Hayvan sevgisi, insan nefreti

  • 23.06.2020 00:00

 Birkaç gün önce sosyal medyada üstüme çullanıldı. Linççi hakaret-iftira grubu bu defa, hayvan haklarını savunduğunu ileri sürenlerden oluşuyordu. Kendimden bahsetmek değil niyetim. Hadise bireysel ve toplumsal birçok çarpıklığımızın vücut bulup sahne alması gibiydi. Anlatılan bizim hikâyemizdi yani yine.

Tepkiye yolaçan eylemim şuydu: Kaldırılan faytonların yerine konacakları söylenen minibüsleri çirkin ve Adalar ortamıyla uyumsuz gördüm, “şuna güzel  çözüm bulmak çok mu zor?” yollu bir-iki tweet attım, gerek Adalar Belediyesi’nin gerekse İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin, zevk ve beceri sahibi onlarca tasarımcının gönüllü desteğinden yararlanabilecek konumda olduğunu hatırlattım. Bununla, eziyet gören atların kurtarıldığı, faytonların kaldırıldığı sürecin devamı için olumlu çaba gösterdiğimi sandım.

Çünkü -bakın burası önemli!- atların hali, militan hayvan hakları savunucuları kadar, bendeniz misâli, o ulvî mertebeye erişememiş sıradan insanların da yüreğini parçalıyordu, dolayısıyla o gayreti desteklemiştim. Niye önemli? Çünkü “minibüsler çirkin” dememle birlikte üstüme saldıran ve bir kısmı sahiden pek fena hakaretler eden zevat, aktarmakta olduğum tavrı, atlı faytonun kaldırılmasını başından itibaren desteklemiş birine alıyordu! Haksızlık oluşuna ilaveten mantık dışı. Yani hem vicdan hem akıl yoksunluğu. Bizi biz yapan her şey birarada!

İlk tepkiler geldiğinde anlam veremeyişim tam da bu yüzden. Atların eziyetten kurtulmasını desteklemiş, şimdi de bulunacak çözümün güzel olmasını talep etmiştim. Bunda, hayvan hakları savunucularını rencide edecek ne olabilirdi? Ön saflarda saldıran, taarruz silahlarıyla donanmış piyadeler ısrarla, “Atlara işkence edilmesini mi istiyorsun!” diye haykırıyorlardı. 

Yahu nereden çıktı?! 

Çıkmıştı işte bir kere. Ve anlayabildiğim kadarıyla, günün önemli hadiselerinden biri haline gelmişti. “Koşun, burada birisi minibüslere çirkin dedi, demek atları geri getirsinler istiyor, vurun!” filan diye çağrılar mı yapılıyordu, neydi… Bir yazarın minibüsleri beğenmemesi en fazla ne önemde bir olay sayılabilirdi? Ama hayır! Mazallah, bu adamın açtığı minibüsü beğenmeme yolundan faytonlar geri getirilebilir, atlara zulüm yeniden başlayabilirdi.

Tasnif edelim

Birkaç farklı şey söyleniyordu. İlki, işte şu aktardığımdı: Atlar geri mi gelsin? Bazıları yere düşmüş can çekişen veya ölmüş at fotoğrafı da iliştiriyorlardı, kalpsiz, zalim gazetecinin ağzının payını verdikleri mesajlarına. “Bu mu istediğin, ha, bu mu!” 

İkinci grupta, “çirkin mirkin, konsun minibüsler, bu iş bitsin” mealindeki, tipik Şark-işi söylemler yeralıyordu. “Adalar” gibi bir ortamın minibüslerle ne hale geleceği diye bir konu yoktu, bu gruba göre. Maç galibiyetle bitmişti, gerisi önemsizdi. Yine bu gruba sokulabilecek bir söylem, “işlevciler”inkiydi. Minibüslerin bazı iyi özelliklerini sıralıyorlar, bunların belirleyici olduğunu, “dış görünüş”e o kadar da takılmamak gerektiğini söylüyorlardı. Belli ki, bitkisi, sahili, sokağı, ölçüleri, oranları, “havası” ile Adalar diye bir ortam bütünlüğü bu gruptakiler için de mevzu değildi. Amaç hâsıl olmuştu, tamamdı. Minibüsün çirkinliğini de görmeyiverecektik. Görmeyivermemiz gerekenler âleminde yaşamıyor muyduk nasıl olsa? Hayvanlara eziyetin de aynı mantığın uzantıları sebebiyle böylesine normalleşebildiğini bu kimselere anlatmak mümkün müdür? Göründüğü kadarıyla şimdilik değil, umarım günün birinde mümkün olur.

Üçüncü grup, “hayır işte, güzel o minibüsler!” diyenlerdi. Bunu daha çok “sensin çirkin!” gibi nazik ifadelerle dile getirdiler. “Zevkler ve renkler tartışılmaz”dı, dolayısıyla ben kim oluyordum da o minibüsleri çirkin buluyordum! Burada anlaşılmaz olan, konu üzerinde herhangi bir yetkiye sahip bulunmayan, belediyelerin de herkesi bırakıp kendisine kulak vermesi, hele onun dediğini yapması için en ufak sebep bulunmayan bir gazeteci, belgeselci vs. her neysem o, birilerinin güzel bulduğu minibüsü çirkin buldu diye öfkeyle ayağa fırlayıp ortalığı yıkmaları. “Hıyar, güzelim araca çirkin demiş, pöh!” deyip geçebilirlerdi; neden bu telaş, bu feryat? Muhtemelen birçoğunun minibüslerin güzel falan olmadığının farkında oluşundan. Tek istedikleri, konunun bir an önce kapanması, galibiyetle bitirdikleri maçın tescilinde problem çıkmaması. Yoksa, ne önemi olabilir benim minibüsleri güzel veya çirkin bulmamın? Ayrıca burada bir başka kompleks de devreye giriyor: Minibüslere çirkin demekle herkese kendi zevkimi dayatıyormuşum! Nasıl, hangi araçla dayatabilirim?

Söylenenleri biraraya getireyim: Minibüsü beğenmiyorsan atlara zulmedilmesini istiyorsundur. Atlar kurtuldu, sorun bitti, ne uzatıyorsun? Minibüsler güzel, sen halt etmişsin! Tabiî bunların söyleniş üslûbu, sanal âlemde değil fiziken birarada olsak iyi ihtimalle hastanelik edileceğim ihtimalini gösteriyor. Belki beni de hayvan sayıp vurmazlardı, bilemiyorum. İkircikliyim, çünkü hayvan haklarına sahip çıkarken böylesine insan nefretiyle dolu olmayı bir yere kadar elbette anlıyorum da, dünyaya az buçuk aklı erdiğinden beri avcılığın cinayet-katliam olduğunu savunmuş, fayton atları dahil hayvanların eziyetten kurtarılması için girişilen gayretleri elinden geldiğince desteklemiş biri minibüsleri beğenmedi diye ona rahatça böyle davranabilenlerin herhangi bir canlıyı sahiden dert edebileceğine inanmak kolay değil.

Hak ararken hak çiğneme

Ortadaki hastalıklı durumu en bariz gösteren, bence bugüne kadar sosyal medyada işittiğim en acayip ve acımasız laflar arasında tartışmasız zirveye oynayansa şuydu: “LGBTİ renkleri var diye mi istemiyorsun o minibüsleri!” (Minibüsleri şirin kılmak için rengârenk şeritlerle bezemişler ya üstlerini.) Mantıksızlıkta bir kademe daha. Neden böyle olsun? Bugüne kadarki hayatım gizli saklı işaretler mi barındırıyor homofobi veya nefrete dayalı benzer tavırlar konusunda? Yoo. E, hayvan hakları konusunda da böyle bir şey yok. Ee? Her iki alanda da yeterince hassas değilsin, bu alanlardaki mücadelelere destek vermede yetersiz kalıyorsun, denebilir. İtiraz edemem, eminim öyledir. Ama biliyoruz ki, hak mücadelesi veriyor olmayı kendine yakıştıran kimselerin birilerinin hayatını hiçe sayabilmesi için bu yeterli değil.

Hayatın boyunca birşeyleri korumaya, birşeyleri savunmaya, birşeyleri asla yapmamaya özen göstermiş olman, dünyayı kendi etrafında döndüren birilerinin seni hiçe saymasını, başkalarına da hiçe sayma çağrısı yapmasını önleyemiyor. Bir hak-adalet mücadelesindeki ilkesizliğin, benmerkezciliğin, o mücadeleyi mutlaka başka bir hak-adalet mücadelesinin zararına çalışan mekanizma haline getirdiğini kavrama aşamasına henüz ulaşamadık. Hak ararken hak çiğnemenin meşru sayılabileceği yegâne durum, haksızlığa yolaçanın hak saydığı ayrıcalığının ilgasıdır, oysa. Benmerkezcilik öylesine baş döndürüyor ki, insan şuursuzluk yolundan kolayca ırkçılığa, zalimliğe yuvarlanabiliyor.

Öbür şuursuzluk halleri

Minibüsleri beğenmeme yüzünden kopan hakaret-iftira yaygarası arasında bir de baktık ki, bu defa ellerinde “Atlı hayat” gibi pankartlar taşıyan birileri ortaya çıkmış, faytonları geri ister görünüyor. Sonra bazıları dediler ki, ille atlı faytonları istemiyoruz, faytonlar kalksın, ama atlar Adalar’da kalsın. Neredeyse atlarla ilgili bütün o rezalet yaşanmamış, en ufak boşlukta yeniden başlaması imkânsızmış gibi. O arada bazı Ada sâkinleri ileri sürdüler ki, atlar, faytonlar, elektrikli araçlar, minibüsler diye herkes birbirini yerken, belediye Adalar’da yaşayanların etraflıca görüşünü falan almamış! Nâçizâne ben de fark ettim ki, bu olaya dair sesi en gür çıkan pek çok insan Adalar’da yaşamıyor ve orada yaşayanların ne istediğiyle zerrece ilgilenmiyor. Yahu, bu nasıl olur, falan derken, bir başka dehşet verici şuursuzlukla karşılaştık: Birileri, “Adalar’ı bitirdiniz” muhabbeti yapmaya koyuldu. Hangi vakit ve aşama itibarıyla bu tesbiti yaptıklarını anlayamadık, ama -allahtan- sağduyulu ve vicdan sahibi birileri ayağa kalkıp, “Yahu, oraların aslî sâkinleri Rumları, Ermenileri, Yahudileri kovdunuz, Adalar o zaman bitti, ne konuşuyorsunuz!” yollu çıkışınca, her yerin tarihini kendilerinin oraya adım atışıyla başlatanların izansızlığı -muhtemelen şimdilik- son buldu.

Bu sefer de başka izansızlık geldi sahneye. Hayır, “Fransa’da yaşıyorum, ama bence atlı faytonlar kalmalı” diye lafa karışan şahsınki değil. Efendim, Ada zaten ne kadarcık yermiş, bir başından öbürüne beş kilometre bile varmış yokmuş, neden araç lazımmış ki? “Yürüsünler!”miş.. Kafası mâkûl ölçüde çalışan herkes için bunun anlamı açık: Yürüyemeyen Adalar’a gelmesin, orada yaşamayı zaten hiç aklından geçirmesin. Yaşlılık, hastalık, engellilik sebepleriyle yürüyemeyen, kolay yürüyemeyen, yürürse başka sorunlarla karşılaşan, ufak çocuğunu taşımak zorunda olan, vs. kimse buraları görmesin. Birkaç kilometreyi rahat rahat yürüyemiyor, yokuşları çıkamıyorsak, zaten, hattâ, bırakın Ada’yı madayı, toplum içinde ne işimiz var?

Bu vicdansızlık bana öyle koydu ki, çirkin minibüsler yüzünden karşılaştığım muameleyi attım kenara, gitti. Muhtemelen bugüne kadar yaptığımı ettiğimi bilen, izan sahibi birkaç kişi, “Nedir bu işin aslı, ne dediniz ki siz?” diye sordular, bu teselli olmuştu zaten. Olmasaydı da fark etmeyecekti, çünkü bütün bunlarda kişisel olanı derhal kenara itmeyi gerektiren, genel olarak umut kırıcı bir yan var. Ne kadar savuşturursanız savuşturun, geriye şu acı dersler kalıyor: Hayatınız boyunca savunmaya, korumaya çalıştığınız değerler uğruna verdiğiniz uğraşın mânâsı, gerçekte her tepesi atanın üzerine pisleyebileceği, basıp geçebileceği halde, ortada öylece duruyor. Ölçüsüzlükten anlıyorsunuz ki, üstelik, bu her an herkesin başına gelebilir. Herkesin varlığının şu hayattaki mânâsı üzerine pisleyebilirler. Boktan durum yani…

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums