- 20.08.2018 00:00
“Umut nedir” diye sordularAristoteles’e; “Uyanmış bir insanın düşüdür” diye cevapladı. Züleyha’ya da “Dolunay” çıktı dediler. O, “Yusuf mu baktı” diyerek karşılık verdi. Ah Züleyha! Aşkın, umudun, düşün, sabrın, kendinden geçişin, derdin, acının, yalnızlığın, suskunluğun sembolü olan kadın.
Dolunayın ateşiyle yüreği alev alev yanan bir aşıktı Züleyha. Bunu nasıl tarif edebiliriz ki. “Aşkın tanımı yapılamaz. Aşk ancak tadılır. Tadan da aşkın ne olduğunu anlatamaz” diyor ya Şeyh-ül Ekber.
Yusuf; İbrâhim’in torunu, Yâkup peygamberin oğlu… Aynı rüyanın mahsulü... Mahbub, mâşuk, güzelliği derinliğinde saklı olan adam. Babası İsmail’e, Yusuf da babasına anlattı rüyasını. Aynı aşkın imalatı insanlar. Yüzü güzel, yüreği güzel, aşkın, sevginin, acının, kederinin, umudun en nihayetinde vuslatın ete kemiğe büründüğü birer yıldız gibiydi onlar.
“Ey içimdeki yıldızların mütercimi, ölü olmayan kuşlarım benim” diye inliyordu Züleyha. “Ey, Mısır'ın ruhuna mürekkebinin kokusunu uçuran Yusuf'um. Nil'in sularına dökülmüş kandillerin aydınlığı. Konuşan ağacım, konuşan ırmağım benim. Işıklı yağmurum. Gözlerimle gören ey, ey gözleriyle gördüğüm…”
Oscar Wilde, Homeros’u betimlerken onun için; “Ruhu olan, ruhunun gözüyle gören, ezginin gizemini, dizenin sırrını idrak eden, karanlıkta, ışıkla kanatlanıp uçuşan sözlerin sahibi…” diyor ya. Züleyha da artık ruhunun gözleriyle görüyordu Yusuf’u.
Kimse kırmızı gülleri saçına Züleyha gibi takamazdı. Bir gülümsemesi bile Mısır’da “sadaka” olarak görülen bir kadındı o. Ta ki Yusuf’un, gözlerindeki yıldızı görene kadar.
Züleyha, Yusuf’un gözlerindeki işte o yıldıza kaptırdı kendini. Sökülmüş düğmesini terzisine uzatırken "Düğmemi dik" diyeceği yerde "Yusuf'u buraya dik..." diyecek kadar kendini kaybedişin öyküsüdür bu. Sonra her eşyaya Yusuf adı koyan Züleyha. Bir “ah” sesini duyabilmek için onu kırbaçlatan Züleyha.
İçinde Yusuf geçen her habere bin altın feda eden Züleyha. “Ömrüm yoluna feda olsun” diyen Züleyha. Zordu Yusuf’u sevmek. Bedeli ağırdı. O’na kavuşmak ise ancak onun dışındakileri terk etmekle mümkündü. Nefsinden bütünüyle çıkıp kurtuldu Züleyha. Aşk öyle bir alevdi ki, bir tutuştu mu, mâşuktan başka her şeyi yakıp geçiyordu.
Sonra Yusuf, o güzel sevgilinin yüzündeki tülbendi açınca aşkın, umudun, sabrın, çilenin, çölü nasıl da gül bahçesine döndürdüğünü gördü. “Ya Vedüd” diyerek gözyaşlarını sildi. Aşkın çorak kalplere düşen bir damla yağmur olduğunu Züleyha’dan öğrendi insanlık.
Mevlana’nın dalları ezelde, kökleri de ebedde dediği “Nur Ağacı’ndan” beslendi Züleyha. Bağrına sinen toprak kokusunun “Aşk” olduğunu gördü. “İnsanoğlu, yeryüzüne bırakılmış olmanın şaşkınlığını bir türlü üzerinden atamadı” demiştim bir ara. Züleyha gibi aşktan nasiplenenler için geçerli değil diyorum şimdi.
Hemen her şeyin yalnızca madde planında ele alındığı, hepimizin koyunlar gibi mezbahaya sürüklendiği bir çağda “Devran, içimde aşkla dönüyor” diyen, “Yağmurlar onun için yağıyordu, güneş ve ay onun yüzünü görebilmem için doğuyor, rüzgâr onun kokusunu getirmek için esiyor, kalem onun için yazıyor, mürekkep onun için harflere dönüşüyor” diyen Züleyhalar var mıdır?
Mâşuku için canı yanan, canının yandığı gözünün yaşından belli olan aşıklar kaldı mı? Geçenlerde, mâşuku öldükten sonra bile onun için mektup yazmaya devam eden bir kadının hikayesine şahit olmuştum. “Biz aşktan sûdur ettik, aşk üzerine yaratıldık” sırrına vakıf olan bir âşık olmalı bu.
Sonbahar bulutları gibi bir dağılıp bir toplanan şu karmaşık çağın duygu dünyasında aşkın mest ettiği kaç insan kaldı şunun şurasında?
“Bir sâkiden içtim şarap, arştan yüce meyhanesi. Ol sakinin mestleriyiz, canlar ânın peymanesi” diyen Yunus’un ciğerini kebap eden bu aşk ateşine kanatlarını değdirme cesareti gösterebilen aşıklar var mıdır?
Şairin “Aşk derdiyle hoşem, el çek ilacımdan tabib” dediği gibi derdinden şikâyet etmeyen aşıklar kaldı mı?
Dedemiz İbrahim, aşk ateşine tereddüt dahi etmeden atladı. “Dost ile dostun arasına girmeyin” diyerek de meleklerin dua talebini geri çevirdi. İşte biz bu teslimiyete, feda etmeye, kendinden geçişe aşk diyoruz. Büyük rüyaların adıdır aşk. Büyük rüyalar için de büyük kurbanlar gerekir.
Ne mutlu aşktan nasiplenenlere, dokunsa da dokunmasa da yananlara…Selam olsun Züleyhalara, Yusuflara, Yunuslara….
Güzel kokular sarsın artık etrafımızı. Vadilerdeki çiçeklerden yayılan kelebeklerle. Veda Tepesi’nden ebedî saçılan, öbek öbek “Ahmedî” kokuyu( İbn Arabi) hissetmeniz dileğiyle iyi bayramlar...
Yorum Yap