Çipras'in hedefi Nobel mi?

  • 24.02.2019 00:00

 Ve Makedonya, resmen “Kuzey Makedonya”ya oldu.

 
Tuhaf bir cümle olduğunun farkındayım: en azından dünyanın Balkanlar'dan uzak kalan kısmı için. Makedonya, bir ülke olarak zaten vardı ve adının “Kuzey Makedonya”ya değiştirilmesi de, ufak bir bürokratik değişiklikten başka bir şey gözükmüyor.
 
Oysa, Yunanistan için durum böyle değil. Ülkenin geneli için, Makedonya'nın adının değişmesi hayat memat meselesi.
 
Ve Türkiye'deki siyasi tartışmaları, farklı kesimlerin birbirlerine karşı politik görüşler üzerinden tavırlarını “yakıcı” ve “yıkıcı” buluyorsanız, bir de Yunanistan'dakilere; özellikle “Makedonya” odaklı tartışmalara buyrun… Başbakan Aleksis Çipras da, özellikle Makedonya İsim Krizi'ni çözümleme yolundaki adımlarıyla ülkesindeki milliyetçi ve muhafazakârların şimşeklerini üzerine çektiğinden beri, her zamankinden de fazla eleştiri oklarının hedefi. Öyle ki, geçtiğimiz haftalarda Çipras'ın Türkiye ziyareti esnasında Yunanistan'da yapılan yorumlar arasında, İstanbul'da Kartal'da çöken binayı bile onun “uğursuz ayağına” bağlayanlar vardı.
 
Çipras'ın yaklaşık çeyrek asırlık “Makedonya İsim Krizi” meselesinin çözümüne el atması sonucu nasıl politik badireler atlatmak zorunda kaldığını daha önce, “Bir isimde ne var ki” başlıklı yazıda tartışmıştım. Bu yazıda, Ocak ortasında milliyetçi ANEL partisinin, Çipras'ın partisi SYRIZA ile 2015'ten bu yana süren koalisyon ortaklığını, Makedonya İsim Krizi nedeniyle bozmasını ve hükümetin güven oylamasına gitmek zorunda kalması sürecini anlatmıştım.
 
12 Haziran 2018'de Yunanistan ve “Eski Yugoslavya Makedonya Cumhuriyeti” (FYROM) vardığı Prespes Anlaşması şunu öngörüyordu: FYROM'un adını “Kuzey Makedonya”ya değiştirmesi karşılığında, Yunanistan'ın da FYROM'a karşı uluslararası kurumlarda koyduğu şerhleri/engelleri kaldırması söz konusu olacaktı. 25 Ocak 2019'da da, Yunanistan Parlamentosu, “kılpayı” biçimde Prespes Anlaşması'nı onaylayarak, “Kuzey Makedonya”nın NATO üyesi olmasının önünü açtı. 12 Şubat 2019'da da, taraflar karşılıklı olarak Prespes Anlaşması'nı yürürlüğe koydu. O gün, Yunanistan'ın kuzeybatı sınırındaki “Makedonya Cumhuriyeti” levhaları kaldırılarak, yerlerine “Kuzey Makedonya Cumhuriyeti” talebalaları yerleştirildi. Gerçi, bu “tabela” meselesi hala tam çözülmüş değil: Yunanistan'ın kuzeyinde yer alan Orta Makedonya Valisi Apostolos Tzitzikostas, bölge genelindeki levhaların değiştirilmeyeceğini ve “Kuzey Makedonya” olarak adlandırılan ülkeyi “Üsküp” olarak adlandırmaya devam edeceklerini açıkladı.
 
Aslında Prespes Anlaşması’na dışarıdan bakınca Yunanistan'ın “kazandığı” bir durum söz konusu. “FYROM”a zaten (Yunanistan dışındaki herkes) Makedonya diyordu; şimdi ise, “Kuzey Makedonya” diyecekler. Dahası, “Kuzey Makedonya”, anayasasında yer alan bütün “Antik Makedonya”, “Büyük İskender” atıflarını ayıklayacak. NATO üyesi ve Yunanistan'a borçlu bir komşu da, Atina açısından “güvenlik” hanesine pozitif biçimde yazılacak bir şey.
 
Ama tabii, coğrafyamızda “sarih düşünce” fazla eşine rastlanmayan bir zihinsel hâl; tutarlı ve rasyonel düşünmek yerine hezeyanlarla, tepkisel-dürtüsel-intikamcı motiflerle-duygusal hareket etmeyi tercih ediyoruz. Yunanistan'da bazı kesimlere, özellikle de ülkenin kuzeyinde yaşayanlar arasından önemli bir kesime göre, “Makedonya” addedilen ülkede yaşayanlar aslında “Bulgar”; gerçek Makedonlar da Yunanlı.
 
Prespes Anlaşması da, “vatanı satmak”, “Yunanistan'ı bölmek” anlamına geliyor; tüm bunlar tanıdık mı? Hiç şaşırmayın; birbirimize öyle çok benziyoruz ki...
 
Benzerliklerimiz de, ne yazık ki “ortaklık” duygusundan çok, bir “ayna etkisiyle” irkiltme ve ürkütme hissi yaşatıyor.
 
Karşı karşıya düşünce de, “aynada kendiyle karşılaşmış kediler” gibi tüyleri diken diken hale gelebiliyoruz.
 
Oysa, ortaklığa odaklanılsa, herkes için herşey daha kolay olacak; olabilmesi de çok mümkün...
 
Makedonya'dan sonra Kıbrıs?
 
P24'teki Makedonya İsim Krizi yazısında dikkat çektiğimiz bir nokta daha vardı:
 
“Hükümet krizi çıkmadan birkaç gün önce Çipras, katıldığı bir televizyon programı ve Twitter hesabı üzerinden, Şubat ayında Türkiye'yi ziyaret edeceğini ve Türkiye ile “pozitif diyalogda olmanın” sorunların çözümü için her zaman daha yararlı olduğunu dile getiriyordu.”
 
Çipras, Ocak'ta ortaya attığı bu düşüncenin peşini bırakmadı ve 5-6 Şubat'ta Ankara ile İstanbul'u kapsayan Türkiye ziyaretini gerçekleştirdi. Çipras açısından bakıldığında bir çizgi değişikliği söz konusu değil; Türkiye'ye karşı hiç negatif bir yaklaşımı, tepkisi veya çıkışı olmadı. Hatırlara getirilirse; Aralık 2017'de, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Yunanistan ziyareti, “biraz gergin” geçmişti.  Bu ziyaret esnasında, Cumhurbaşkanları arasında bir sözlü gerilim yaşanmıştı. Yunanistan Cumhurbaşkanı Prokopis Pavlopulos ile Cumhurbaşkanı Erdoğan arasında, “Lozan Anlaşması” odaklı bir münakaşa gerçekleşmişti. Bu konudaki yazımda belirttiğim gibi, iki Cumhurbaşkanı karşılıklı olarak kameraların önüne geçtiğinde Erdoğan'ın, Lozan Anlaşması'nın, Trakya'daki Müslüman azınlığın haklarının iyileştirilmesi için “modernleştirilmesi” gerektiğini söylemesi üzerine, Pavlopulos, sert bir tonlamayla, Anlaşma'nın müzakereye açık olmadığını, Yunanistan'ın ve Avrupa Birliği'nin “toprak bütünlüğünü” garanti aldığını ifade etmişti. Anlaşılabileceği gibi, “Lozan” sözcüğü geçtiğinde Yunanistan tarafından anlaşılan, kendisinden toprak isteneceği, savaşa gidileceği gibi bir durum. Ankara'nın bu çıkışla kasti ne olursa olsun, Atina'da algılanan çok daha sert ve vahim bir hâl oluyor.
 
Bu kriz yaşanırken Çipras, soğukkanlı davranıp fazla renk vermemeyi tercih etti; krizin üzerinden bir yıl kadar süre geçtikten sonra da, Türkiye ile köprü kurmak istediğini açıkladı. Diğer bir deyişle, Çipras renk vermedi ve kendi planını uygulamaya koymak için doğru zamanı kolladı.
 
Şubat 2019'a geldiğimizde de, aslında Türkiye, Çipras için iki önemli açılımın anahtarını elinde tutuyor. Gerçi, Ankara'da bu durumun farkında olan var mı bilemiyorum ama Çipras'ın ülkesinin politikasına “devrim” niteliğinde şekil vermesini sağlayabilecek iki anahtardan biri Kıbrıs meselesi, ötekisi ise Heybeliada Ruhban Okulu meselesi...
 
Kıbrıs meselesi, dünyanın “en uzatmalı çatışmalarından” biri olma namını kazanmış ve tarafların “çatışmalarıyla” yaşamaya alışmasından dolayı, kanıksanmış ve çözüm ümitlerinin artık neredeyse hiç kalmadığı bir “müzmin sorun”. Bu sorunu çözen lider(ler) de, Kral Arthur'un kılıcını kayadan söküp çıkarması efsanesinde olduğu gibi, “imkânsızı başararak” tarihe geçecek(ler).
 
Kolombiya'da, FARC ile barış masasına oturan dönemin Devlet Başkanı Juan Manuel Santos Calderón, 2016'da Nobel Barış Ödülü'nü almıştı. Bu mesele, “dünyanın en uzun süren çatışması” olarak anılıyordu; bu “ünvanı” Kolombiya meselesinden devralan Kıbrıs meselesini çözmeye cesaret eden (veya daha doğrusu zahmet eden) olursa, Nobel Barış Ödülü'nü almasına (daha doğrusu almalarına) kesin gözüyle bakabiliriz.
 
Çipras, şimdiden Makedonya meselesini çözmesi nedeniyle, Makedonyalı muadili Zoran Zaev ile beraber Nobel'e aday gösterildi bile… Aday gösteren de, Vided Bouchamaoui; 2015'te Nobel Barış Ödülü'nü alan “Tunus Ulusal Dörtlüsü”nün bir parçası olan Tunuslu iş kadını, sendika lideri. Öyle “rastgele” bir adaylıktan bahsetmiyoruz yani...
 
Zaev ve Çipras, Münih Güvenlik Konferansı'nda Ewald von Kleist Ödülü'nü aldılar bile: bu ödül, konferansın düzenleyicisinin adına veriliyor. Kendisini, Hitler'e suikast yapmak isteyenlerden biri olarak da anımsayabilirsiniz...
 
Kıbrıs meselesinin çözümüne dair ümitler, Nisan 2015'te Mustafa Akıncı'nın Cumhurbaşkanı seçilmesi sonrası başlayan 2015-2017 dönemi görüşmelerinin çökmesi sonucu tamamen kül olmuş bitmişti. O dönemki temaslar, o kadar yüksek ümitler yaratmış, “bu sefer çözüldü bu iş” kanaati yaratmıştı ki; bir kez temaslar duvara toslayınca, bu kez de, “artık bu sorun asla çözülmez” düşüncesi tüm Kıbrıs'a egemen oldu. Şimdi ancak, “dışarıdan” gelecek bir baskı ve “dürtme”, Kıbrıs Meselesi'nin çözüme doğru ilerletilmesi, itelenmesini sağlayabilir. Bu “dürtmeyi” yapabilecek iki taraf da, Türkiye ve Yunanistan'dan başkası değil. Belki “eskiden” olsaydı, Kıbrıs sorununun çözümü için Ankara ve Atina'nın ortak inisiyatif alması mümkün gözükebilirdi; şimdi ise çok çok uzak, hatta açıkçası imkansız ötesi gözüküyor.
 
Ruhban Okulu'nun açılması Yunanistan'a “ruhsal destek” olur mu?
 
 
Yunanistan, “normal şartlar” altında Ekim 2019'da; erken seçimlerin gerçekleşmesi halinde de, 2019 Baharı'nda-belki de, Mayıs 2019'da genel seçimlere gidecek. SYRIZA ve özellikle de Çipras'ın kuyusunu kazmak isteyen çok. Elbette, SYRIZA'nın yarattığı birçok hayal kırıklığı var: 2015'te düzeni tamamen değiştirmek, “eski siyaset seçkinlerinin sultasına” son vermek vaadiyle iktidara gelen SYRIZA, birçok açıdan “düzene” entegre oldu. Dahası SYRIZA'nın başlıca seçim sözü, Avrupa Birliği (özellikle de Almanya ile) ve uluslararası kurumlarla ekonomik anlaşmaya gitmemek; krizin “çözümü” için sunulan paketleri kabul etmemekti. Tersine SYRIZA, “Troyka” olarak anılan Avrupa Komisyonu-Avrupa Merkez Bankası-Uluslararası Para Fonu (IMF) üçlüsü ile anlaşma üzerine anlaşma imzaladı. Belki de, verilen ve tutulmayan sözlerin öfkesi söz konusu Yunanistan'da...
 
Gerçekten de, Yunanistan kadar öfkelilerin bu kadar öfkeli olduğu başka bir siyasi kültür örneği var mı bilemiyorum… Haksız da değil Yunanistan halkı bu öfkesinde; ekonomik krizin 10. yılına girildi. Kriz öncesi, 2005-2007 döneminde Yunanistan halkının yaklaşık yüzde 70'i hayatından memnunken, bu oran 2012'ye gelindiğinde yüzde 30'lara çakılmıştı. O günden bu yana da, “memnuniyet” oranlarında “iyiye” doğru değişiklik olduğunu söylemek mümkün değil...
 
Ekonomik kriz, “en iyi ihtimalle”, daha bir 10 yıl süreceğe benziyor; bunu öne süren de Uluslararası Para Fonu'ndan (IMF) başkası değil. IMF'in son öngörülerine göre, dünyada Yunanistan'ı etkileyecek herhangi bir ekonomik dalgalanma olmadığı ve ülke içinde de işlerin olabilecek “en iyi senaryolara” göre şekillenmesi halinde, 2007 yılındaki ekonomik seviyeye gelinmesi ancak 2029'da mümkün olabilecek.
 
2009'dan 2029'a “kayıp” geçen tam 20 yıl...
 
“Faili meçhul” hâle gelen bu yılların ilk 10 yıllık bilançosu ağır; ruhsal sorunlar yoğun ve intiharlar da hala yüksek seviyede seyrediyor. 2011'de Yunanistan Sağlık Bakanlığı tarafından yayınlanan bir raporda, intihar oranlarının bir önceki seneye göre yüzde 40 oranında arttığından bahsediliyordu: Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komisyoneri Dunja Mitanoviç'in Kasım 2018'de açıkladığı bir rapora göreyse, intiharlarda “yüzde 40'lık” artış çok daha uzun bir döneme, 2010-2015 yılları arasının tümüne yayılmış durumda. Yani, ekonomik krizin ilk beş yılı, intihar oranının sürekli katlandığı bir dönem olmuş. Yunanistan'daki intihar oranları 2019 itibariyle de, kriz öncesi döneme göre hala çok yüksek seviyelerde; zaten, hayatına kastetmeyi düşünenlerin başvurduğu yardım hatlarını arayanların oranlarının artmakta olduğuna yönelik veriler söz konusu.
 
Yunanistan Sağlık Bakanlığı'nın 2017'de yayınladığı bir rapora göreyse, ülke halkının yarısı, ruhsal sorunlardan şikayetçi. Konuyla ilgili çalışmaları olan sivil toplum örgütleri ve uzmanlar da, bu raporun bulgularını doğruluyor. Depresyon başta olmak üzere ruhsal kaynaklı sağlık sorunlar artarken, ekonomik kriz kaynaklı kemer sıkma politikaları nedeniyle sağlık harcamaları da kısıldığından, hastanelerin durumu kötüleşiyor ve hastalara verilebilen hizmetin kalitesi de düşüyor. Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Örgütü (OECD) verilerine göre, 2009'dan bu yana sağlık harcamalarında üçte bir oranında (yaklaşık 5 milyar Euro) kesinti yapıldı.
 
Tüm bu “ruhsal bunalım” ortamında, Çipras'ın bazı köklü sosyal değişimlerin önünü açmaya çalıştığının da hakkını vermek lazım. Makedonya İsim Krizi'nin çözümü, ülkenin çoktan geride bırakmış olması gereken bir yükü boşaltması manasına geliyordu aslında...Keşke, Kıbrıs'ta en çok Kıbrıslıların kendisine hakkaniyetli bir çözümle “barışa” ulaşılabilse...
 
SYRIZA bugünlerde, Yunanistan'ı “laik” hâle getirmeye çalışıyor: Ülkeyi, resmen “Ortodoks” addeden ve Kilise'nin siyaset üzerindeki söz hakkını hukukî kılan Anayasa'nın 3. Maddesi'nin değiştirilmesinin önü açıldı. Dahası, ruhban sınıfının “bürokrat” olmaktan çıkarılması gibi cesur adımlar da atılıyor. Tabii, bütün bunlar muhafazakar kesimler ve özellikle de Kilise'nin şimşeklerini çekiyor. Ortodoks Kilisesi, Makedonya İsim Krizi'nde de kilit (ve bloke edici) rol oynamaya çalışmıştı. Dolayısı ile, Çipras'ın Kilise ile ters düştüğü ve milliyetçi-muhafazakar kesimlerin giderek ortaklaşmaya başladığı bir karşı ittifak oluşuyor. Hal böyle iken, Türkiye'den bir “zeytin dalı” gelse, Heybeliada Ruhban Okulu'nun açılması gibi bir adım atılsa, Yunanistan için etkisi büyük olurdu. Türkiye'nin, Avrupa Birliği ile ilişkileri açısından da, çok büyük bir açılım sağlanırdı.
 
Ne var ki, biz bu coğrafyada beraber kazanmayı sevmiyoruz; karşımızdakinin bize de zarar verecek kaybı bizi daha çok mutlu ediyor beraber kazanmaktan...Yeter ki, hezeyan olsun, ortam köpürsün, mıyıl mıyıl şikâyet edelim, vıdı vıdı arkadan konuşup duralım; beraber çıkmak yerine beraber batalım. Yeter ki, kötücül olalım ki, kötülük kazansın. 

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums