Bekir Ağırdır: AK Parti’nin çekirdek kitlesi yüzde 35’ten 26-27’lere düştü

Bekir Ağırdır: AK Parti’nin çekirdek kitlesi yüzde 35’ten 26-27’lere düştü
2.07.2019 - 06:50
1177

Bekir Ağırdır: Gül ve Babacan'ın açık özeleştiri yapmadan inandırıcı olması zor

 YSK'nın iptal kararının ardından 23 Haziran'da yenilenen İstanbul seçiminin sonuçlarına dair en yakın tahmini yapan KONDA Araştırma'nın Genel Müdürü Bekir Ağırdır, seçim sonuçlarında görülen 9 puanlık farkın 4 puanının 31 martta sandığa gitmeyen gençlerden geldiğini söyledi. Ağırdır'a göre, Cumhur İttifakı'na oy veren 2 puanlık bir kitle de 23 Haziran'da Millet İttifakı'na oy verdi. 

Abdullah Gül ve Ali Babacan'ın kurması beklenen yeni partinin, Davutoğlu'nun kuracağı partiden daha fazla şansı olduğunu ancak Babacan'ın da hankipları bulunduğunu belirten Bekir Ağırdır "Geçen 15 yılda veballeri yokmuş gibi davranarak bu işten sıyrılamazlar. Gül ve Babacan'ın açık özeleştiri yapmadan inandırıcı olması zor" ifadelerini kullandı. 

Ağırdır, Ak Parti'nin "her ne olursa olsun yine de AK Parti'ye oy verecek" çekirdek seçmeninin yüzde 35^ten yüzde 26-27 düzeyine gerilediğini vurguladı.

Hakan Aksay'ın sorularını yanıtlayan KONDA Genel Müdürü Bekir Ağırdır'ın açıklamaları şöyle:

“Beş puanlık fark, 31 Mart’ta sandığa gitmeyen genç seçmenlerden geldi”

Evet, soğukkanlı bir değerlendirelim, seçimler geride kaldı niye böyle oldu? Niye böyle büyük bir farkla çıktı? Ne oldu?

Birkaç tane temel dinamik var. Ben tabi seçimler deyince analizleri toplum üzerinden ya da seçmen üzerinden yaptığım için oradan başlayayım.

Dört ana dinamik var:

Bir tanesi İstanbul’un gençleri. Yani otuz yaş altındaki, on buçuk milyonun içinde kabaca üç buçuk mertebesinde, dört milyona yakın genç seçmen var. Bu genç seçmenlerin yarıya yakını zaten siyasetten umutsuz, partisiz, ülkenin geleceğinden hatta umutsuz, öfkeli ve kırık…

Özellikle son iki-üç yıldır eğitimdeki dalgalanmalarda dikkate alınırsa artık eğitim üzerinden, alın teri ve emekleri üzerinden ya da kendi çabalarıyla daha bir hayata ulaşma arzusu ihtimalinin giderek hayatta kalmadığını, yoksulluğun kalıcılaşmakta olduğunu, sınıfsal kökenlerini değiştirme ihtimalinin olamadığını görüyorlar, derin bir umutsuzluk ve öfke içindelerdi. O seçmen kitlesi bir de üstüne üstlük sokaklardaki bütün hayatın, hangi internet sitelerine girip girmeyecekleri, hangi internet yazıları ya da hangi tweetleri takip edip etmeyeceklerine bile Ankara’dan denetlendiği, her şeyin soyut, ahlaki, herkese göre farklı anlamlar taşıyabilecek soyut, ahlaki referanslara göre tanımlanabildiği bir hayata itiraz ettiler. Ve ilk kez bu seçimlerde, o seçmenlerden aşağı yukarı hani sekiz puanlık fark nereden geldi ya da dokuz puanlık fark konuştuğumuza göre, aşağı yukarı benim tespit ve kanaatim odur ki en az beş puanlık fark bu seçmenlerden gelen, yani 31 Mart’ta sandığa gelmeyen ama şimdi fikrini değiştirip sandığa gelen. İkincisi…

“Sorun anlatamamaları değil…”

İkincisine geçmeden bir şey hatırlatayım mı? Bugün Abdulkadir Selvi’nin yazısında AKP içi değerlendirmeler var ve orada bir toplantıda seçim sonuçlarının değerlendirildiği, AKP Kadın Kolları Başkanı özeleştiri yaparken ilk söylediği şeylerden biri kadınlara ve gençlere sesimizi ulaştıramadık diyor. Yani demek ki kendileri de bir bunu görüyorlar.

Şimdiye kadar ulaştırıyorlardı da şimdi neden ulaştıramıyorlar. Çünkü mesele ulaştırıp ulaştıramama meselesi değil. Mesele daha önce kurdukları ilişkiyi ve o insanlara sağladıkları vaatlerin bir anda çökmüş olması. Hem ilişki zehirlenmiş, tümüyle çıkar hedefli ilişkiye hatta tehdit temelli yani oyu ver şunu al, çocuğuna iş bulalım gibi…

Karikatürize ediyorum elbette bu kadar basit çalışmıyor hikâye ama doğru anlatabilmek için meseleyi.

Dolayısıyla sorun anlatamamaları değil. On yedi yıldır iktidardalar, yirmi beş yıldır da yerel iktidardalar herkes Ak Parti’nin politikalarının ne olduğuna dair fikri var. Anlatıp anlatamamakta değil, mesele kendi politikalarını revize etmek konusunda kendi değişimlerine kendilerinin de öncülük ettiği bir dönem ya da en azından tetikleyici birtakım politikaların sahibi olan bir parti olarak, ülkede ki değişimleri okuyamamaları… Neyse bu parantezin bir tarafıydı.

İkinci olarak Ak Parti seçmeninin önemli bir kısmının YSK’nın seçimi iptal kararından sonra adalet ve vicdan duygusu zedelendi. Ve seçimden önceki, dört gün önce salı günü, Şirin Payzın’a bu stüdyoda demiştim ki ben Binali Bey 31 Mart’taki oyundan başlamıyor. Yüzde 10’u gibi yani o dört milyon yüz elli bin oyun aşağı yukarı dört yüz binini kaybederek geriden başlıyor demiştim. Nitekim de zaten tamamına bile gelemedi. Dolayısıyla Ak Partili seçmende öyle bir çözülme oldu.

Üçüncü bir dinamik tabii muhalif blok; ilk kez CHP’lisi İYİ Partilisi, HDP’lisi, Saadet Partilisi ve diğer hepsi ilk kez seçim yoluyla Ak Parti’yi yenebileceğini, Ak Parti’yi durdurabileceğini, seçimi kazanabileceğini hissetti, yaşadı ve tattı. O moral, üstünlük sokağa da yansıdı. Nitekim yine seçim öncesi yayında da söylemiştim ilk kez 17 yılık periyota baktığımızda ilk kez muhalif blok seçmeni ve de Ak Parti seçmeninin önemli bir kesimi bu seçimi kim kazanır dediğinizde Ekrem İmamoğlu diyordu. Bu moral ve üstünlük müthiş bir motivasyon sağladı.

“İki puanlık iktidar bloku seçmeni, muhalif bloka geçti”

Dördüncü önemli dinamikse elbette Kürtler yani Apo mektubuydu, şuydu, buydu gibi sürrealist denebilecek bir takım son dakika hamlelerine rağmen Kürtler bu konuda çok açık ve net durdular. Dolayısıyla 31Mart’a göre Kürt oylarından da bir eklenme var. Şöyle toparlarsak o 9 puan ilavenin kabaca 4 ya da 5 puanı yeni seçmenlerden geldi. Önemli bir kesimi Kürtlerden ve 31 Mart’ta seçime gitmemiş, kazanma umudu olmadığı için AKP’ye karşı seçim kazanılamıyor kanaati yaygın olduğu için, CHP’ye kırgınlıklar falan yanı sıra ama asıl motivasyon öbürü… Sandığa gitmemiş HDP ve CHP’liler sandığa gelip oy verdi. Ve elbette bir miktar MHP’den Ak Partiden kayışta var yani hiçte yok değil. Dolayısıyla işin siyasi sonuçları itibariyle asıl kritik dinamik iki puan civarında.

İstanbul seçmeni içindeki iktidar blok seçmeni muhalif bloka geçti. İki puan deyip geçmeyelim çünkü on yedi yıllık bu derin kutuplaşmadan sonra o 51-49 dengesi terse dönmüş oldu. Bunun da siyasi sonuçlarını önümüzdeki günlerde göreceğiz. Varsayılandan, beklenenden daha büyük olacak.

“Kürt seçmen Öcalan’ın mektubunun içeriğine bakmadı”

Kürt seçmen sizin dördüncü maddede saydığınız, belki üzerinde biraz daha durmakta yarar olabilir. Şimdi Sezai Temelli’nin HDP liderlerinden. Bir açıklaması var. Geçen seçimde de yapmıştı bu açıklamayı sonucu HDP belirledi diye. Bilmiyorum bunun ne derece gerçekle örtüştüğünü ya da siyasi olarak doğru olduğunu ama HDP seçmeni ya da Kürt seçmeni açısından enteresan bir son hamle oldu. Öcalan hamlesi oldu. Nasıl? Kitlelerde nasıl bir karşılık buldu bu?

Bence hiç karşılık bulmadı. Yani elbette etkilenenler olmuş olabilir ama konuştuğumuz her bir puanın yüz bin oy anlamına geldiğini hatırlarsak çok kayda değer bir sonuç olmadı. Neden olmadı? Çünkü HDP seçmeni de Kürtlerde seçime üç gün kala yapılan bu mektup hamlesinin içeriğine değil içeriğine bakarak Öcalan eğri söyledi, doğru söyledi, ona uyalım, uymayalım diye zihinlerinde tartıştıkları için değil. Ama bu hamlenin kendisinin seçimlere yönelik manipülatif bir hamle olduğu kanaati kafalarında çok netti. Benim de kafamda çok netti açıkçası senin değil miydi? Yani dolayısıyla ben mektubun içeriğini hatırlıyor musun? dersen ben hatırlamıyorum. Çünkü kimse oradan bakmadı meseleye zaten, Kürt seçmeni de oradan bakmadı. Dolayısıyla o mektubu tasarlayan ya da mektubun üç günden önce çıkarılmasını sağlayanlar terse çalışmış oldu aksine HDP’li ve Kürt seçmen daha da keskin biçimde kırıldı Ak Parti’ye yani bütün bunları yapabiliyorsan daha öncede yapabilirdin. Seçime üç gün kala bunu yapmanın tümüyle manipülatif bir amacı olduğu, içerikten bağımsız olduğu, Kürt meselesinden ya da bölgenin birtakım meselelerine dair beklenip, beklenmeyeceğine dair bir umut içermiyordu. Ya da o umudu destekleyecek herhangi bir söylem, tavır yoktu. Yani artık bu kadar deneyimledikten sonra her şeyi, sadece öyle hiçbir seçmenin zihni boş defter değil. Yani her sabah uyanınca yeni bir defter sayfası açıyoruz. Haberlere bakıyoruz, yeni bir kanaat oluşturuyoruz. İş mi?

Yani o kadar da balık hafızalı değiliz.

Bir kere bu benim çok dertlendiğim ya da öfkelendiğim diyeceğim kusuruma bakmazsan…

Entelektüel dünyanın bu efsanesi, “Türkiye insanı unutur” “Toplum balık hafızalıdır” unutur mu?

Yani hiçbirimiz hiçbir şeyi unutmuyoruz. Hiç kimse ne Madımak’ı unutur. Ne Güneydoğu’da Kürtler arasında ne yaşandığını unutur. Ne 6-7 Eylül’ü unutur. Ne 915’i unutur. Sadece toplum unutmuş gibi yapıyor. Neden unutmuş gibi yapıyor? Çünkü hatırladığı zaman karşılaştığı sorunu nasıl çözeceğine dair ne elinde mekanizmalar var ne de ona yol gösterecek siyasetçiler var. O yüzden unutuyormuş gibi yapıyor. Yoksa unutur mu insanlar? Yani toplumsal bellek diye bir şey var.

Peki enteresan bir konuda demin kısaca altını çizdiğiniz bu moral, üstünlük meselesi bu herhalde yıllardan sonra ilk kez yaşandı. On yedi yıldır defalarca vurguladığınız bir şey var. Hani bizim akvaryum dediğiniz, hani ne yapar ederler kazanırlar, kazanamasalar zaten gitmezler falan… Orada nasıl bir kırılma yaşadık.

İlk kez seçim yoluyla Ak Partinin geriletilebileceğini gördü insanların bir kısmı. Halbuki belirli bir kısmı yani siyaset yapanlar örneğin muhalif partilerde bile bu umutsuzluğu yaşamadılar da onun için siyaset yapıyorlar zaten. Ama özellikle ülkenin entelektüel kesiminde, medyanın bir kesiminde ve bizim akvaryumda böyle bir kanaat vardı. Bu neyi üretiyor çünkü toplum sıkıştığı zamanlarda aydınlarına bakar. Toplum sıkıştığı zaman derdin içine düştüğü zaman siyasetçilerine, akademisyenlerine, okumuş yazmışlarına bakar. Bana bir yol gösteriyor mu diye. Sade vatandaş sokakta problemleri tespit eder. Orada yaşadığı için eder. Ama o problemlerin çözümünü bilmeyebilir. Bilmesi de beklenemez zaten.

Sokakta ki huzursuzluğun çözümünün kutuplaşmayı aşmak olduğunu sen, ben biliriz ya da  söylemeliyiz ama sokakta ki insan kutuplaşma mı? Öyle mi? Böyle mi? Kısmını bilmez ki. Ama gerilimi hissediyor metroya bindiğinde, metrobüse bindiğinde, bakkala, pazara çıktığında görüyor herkes sıkışmaları… Dolayısıyla bu umutsuzluk hali toplumun her sıkıştığı zamanlarda diyelim 2009 ekonomik krizi sırasında da, 2012’den itibaren yaşadıklarımızda da bu umutsuzluk ve sıkışma hali hep vardı. Ama bu ülkenin entelektüel olduğu varsayılan kesimlerinin gardırop a saklanma hallerinden dolayı yol bulamıyordu belki de çıkmak için. Birazcık muhalefet partileri tabi CHP başta olmak üzere, İYİ Parti de HDP de, Saadet Partisi de hakkını teslim etmek lazım. Muhalif partilerin hepsi çabalayarak biraz da bu moral, değişebileceğine dair fotoğraf, kendiliğinden üreten yani sokakta kendiliğinden üreten umut ve enerji oluşturdu. O enerji de en azından AK Partili seçmende de yani görüyor, problemleri görmüyor değil ki, sokağa çıktığı zaman insanlar patates fiyatını, soğan fiyatını görüyor. İşsizlik korkusunu bizzat yaşıyor zaten. Ya da eğitim sisteminin, sağlık sisteminin ne kadar çökmekte olduğunu görüyor vesaire. Dolayısıyla o umutlanma ve moral hali ülke yeni bir çıkış bulabilir enerjisi ve umutlanması üretiyor. O zamanda insanlar yarına ve umuda yatırım yapıyor. Geçmişe insanlar oy vermiyor. Eğer ortada geleceği anlatan bir seçenek yoksa evet geçmişe oy veriyor ama ortada geleceği anlatan bir seçenek varsa insan doğası ufka bakmayı tercih eder. Geriye bakarak yürüyen insanlar görüyor musun caddelerde? Hayır.

Enteresan bir şeyde şuydu yine sizin bir söyleşi de belirttiğiniz. İnsanlar rahatlamış gibi yani böyle derken şey demiyorsunuz; sadece kazanan adayların kitlesi değil. Metroda, sağda, solda gördüğümüz insanlar da bir rahatlama var.

Neden bir basınç boşalması oldu? Çünkü gerçekten eğer iktidar oylar ile değişemeyecekse, ortada yaşanan sarsıntıda bir yandan sürüyorsa ki yeni bir şey konuşmuyoruz yahut ta varsayıldığı gibi sadece ağustostan beri yaşanan döviz krizinden ibaret değil meselemiz. Hepimiz görüyor ve biliyoruz ki ekonomide giderek daha entelektüel lafıyla söyleyelim. Orta gelir eşiğine takıldı Türkiye ve aşamıyor daha geriye doğru gidiyor. Konut sektöründeki problemler belli, inşaatta belli, her şeyi, ölçeği daha büyük yapmaya yaslanan ve betona ve inşaata yaslanan bir kalkınma politikasıyla da işin gidemeyeceğini insanlar görüyor. Çünkü istihdam sayıları belli. Eğitim ve sağlık sektörü bozulmaya başlamış. Artık ne eğitimde ne sağlıkta kalite konuşabiliyoruz vesaire. O yüzden insanlar siyaseten bir çıkış yolu olabileceğini görebilmenin huzuru ve bir basınç ve gerginlik boşalması oldu. Böyle bir hani oh dedi. Ama şimdi bu iş bitti ve tüm meselelerimiz halloldu anlamına gelmiyor. Yani ben kazanan tarafta yani CHP’nin İYİ Parti’nin sözcülerinin konuşmalarına falan bazen bakıyorum. Ya da bizim akvaryumdakilerin heyecanına bakıyorum. Hani seri kanlı ve soğukkanlı bir yerden yahu bir dakika deme ihtiyacı hissediyorum doğrusunu isterseniz. Çünkü daha iş bitmiş değil, iş bitmiş derken ülkenin problemlerinin çözümünü bulduk değil. Sonuçta İstanbul’a Büyükşehir Belediye Başkanı seçtik. Ama oyu verirken İstanbul’a Büyükşehir Belediye Başkanı seçmek için oy vermedik. Türkiye’nin gidişatı için oy verdik. Oy veren insanlarda Türkiye’nin gidişatı için oy verdiler. Sadece Ekrem Bey mi? Binali Bey mi? Arasında oy vermediler.

“İktidarın seçimlerden bir sonuç çıkarttığı kanaatinde değilim”

Şimdi bu seçimin yorumlarını biz bir şekilde yapıyoruz ve yapmaya devam edeceğiz. Kazanan ve kaybeden taraflarda herhalde bunu kendilerine göre yapıyor. Şimdi iktidar tarafına bakalım. Orada nasıl bir sonuç çıkarma var? Yani bir taraftan örneğin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın elbette ders çıkartacağız. Görmezden gelmem söz konusu değil vesaire sözleri var. Diğer taraftan AKP içindeki tartışmalarda kendisinin bireysel karar verdiği, istişare yapmadığı suçlamasına bu bir hakarettir diyor. Diğer taraftan Ankara, İzmir ve İstanbul Belediyelerine ilişkin baskıcı bir yetkilerini kısıtlama çabası var. Yani iktidar bu seçimlerden ne sonuçları çıkartıyor acaba?

İktidarın bence seçimlerden bir sonuç çıkarttığı kanaatinde değilim. En azından şimdiye kadar öyle bir emare yok. Yani tabi ki siyasetçi ve bir parti lideri olarak yine seçimin kazananı benim der. Haklıdır da Türkiye genelinde ve 31 mart seçimlerinde de baktığımız zaman iktidar bloğunun 51 oyu var. Yani ya da İstanbul’un 31 mart seçimlerinden baktığınızda sadece Büyükşehir Belediye Başkanlığı oyunu dikkate almazsanız hala iktidar bloğu önde. Ama bunun ürettiği siyasi sonuçlar var. Çünkü ilk kez bu tarafın kazanıyor olması. Ve böyle bir krizin içinden de geçiyor olmamız, bir sürü somut mesele de var ortada dolayısıyla iktidar ne yapabilir? Yani bir kere şu tespiti yapmamız lazım. İktidar bloğunda Beyinle kas gücü arasında bir kopma var. Akıl ettikleri şeyleri artık örgüt yerine getiremiyor. Neden yerine getiremiyor? Çünkü o efsane gibi sözü edilen, hepimizin hayranlıkla gözlediği zaman zaman o örgüt artık ortada yok. Çünkü o örgüt 90’lardan itibaren başlamış sonra 2002 de AK Partiye dönüşmüş o örgütsel yapı, 2011 den itibaren giderek çıkar ilişkilerine mahkum olan, çıkar için ya da sadece güce itaat için orada olan bir başka yapılanmaya dönüştü. Bunu kendi içindeki tartışmalardan da izliyoruz zaten. Dolayısıyla AK Parti örgütü üzerinden gündelik hayattaki bütün o sorunları ihtiyaçları, talepleri öğrenir ve buna cevap üretir yapısından terse döndü yukardan aşağıya emir komutayla çalışan bir yapıya döndü ve üstelik o emirlere uyacak yapı ve kas gücüde kalmadı. Yerel yönetimlerde de aynı hassasiyet sorunu var. Yerel yönetimler üzerinden AK Parti bütün hanelerin ihtiyacını öğreniyordu. Hanelere dayalı politikalar üretiyordu ve yukarıya doğru politikalara dönüşüyordu.

“Ak Parti’nin hanelerle de ilişkisi koptu”

Halbuki orda da en son işte Kadir Topbaşların Melih Gökçeklerin istifa ettirildiği süreçlerden itibaren artık yukarıdan gelen emre uyan yerel yönetimler var. O yüzden hanelerle de ilişkisi koptu. O nedenle bugün Ankara’da sarayda oturup ya da 3-5 kişinin ya da Seta gibi yandaş diyebileceğimiz ne kadar sivil toplum örgütü olduğu tartışmalı aslında bayağı kamu kurumu. Devlet bütçelerinden yararlanabilen bir takım kurumların raporlarıyla falanda AK Partinin düzelebileceğini düşünmüyorum. Benim tespitim şudur AK Parti bir zamanların CHP sine benzedi. Beslenme damarları tıkandı yani ne yeni fikirlerden ne yeni insanlardan yararlanma imkanları kalmadı. Bunu değiştirmekse gerçekten radikal hamleler gerektirir. Değiştirmesi mümkün müdür? Mümkündür. Ama böyle radikal hamleler atabilecekmiş gibi görünmüyor. En azından şuan a kadar AK Partili yöneticilerin konuşmalarına bakılırsa ben en azından öyle bir ipucu görmüyorum. Tek yapabildikleri şey kamuoyuna yansıyanın dışında gençleri anlayalım türünden birtakım çalışmalar orda da gerçekten Türkiye gençlerinin dertlerini, umutlarını, öfkelerini mi anlamaya çalışıyorlar? Muhafazakar ailelerin muhafazakar olması beklenen çocuklarının mı neden bizden değil? Sorusuna mı cevap arıyorlar? O da meçhul…

Dolayısıyla samimiyetle Türkiye gençliğinin yani 20 milyon gencin meselesi nedir? İn peşine düşerlerse çözüm yolu üretebilirler. Ama yahu bizim mahallenin çocukları bile bizden kopuyor. Buna çare bulalım a bakarlarsa daha dar bir pencereden ne meseleleri kavrayabilirler ne de buna bir cevap üretebilirler.

“MHP’nin özgül ağırlığı artacak”

Peki Cumhur İttifakı’nda AKP ile MHP’nin ağırlıklarında bir değişiklik görüyor musunuz?

MHP’nin özgül ağırlığı artacak, artık şunu söylememiz mümkün 51-49 dengesi en azından 50-50 ye geldi ya da 49-51 muhalefetin lehine döndü diyebiliriz. Elbette bir genel seçim havasında olmadığımız için bunlar afaki sayılar olabilir ama artık bir denge oluştuğunu söylemek mümkün. O dengenin içinden baktığımız zaman hatırlayın 2010’da tek başına referandum da tek başına 58 almış ya da 2011 seçimlerinde tek başına 49-50’yi yakalamış bir AK Parti ya da 1 kasımda 50 yi yakalamış bir AK Parti yerine şimdi MHP ile beraber 50 yi yakalayıp yakalayamayacağı ya da 49 bandında olan bir AK Parti konuşuyoruz. İlla ki bir sayı istiyorsan söyleyeyim. Muhtemelen bence Ak Parti artık yüzde 36-37­’lerde MHP de 14, 15’lerde…

“AK Parti’nin çekirdek kitlesi yüzde 35’ten 26-27’lere düştü”

Bu AK Parti’nin 17 yıllık tarihinin en düşük seviyesidir. Daha somut bir sayı olarak şunu söyleyebilirim. Kendi başına AK Parti’nin çekirdek seçmeni 100 seçmen içinde 50 alırken, 35’i çekirdeği dediğimiz yani ne olursa olsun oradan vazgeçmez dediğimiz seçmenler şu anda 26-27’lerde yani artık toplumun dörtte biri AK Parti seçmeni çekirdekten. Öbürleri her an kopup gidebilir. Ya da çoğalabilir illa kopacak diye bir şey de yok. AK Partinin politikalarına bağlı olarak ama şuan da ne olursa olsun bu hafta sonu seçim yapalım desek öldürseniz ben AK Partiden vazgeçmem diyenlerin sayısı 25-26 larda bu da dörtte biri demektir ki bu 17 yıllık dönemde en düşük. Dolayısıyla AK Partinin meselesi daha ciddi, daha ciddi ve uğraşması gerekiyor üstelik bir sır daha var ki aslında bu sır olmaktan da çıktı. Ben bunu çok yerde söylüyorum. Sırrı bir tek ben biliyorum anlamında söylemiyorum ama eee farklı insanlarda söylüyor. Şu sır hani o anektod dan söyleyeyim sende seviyorsun bunu. Muhammed Ali’ye sormuşlar ringe çıkarken her seferinde çok güle oymaya çıkıyorsun. Karşındaki her vurduğunda 300 kiloluk boğa deviriyor hiç mi korkmuyorsun? Demiş ki valla çok korkuyorum ama bir şey biliyorum. Karşımdaki benden daha çok korkuyor. Herkes anladı ve öğrendi ki AK Parti daha çok korkuyor. İktidarı kaybetmekten korkuyor vesaire vesaire… Dolayısıyla büyü bozuldu, korku duvarında çatlaklar oluştu.

Nitekim kendi mahalleri, kendi camiaları içindeki tartışmalara da bakarsan eleştiri dozunun artık hani bırak eleştirememeyi, eleştiri dozunun bile giderek yükseldiği anlaşılıyor. Bu eleştiri dozunun yükselmesi iklimi AK Partiyi sarsıp kendine getirebilir evet böyle de bir ihtimal var. Ya da buna şimdiye kadar olduğu ve bizimde alışık olduğumuz tarzdan her eleştireni tu ka ka ilan ederek, eski CHP gibi her türlü bilgiyi ve insan kaynağından beslenme damarlarını kapamaya devam ederse de o zaman bu çöküşün başlangıcıdır.

İktidara daha doğrusu AK Partiye içinden çıkması muhtemel muhalif partiler düzeyinde az sonra gelelim. Ama şimdi başarıyı kazanan 23 Haziran’da muhalefet cephesine bakalım. Her şeyden önce CHP. CHP ne oldu? Değişti mi? Değişiyor mu?

En azından Kemal Bey bu sefer değişik bir hamle üretti. Yani değişip değişmediği tartışılır belki ama değişik hamle neydi? Kazandığı yani büyük metropollerin 10’dan fazlasını kazandılar buna Adana, Antalya dahil, İstanbul, İzmir, Ankara vesaire… Ve değişik olan şey bunların hepsinin kazanan bütün adayların bir İlçe Belediye Başkanlığından geliyor olması. Yani örgütün insanları, partinin insanları.

Yani bir hikâyeleri var.

Bir hikâyeleri var, iki şöhret diye partiye sonradan entegre edilmiş suni bir biçimde parti listesine konmuş insanlar değildi. Onun için örgüt ilk defa iştahla çalıştı. İki hemen başlangıçta değil, başlangıçta hatta Ocak diyelim hatta Ocak ayında Aralık ayında araştırmalarımıza bakarsak CHP’nin hezimet yaşama ihtimali de vardı. Daha önceki seçimlerde gördüğümüz gibi aday listelerinde, söylemlerinde vesaire… Bu kez en azından hiç hatasız oynadılar oyunu. Kampanya diliyle de öyle adayları itibarıyla da öyle… Dolayısıyla seçmenin henüz yani ben yine şöyle bir metafor kullanıyorum. Hani kaslı büyük erkeklerin güç çekme yarışmaları vardır. Çenesiyle kamyon çekmeler falan. Orada ilk hareket zordur, kamyonu ilk hareket ettirme anı… Burada kamyon hareket etti. Ama CHP’li adayların marifetinden daha çok Tayyip Bey ve Devlet Beyin kurduğu dilin yani arkadan itme nedeniyle…

Ama 31 marttan itibaren ise Ekrem Beyin başarısıyla kamyon çekilmeye başlandı. Ama 31 martta oluşan tabloda da CHP’nin tavrından daha çok iktidar kanadının seçmeni irrete eden, bütün muhalifleri ve farklı seslerin hepsini öcüleştiren tavrının çok etkisi var. Bide ortada somut hayat var. Ekonomik kriz, soğan fiyatları, patates fiyatları, enflasyon, işsizlik oranları vesaire…

Dört bir yanımızda bir sürü mesele var. S 400 ü, ABD’si vesaire… Dolayısıyla insanlar bütün bunları görüyordu. CHP şunu sağlamış oldu ilk kez ya bir ciddi alternatif olarak bir kulak kabartsak ya dedirtmiş oldu. O kulak kabartmaya ya da aklı, gözü, yüreğin gözünü ona doğru çevirmeye bundan sonra yapacakları belirli olacak. Ama en azından şimdilik kendine baktırttı. Ya da kendine kulakların açılmasını sağladı. Dolayısıyla bundan sonraki süreçte eğer bu seçilen Belediye Başkanları yeni modeller, yeni yol yordamlar konusunda, kent politikaları konusunda başarılar elde ederlerse bu süreç devam edebilir ama üretemezlerse de o zaman yeniden Ankara’da büyük siyasi aktörlerin ne yapacaklarına bağlı olur her şey…  

Yani CHP değişti, oldu bitti her şey demek için çok erken yani işte bir takım şeyler var özellikle yerel yönetimleri güçlendirmek, 89 hatasını yapmamak gibi vesaire… Yeni adımlar atıyorlar, programı yenileyeceğiz diyorlar kısa sürede falan… Bir çaba var ama ne olacak?

Programı yenileme lafı edildiği için söylemekte fayda görüyorum. CHP’nin kimi sözcülerinin , CHP’nin kimi kurumsal tavrı böyledir deme hakkım yok. En azından öyle bir izlenim yok. Ama kimi sözcülerinin konuşmalarından ve yapılanlardan şöyle bir şeyse aranılan şey CHP’nin sağcılaşmasıysa Türkiye’nin ihtiyacı sağ-sol ekseninden bakarak sağcılaşmak değildir. Ya da Türkiye’nin ihtiyacı Muhafazakarlar, Sekülerler ya da Kürtler diye üçlü yaşanan toplumsal kutuplaşmanın birinden yana ya da yokmuş gibi yapmakta değildir. Türkiye’nin ihtiyacı bütün bu katmanları bilerek, onları da kapsayan, daha yukarıdan bir siyaset üretmek ile çıkılabilir bu sıkıntılardan ve Türkiye insanının ihtiyacı da budur. Halbuki işte bazı aday seçimleri içinde bunu söyleyebiliriz. Yani muhafazakarlar, sekülerler, Kürtler üçlüm kutuplaşmasından bıkıp muhafazakar kitlenin büyüklüğünden de yola çıkarak Ekmeleddin İhsanoğlu ya da İlhan Kesiciler diyerek başlayan süreç böyle yamalarla devam edecekse CHP’nin sonu yine hüsrandır. Türkiye insanının ihtiyacı olan şey sağcılaşmak veya yeni sağ politikalar değil. Türkiye’nin ihtiyacı kendi kimlikleriyle, onuruyla yaşayabileceği ortamın koşullarını konuşabilme meselesi… Herkesin kimliğine saygı duymak meselesi ama bir kimliği baz almak, bir kimliği esas almak, bir kimliği başatmış gibi kabullenmek değildir mesele. O yüzden CHP için çok kritik bir kavşak var orada bu kavşakta yanlış tercihlerde bulunursa evet farklı süreçler çalışmış olur ama yeniden 89-92 krizine dönebilir. 

Evet, şimdi seçim sonuçlarında İmamoğlu’nun, Kılıçdaroğlu’nun vesaire bunların bir rolü var. İktidarın hatalarının rolü var vesaire pek çok faktör var. Peki muhalefet kendi içinde gerek millet ittifakı gerekse onunla işbirliği içinde olan güçler HDP’de dahil… Kendi içinde nasıl durur? Yani bundan sonrasını nasıl görüyorsunuz. Sağlam bir birliktelik mi?

Şu tespiti yapalım mı? Ekrem Bey için oy vermiş olan 4 milyon 800 bin insan bir siyasi birliktelik içinde değil. Bir itirazda ortaklar ama bu itirazda Kahrolsun AKP tarzı bir itiraz değil. Bu gidişat, karmaşık sorunların içinde bunların çözülemeyeceğine olan ve iktidarın da bu sorunların çözümü olmadığı gibi  bu sorunların kaynağı da olduğuna dair bir kanaat… Şimdi o 4 milyon 800 bin insanın ya da onları temsil ettiklerini söyleyen partilerin yeni bir siyasi birlikteliği anlamına gelmiyor bu. Bu insanlar sadece Tayyip Erdoğan iktidardan gitsin amacıyla da bir araya gelmediler ya da başörtülüler okullara giremesin artık diye de bir araya gelmediler. Bu insanlar bu gidişatta hükümetin payını ve sorumluluğunu görerek bir araya geldiler. Şimdi bunun yeni bir siyasi heyecana dönmesi için bir ortak umudun inşasına ihtiyaç var. Bu ortak umutta sadece bu 4 milyon 800 bin oyu anlamak üzerinden yapılamaz benim tezim. 10 buçuk milyon seçmenin ihtiyacını ve talebini karşılayan yeni bir siyasi programla olabilir bu işin bir yanı. İkinci yanı muhalefet partilerinin henüz böyle bir siyasi programları olduğunu da sanmıyorum. Her birisi farklı ama şunu anlamak zorundayız ki bu gidişatın temel karakteristiklerinden biriside o. Başkanlık sistemi ya da adına Cumhurbaşkanlığı dense de Başkan sistemine dayalı Başkanlık sistemi gibi de tuhaf bir uygulamamız var bizim. Bu sistemin doğal sonucu siyasetin üç partiye inmesidir. Neden? Çünkü bizim daha önceki seçim sistemimiz temsiliyete dayanıyordu. Barajı geçen her parti bir şekilde parlamento da 2 milletvekili 22 milletvekili temsil ediyordu. Bu sistemde bütün konsantransyon Balkan seçimine odaklandığı için, başkan seçimi içinde 50+1 e ihtiyaç duyulduğu için ittifaklar kaçınılmaz. Ve ittifaklar kaçınılmaz olarak kalıcılaşacak. Belki de bir süre sonra sadece 3 partiye indirgenecek. Tabelaları olabilir ortalıkta ama bir siyasi ittifaklar kaçınılmaz hale gelmiş olacak. Burada mesela hangi partilerin hangi hedefler için bir araya geldikleri, bugüne kadar oluşan bu ittifaklaşma, AK Parti yandaşlığı, karşıtlığı üzerinden oluştu. Ama buradan sürdürülemez. Buradan daha büyük bir başarı elde edilemez. Bu ihtiras siyaseti. Halbuki bizim yeni bir umut inşaya ihtiyacımız var. Dolayısıyla da yeni kurulacaklar, yeni kurulmayacaklar, eskiler, yeniler her neyse ama hepsi birden hangi çünkü Türkiye’nin meselesi şudur; bu kadar katmanlı meseleleri nasıl çözeceğimizi konuşmak, halbuki bizim siyasetçiler hep kim çözer diye görüyor meseleyi…

O yüzden hangi hedef için partiler bir araya geliyor, hangi ilkeler için geliyor bunlar her partinin kendi içindeki yorumlar. Ama en azından temel hedefler ve ilkeler anlamında mutabakatlara bakmış olmamız lazım. Peki muhalefet dağınık görünüyor da iktidar değil mi? İktidarda parçalı yani MHP’nin devleti güçlendirme politikaları AKP’nin de politikaları olmuş durumda bir yandan evet bir parti devletine mi dönüşüyor diyoruz ama bir yandan da AK Parti de devletin bir parçası haline dönüşüyor. Sonuçta bildiğimiz tüm dünyada da gözlenen Türkiye de biraz daha renkli bir şekilde yaşanıyor belki ama bir küresel ara buzul denen var. Ve yeniden bildiğimiz 30-40 yıl önceden ulus devlet denilen modelleri yeniden güçlendirme çabası var insanlığın. Ama bütün buradan insanlığın be Türkiye’nin çözümleri çıkmaz o nedenle yeni bir siyasi yapılanma ülkenin sorunları için hangi ilkeleri baz aldığımız ve hangi hedeflere yürüdüğümüze dair tartışmalardan çıkar. Buradan bakınca henüz muhalefetinde kafasının çok net olduğunu gözlemleyemiyoruz. Ama üretilen bu başarı bunlara bu başarıyı verecek. Bizim akvaryum dediğim ülkenin entelektüel sermayesinin, kapasitesinin, yönetme maharati yüksek bu kesimlerinde hayata dahil olması, yerel yönetimlerde hükümetin sıkıştırmalarına karşı üretilecek yeni yol ve yordam gibi birçok enerji şimdilik muhalefetin lehine çalışıyor. Onun için böyle giderse muhalefetin başarı potansiyeli daha fazla görünüyor.

“Babacan da, Davutoğlu da hükümettelerdi, kabinedelerdi, kamuoyunu uyararak hiçbir politikaya itiraz ettiklerini duymadık”

Şimdi AKP cephesindeki bölünme eğilimlerine gelelim. Oradan iki parti çıkacak gibi. Davutoğlu’nun partisi ve Gül ile beraber davranan Ali Babacan’ın partisi diyelim şimdilik bunlara. Bunların hükümete çok fazla zayıflık getirir mi? Ya da bununla birlikte karşı tarafa millet cephesine bir güç getirebileceğini düşünüyor musunuz? Çünkü bugün yazdığı köşe yazısıyla T24 ailesine katılan Fikret Bila’da buna dikkat çekti. Yeni partiler muhalefet cephesine katılabilir.

Şimdi doğrudur tabii teorik olarak ama şöyle bakıyorum ben doğrusunu isterseniz. Davutoğlu’nun şansı olduğunu sanmıyorum zaten başta. Ya da şöyle söyleyeyim her iki grupta yani Babacan ve Davutoğlu gruplarının başarısı parti tabelası asmak, seçimlere girebilmek, 40 ilde ve ilçelerinde örgütlenmeyi başarabilmiş bir parti olmaksa bunu başarabilirler. Hem de 3 günde 5 günde başarabilirler. Ama toplumdan oy almaksa başarı her iki grubunda handikapları var neden?

Çünkü her iki grup da AK Parti’nin içindelerdi üstelikte imza yetkili konumdalardı. Hükümettelerdi, kabinedelerdi. Kamuoyunu uyararak hiçbir politikaya itiraz ettiklerini duymadık. Toplumun karşısına çıkıp çok açık yüreklilikle açıklama yapmadan parti tabelası asmakta başarılı olurlar ama oy almak başka bir şey demin söylediğim örnekte ki gibi Türkiye insanının balık hafızalı olmadığını onlar da görürler. Türkiye insanı öyle balık hafızalı falan değil. Ama başka bir taraftan bakarsak Davutoğlu’nun handikapı daha fazla çünkü Babacan ve Gül kadrosu en azından dış kredisi açısından İstanbul burjuvazinin desteği açısından siyasi meseleler yokmuş gibi davranarak ekonomik politikaları öne koyan bakışlar açısından bir şansa sahip gibi algılar yaratıldı ortalıkta. Bu mümkündür doğru buradan baktığımızda bir heyecanda yaratabilirler Davutoğlu’na kıyasla… Ama demin dediğim gibi iki grup içinde handikap olan mesele hiçbir özeleştiri yapmadan toplumun karşısına çıkmak. Yani hiç mi vebalin yok? Peki kurduktan sonra ne olur? Kurduktan hemen sonra millet ya da iktidar bloğuna katılırlar diyemiyorum ben çünkü her ikisinin de söylemlerine manifesto denen Ahmet Davutoğlu’nun daha dünkü bile konuşmalarına bakılırsa AK Parti politikalarının yenilenmesini vurgulayan yada AK Partinin 2002 deki pozisyonuna geri dönmesini savunan yaklaşımlardan besleniyorlar. Bütün bunların bir geçerlilik payı var elbette ama ıskaladıkları önemli bir şey var. 2002 den 2019 a bu ülkenin sosyolojisinde, ekonomisinde, kentlerinde, metropollerinde hayat ve dinamikler ve toplumsal doku değişti. Kendilerinin değişimine öncelik ettiği bu sosyolojinin bugünkü ihtiyaç ve taleplerine değil de hala geleneksel 2000’lerin başındaki tespitlerden yola çıkıyorlarsa o zaman benimde bugün bir dostum aradı. 94’te bizim hazırladığımız Tarhan Beyin ve benimde arasında olduğumuz bir Cumhuriyet programı vardı. Bakarsan o programı bugün bile uygulasak hala geçerliymiş diyorum ben. O dostumuzda bunun için telefon etmişti. O kitabı yeniden dağıtsana diye. Ama gerçekçi olalım 20 yılda bu ülke insanının 20 milyonu bir kere kentlere göç etti. 94 teki insanlar yok. 2000 lerde ki insanlarda yok. 2019 da karşımızda yeni bir toplumsal doku var. Bu nedenle ben iki tarafta da bu dokuyu anlamaya çalışan bir emare görmedim. Belki de ben yanlış bakıyorum. Siyasetin dinamikleri farklı çalışıyor bilemem. Ama benim bakış açımla evet parti kurabilirler eğer başarı buysa ama toplumun ne kadarının desteğini alacaklar emin değilim.

Erken seçime gidilir mi?

Son olarak erken seçimin gündeme gelebileceğini düşünüyor musunuz?

Mümkün yani İstanbul seçimleri tek başına bunu yaratmaz ama hem oluşan farkın büyüklüğü, bir kere iktidar bloğunda yarattığı hayal bozukluğu dışarıya her ne kadar yansımamış olsa da dehşet büyük olduğu çok açık. İki MHP’nin özgül ağırlığının da artacağı çok açık. S 400  krizi gibi, Suriye meselesi gibi Akdeniz ya da Avrupa Birliği gibi dış meseleler ya da içerideki ekonomik sarsıntı, toplumsal kutuplaşmalar gibi meseleler birleşerek bir etki yaratabilir. Ya da artık ne denir? Katalizör rolü İstanbul seçiminin daha büyük olabilir. Ama ben hemen 1 yıl içinde bir seçim beklemiyorum doğrusunu istersen. Hala Başkanlık makamına bu kadar yetki tanınmışken hem iktidar bloğunun her türlü aktörünün hem de örtülü koalisyonlarının bu güçten hemen vazgeçeceğini düşünmüyorum. Onun için 2020 de değil ama 2021 de bir seçim olacağı kanaatindeyim. Ama 2023 e ulaşmamızda zor.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums