürsüsüne çıkacak ve demokrasinin geleceğini oylayacak.

Yine de önümüzdeki seçimlerin diğerlerinden farklı olduğunu söylemek mümkün. Haziran 2015 seçimleri, AKP’nin parlamento çoğunluğunu kaybetmesi açısından önemli olsa da Türkiye’yi 2002’den beri yönetmekte olan siyasi irade, muhalefet ve PKK ile el ele vererek seçim sonuçlarını geçersiz kıldı ve Kasım 2015’te kaybettiğini fazlasıyla geri aldı. 2017 referandumu rejim değişikliğine giden yolu açarken, Haziran 2018 seçimleri parlamentonun kendi kendini feshetmesiyle malumu ilam etti.

31 Mart 2019 yerel seçimleri ise AKP’nin büyükşehirler üzerindeki hegemonyasını kırması açısından önemliydi. Özellikle İstanbul’un muhalefete geçmesi demokrasiye inancı canlandırdı, baskı rejiminden bunalanların üzerlerindeki ölü toprağını atmasına vesile oldu.

Ancak İstanbul’u kaybetmekten ölesiye korkan siyasi irade bir kez daha sürece müdahale etti ve İstanbul seçimlerinin yenilenmesine karar verdi. Bu, başı sıkıştıkça sarıldığı milli irade söylemini tarihin çöplüğüne yollaması, kendi çizdiği kırmızı çizgileri silmesi anlamına geliyordu. Umursamadı. Ödenecek bedel büyüktü. Ödemeyi göze alamadı.

Süreci uzun uzadıya analiz etmenin, bu noktaya nasıl geldiğimizi “yine yine yeniden” tartışmanın anlamı yok. Sözün hükmü bitti, eylem zamanı.

O halde Lenin’in 1902 yılında sorduğu soruyu tekrarlayalım: Ne yapmalı?

Eylem planına geçmeden önce bağlama dair birkaç hatırlatma:

Türkiye bir otokrasi, yani tek adam rejimi. O yüzden demokrasi varmış gibi davranmayı bırakalım; var olan durumu “rekabetçi otoriterlik” gibi cafcaflı siyaset bilimi terimleri ile açıklamaya çalışmaktan vazgeçelim. Hukukun üstünlüğünü tanımayan, tek bir sözüyle meşru seçimleri iptal ettirebilen bir irade tarafından yönetilen bir rejimi başına hangi sıfatı getirirseniz getirin, demokrasi ile ilişkilendiremezsiniz.

Bu otokrasi hala seçmen çoğunluğunun desteğine sahip. Seçim süreci adil değil, evet. Seçimlerin kendisine de müdahale edildiğini de biliyoruz. Özellikle Kürt seçmenlerin yoğun olduğu bölgelerde sonuçların iktidar lehine çıkması için ne gerekiyorsa yapılıyor. Yine de AKP-MHP ittifakı Türkiye genelinde %50’nin üzerinde, yaklaşık 23 milyon seçmenin desteğine sahip. Belediye başkanlığı seçimlerinde AKP’nin oranı %44, en yakın rakibi CHP’ninki %30.

Hakim siyasi kültür, ideolojik ve sosyolojik yapı iktidarın lehine. Burada sadece klasik sağ-sol ayrımından, “Türkiye’nin yüzde 70’ci sağcı” tekerlemesinden bahsetmiyorum. Seçmen kitlesinin büyük çoğunluğunun milliyetçi muhafazakar değerlere sahip olduğu, istikrar, güvenlik gibi değerlere özgürlük, eşitlik, sosyal adalet gibi kavramlardan daha fazla önem verdiği malum. Buna farklı kimliklere ve azınlıklara duyulan alerjiyi ekleyin. Çıkan sonucu da 17 yıl boyunca iktidarda olmanın getirdiği avantajlarla, endoktrinasyonla çarpın. Demokrasi isteyenlerin işinin ne kadar zor olduğunu anlayacaksınız.

Genel küresel konjonktür de yine iktidarın safında. Yerleşik Batı demokrasileri bile aşırı sağ hareketlerin, milliyetçi, göçmen karşıtı, içe kapanmacı partilerin söylemine teslim olmuş durumda. Liberal demokrasiyi açıkça reddeden Macaristan, Polonya gibi ülkeler AB üyesi. ABD, Anglosakson, Protestan, Beyaz çoğunluğun üstünlüğüne inanan bir demagogun kontrolünde. İngiltere’de birkaç hafta önce kurulan bir parti, AB karşıtlığı üzerinden Muhazakar Parti ile İşçi Partisi’ne darbe üzerine darbe indiriyor. Önümüzdeki hafta yapılacak AB Parlamentosu seçimlerinde aşırı sağın oy patlaması yapması bekleniyor. Özetle çağ, otokratların çağı.

Verili koşulları göz ardı etmeden yapılması gerekenleri sıralayalım.

1. Boykot, kesinlikle düşünülmemeli. Tüm partilerin katılımı olmadan girişilecek boykotun herhangi bir yarar sağlaması mümkün değil. Meşruiyet üzerinden yapılan boykot çağrıları da abesle iştigal. İktidar zaten demokratik meşruiyete sahip değil. Seçimlerin iptali meşruiyetin önemsenmediğinin de en somut kanıtı. Dolayısıyla sonuç ne olursa olsun, sandığa gidilmeli.

2. Yerel seçimler kişisel bir referanduma indirgendiğine göre, ülkenin gidişatından memnun olmayanlar ve demokrasi isteyenler stratejik düşünerek tek bir aday üzerinde birleşmeli. Bu aday da elbette iktidarı yenilgiye uğratan ve İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nı bileğinin hakkıyla kazanan Ekrem İmamoğlu olmalı.

3. Seçime giden süreçte geçmiş hesaplaşmalar, ideolojik kamplaşmalar bir kenara bırakılmalı, iktidarın muhalefeti bölme planları bozulmalı. Gözünün üzerinde kaşı var noktasını çoktan geçtik. Zaman, “İmamoğlu muhafazakar kitleye hoş gözükmeye çalışıyor”; “İmamoğlu Demirtaş’ı hapiste ziyaret etmedi”leri tartışma zamanı değil. Muhalefetin zaferinde büyük emeği olan Kürtleri AKP ile anlaşmakla suçlamak ise kendi ayağına kurşun sıkmaktan farksız. Kılıçdaroğlu’nu, Akşener’i, HDP’yi sevmek zorunda olmasak da stratejik düşünmeli, hiç tereddüt etmeden İmamoğlu’na oy vermeliyiz.

4. İşi seçimleri iptale kadar götüren iradenin yenilenen seçimleri kazanmak için elinden geleni yapacağı, her tür hileye başvuracağı açık. Bu noktada tüm partiler ve sivil muhalefet sandığa sahip çıkmak, hile yapılmasını engellemek mümkün olmasa bile en azından bu hileyi açığa çıkaracak önlemleri almak zorunda.

5. Her tür önleme rağmen iktidar seçimleri kazandığını iddia edebilir (muhtemelen edecektir). Sonuçlara yapılacak itirazları görmezden gelebilir; protestoları şiddet kullanarak bastırabilir; gerek görürse İmamoğlu’nu terör örgütü kurmakla suçlayıp tutuklamaya bile kalkışabilir. (Bu iddiaları hayal ürünü olarak görenlere yukarıda listelenen dört maddeye ek olarak Gezi İddianamesi’ni okumalarını öneriyorum.) Bu noktada kendimize hatırlatmamız gereken iktidarın İstanbul’u zaten kaybettiğidir. 23 Haziran’da Anadolu Ajansı tarafından servis edilecek sonuçlar bu gerçeği değiştiremez.

6. Hedef demokratikleşme ise, 23 Haziran’dan bağımsız olarak 31 Mart bir milat olarak görülmelidir. Seçimlerin iptali siyasi iradenin de bu gerçeğin farkında olduğunu göstermektedir. Rant ve kişisel bekaa kaygısıyla İstanbul’a sarılmak kaçınılmaz sonucu geciktirmekten başka ise yaramayacaktır.

7. Son olarak, Türkiye’nin demokratikleşmesi kurumsal bir mesele olarak görülmemelidir. Kurumları şekillendiren, hakim siyasi kültürdür. Demokrasiyi “öldüren” liderler, halkın içinden çıkmaktadır ve o halkın çoğunluğunun desteğine sahiptir. Bugün iktidarı yenilgiye uğratmasını beklediğimiz muhalefetin demokrasi sicili de pek parlak değildir. Yine de mücadele etmekten başka yol yoktur.

Lenin, “Ne Yapmalı?” başlıklı kitapçığının önsözünde ilk planının sürgündeki Rus sosyalistler tarafından çıkarılan Iskra dergisinde Mayıs 1901’de yayımlanan “Nereden Başlamalı?” makalesinin devamını yazmak olduğunu belirtir ve bunu gerçekleştirmekte geç kaldığı için okuyuculardan özür diler. Belki de asıl sorulması gereken bu, yani “ne yapmalı?” değil, “nereden başlamalı?” sorusudur. Yukarıda sıraladığım yedi madde bu soruya bir yanıt verme çabası olarak görülebilir.

Okuyucuya Not: Bu yazının üslup olarak diğer yazılarımdan farklı olduğunu biliyorum. Öte yandan içinde yaşadığımız olağandışı koşullar, bu tür bir üslubu zorunlu kılıyor. Daha önce de belirttiğim gibi, ihtiyacımız olan analiz değil, eylem planı. Hoşgörüyle karşılamanız umuduyla.

© Ahval Türkçe

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums