Bizans’ın son günleri gibi…

  • 13.06.2018 00:00

 24 Haziran seçimleri, siyasi hayatımız açısından yeni bir sisteme geçmek üzere oy kullanacağımız ve önceki seçimlerle tam bir benzerlik taşımayacak bir ilk olacak. Bu seçimlerde, 16 Nisan 2016 referandumu ile fevkalade yetkilere sahip kılınmış bir Reisicumhur seçimi gerçekleşecek.

Böylece, artık bir başbakan olmayacak ve parlamento çoğunluğunun oylarıyla güvenoyu alarak göreve başlayacak bir hükümet de olmayacak. Yani seçimlerden çıkacak siyasi sonuçlara göre, bir iktidar partisi veya muhalefet partileri olmayacak. Artık parlamentodaki çoğunluk ve azınlık parti veya ittifak blokları olacak.

Türkiye’de hayli yetersiz de olsa, birtakım demokratik hakların uygulanmaya çalışıldığı dönemler yaşandı. Hatta 5-6 sene öncesinde, demokratikleşme yönündeki adımların devamı gelir umuduyla heyecanlandığımız günlere de şahit olduk. Keza Kürtler, Kürdistan ve demokratikleşme yönünde bazı olumlu adımlar atan o dönemin Tayyip Erdoğan Hükümeti’ne umutla baktığımız dönemler bile yaşandı.

Ne var ki, bugün Tayyip Erdoğan ve etrafında topladığı faşist partilerle kurduğu Cumhur İttifakı’nın seçimlerden başarılı çıkmaları halinde, pek çoğu rafa kalkmış olsa da, mevcut hakların artık bir hükmü kalmayacağına dair endişeleri yaşanmaktadır.

Geçen haftaki yazımda, bu seçimlerin hangi siyasi partinin nasıl bir sonuç elde edeceğinden ziyade, bir demokrasi referandumuna dönüştüğünü belirtmiştim. Bu referandumdaki tercihimin de yeni bir diktatörlük tesisi için kurulan bu ittifakın karşısında yer aldığımı belirtmiştim.

Öte yandan, hiçbir Kürt partisinin seçimlere katılma hakkı elde edememiş olması nedeniyle, Türkiye’de yaşayan ve öyle gözüküyor ki, bir zorunluluk olmazsa hayatının geri kalanını da burada yaşamayı düşünen, TC vatandaşı bir Kürt seçmen olarak, şahsen kendimi nasıl bir çaresizlik hissettiğimi ifade etmeğe çalışmıştım. Türkiye’nin siyasi geleceği bakımından böylesi bir tablo karşısında, nasıl aciz bir durumda kaldığımdan yakınmıştım.

Bu arada son yıllardaki birkaç seçimde oy verdiğim ve bu seçimlerde yine oy vereceğimi düşündüğüm HAK-PAR’ın hazırlıksız yakalanıp, seçimlere katılma hakkını elde edememesine ve bu sonuca neden olanlara, kayıtsız kalanlara da, biraz öfkelendiğimi belirtmeden geçmek istemiyorum.

Bazı tespitlerde bulunduğum söz konusu yazımın sonunda, gerekçelerimi de belirterek, 24 Haziran seçimlerinde hiçbir yöneticisine teveccüh ve yakınlık duymamama rağmen HDP’ye oy vermeyi düşündüğümü yazmıştım. Eş-başkanlarının ve diğer yöneticilerinin partileri için çizdikleri bütün caydırıcı performansları sonucu HDP’nin baraja takılması halinde milyonlarca Kürt seçmenden alacağı oylarıyla parlamentoya gönderecekleri 70-80 milletvekilliğinin, AK Parti ve faşist ittifakına hediye edilmesini önlemek için önleyici bir tavır olarak HDP’ye oy verilmesi gerektiğini düşünüyorum.

Bilindiği gibi yüzde 10 seçim barajı, 1983 şartlarında 12 Eylül diktatörleri tarafından kendilerinden sonra Türkiye’nin iki partili bir sistemle yönetilmesi arzulandığı için, hiçbir sosyal veya matematiksel veriye, gerekçeye dayanmadan seçim kanununa konuldu. Bu barajı, hâkim otoriter siyasetin bir dayatması olarak gördüğüm için, tamamen gayrı meşru olarak görmüş ve bir partinin bu barajı aşıp aşmamasını da bir başarı kriteri olarak değerlendirmişimdir.

Bir partinin başarılı olup olmadığı, kendisinin temsil etmeye çalıştığı insanların gerçek desteğine sahip olup olmadığına ve vaatlerini gerçekleştirip gerçekleştiremediğine göre değerlendirilebilir. Bir partinin hedef olarak temsil etmek istediği sosyal grubun tümüyle desteğini almasına rağmen, bu kitlenin tüm nüfusunun konulan barajı geçecek sayıya sahip olamaması ve hiçbir zaman parlamentoya girme şansının olmaması, o partinin başarısızlığı olarak değil, seçim sisteminin adaletsizliği ve meşru sayılmaması gereken hükümleri olarak değerlendirilmelidir.

Bu itibarla, bir diktatörlüğü hedefleyen ve insanlığa karşı suç işlemiş olan faşist, nasyonal sosyalist (nazi) ve bana göre onlardan farkı olmayan Stalinist partiler hariç olmak üzere, bırakın HDP’yi, bütün siyasi partilerin demokrasi ve parlamenter sistem içerisinde, hedeflerine varmak üzere siyasi faaliyetlerde bulunmaları gerekmektedir. Bu partilerin, kendilerine oy ve destek veren kitleleri temsil hakkını kullanmalarının engellenmemesi gerektiğine inanıyorum.

HDP’nin mevcut barajı aşarak parlamentoya girme “hakkı” kazanması, milyonlarca insanın verdikleri oylarıyla bir temsil hakkının yerine getirilmesi olarak değerlendirilmelidir. Nitekim 2007 ve 2011 seçimlerinde bağımsız adaylar olarak seçilip girdikleri parlamentoya, her iki 2015 genel seçimlerine ise parti olarak katılıp barajı aşarak girmişlerdi. Hatta bazı mensupları, adına barış süreci dedikleri süre boyunca İmralı Adası ile Kandil arasında devletin izni ve bilgisi dâhilinde kuryelik görevi bile yaptılar.

Parlamentoda yeniden bir temsil hakkı kazanmış olmaları, kanaatimce daha önceden orada olduklarından daha farklı bir sonuç yaratmayacaktır. Kaldı ki, gösterilen adayların parlamentoya girebilmeleri yeniden mümkün olursa, bu kez bir önceki döneme nazaran temsil görevlerini yerine getirebileceklerini de hiç sanmıyorum.

Öte yandan, baraj nedeniyle parlamento dışında kalmaları, temel bir haklarının ellerinden alındığı gibi, kendilerine verilen oyların da, oy verenlerin niyet ve inançlarının tam tersini gerçekleştirmek isteyen bir potada değerlendirilmesine yol açacaktır. Bu ise, bazı arkadaşların iddia ettikleri gibi, bu partinin parlamento dışında kalarak zayıflaması gibi bir sonuç doğurmayacaktır. Tersine, toplum nezdinde partinin bir mağduriyet kurbanı olduğunu ve yöneticilerinin ise, hiçbir kusurlarının görülmeyeceği, hatta daha güçlenmiş olarak değerlendirilerek politikalarına devam edecekleri kanaatindeyim.

Şahsen ne kuruluşları, ne de icraatları boyunca, PKK ve HDP politikalarına hiçbir yakınlık veya teveccüh duymayan bir insan olarak, kendilerine destek veren kitleye karşı herhangi bir saygısızlıkta bulunmadım. Eleştirilerim daima yönetenlerle sınırlı kalmıştır. Bu itibarla, onların örgütlerini iyi yönetip yönetemediklerini sorgulamak, benim işim olmamıştır. Ama meydana çıkıp politika yaptıklarında da ebetteki her siyasi yapıya olduğu gibi onlara da eleştiri hakkım olduğuna düşünüyorum. İnandığım doğrular gereğince, evrende ve tek tek insanlarda değişime inanan biriyim. Ne var ki, böylesi bir felsefi inancıma rağmen, bir istisna olarak, 40 senelik PKK ve vesayeti altında bulunan yapılarda bu inancımı doğrulayan bir değişime şahit olamadım. Bundan böyle de müspet yönde bir değişiklik olacağını sanmıyorum.

Sonuç olarak, bu seçimlerde HDP’ye verilen oyların tamamını kendilerine verilen bir destekten ziyade, AK Parti ve ortaklarına karşı verilmiş birer red oyu olarak değerlendirmek gerektiğine inanıyorum.

Bu basit değerlendirme üzerine birtakım arka plan bilgileri aramaya çalışmanın, insanların hayallerinden bile geçirmedikleri türden senaryolar ve komplo teorileri üretmenin, Bizans’ın son günlerinde rahiplerin kendi aralarında meleklerin cinsiyeti üzerine tartışmalarından öte bir anlamı olmadığını düşüyorum.

*kurdistan24.net/tr’de yayımlanan yazılar, yazarların görüşlerini yansıtmaktadır. Yazılar K24 Medya’nın kurumsal bakışıyla örtüşmeyebilir. Yazıların tüm hukuki sorumluluğu yazarlarına aittir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums