Etyen Mahçupyan: Çözüm sürecini samimiyetle savunanlar kaybetti

Etyen Mahçupyan: Çözüm sürecini samimiyetle savunanlar kaybetti
9.05.2020 - 14:56
2681

 Ruken Hatun Turhallı

BasNews – Türkiye’de, coronavirüs pandemisi gölgesinde siyasetin belirsizleştiği bir süreçte yeni partiler doğdu. Bu yeni partilerden kuruluşu daha kısa bir süre önce ilan edilen ve liderliğini bir dönemin Başbakanı Ahmet Davutoğlu’nun yaptığı Gelecek Partisi’dir.

Gazeteci-Yazar ve bir dönem Başbakanlık görevi yürütmüş Ahmet Davutoğlu’nun Başdanışmanı ve Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcısı Etyen Mahçupyan ile Türkiye siyaseti içerisinde kendine yeni yer açmaya çalışan Gelecek Partisini, partilerinin Kürt sorununa yaklaşımını ve çözüm yöntemlerini, kendisinin de aktif olarak rol aldığı barış sürecinin bitiş nedenlerini tartıştık.

Etyen Mahçupyan çözüm sürecinin bitirilmesine yönelik şu noktalara dikkat çekti: “Çözüm süreci içerisinde çok şüpheci olanlar, bunun bir taktik olarak yürütülmesi gerektiğini düşünenler veya bunu çok samimiyetle sahiplenen ve savunanlar vardı. Ve bu ikisi arasında konjoktüre göre bazen bir taraf, bazen de diğer taraf daha güçlü hale geldi. Sonuç itibariyle çözüm sürecini samimiyetle savunanlar kaybetti. Bunu iktidarın içerisinde olan insanlar da kaybettiler. Devletin içerisinde olan unsurlar da kaybettiler.”

Kamuoyu sizi ağırlıklı olarak gazeteci, yazar kimliğinizle tanıyor. Bir süreliğine Ahmet Davutoğlu’nun Başbakanlık döneminde Başdanışmanlık görevi yürüttünüz. Şimdi de aktif bir siyasete dahil oldunuz ve Gelecek Partisi Genel Başkan Yardımcılığı görevi yürütüyorsunuz. Aktif siyasete girmeye neden ihtiyaç duydunuz?

Aslında bu bir ihtiyaç meselesi değil. Böyle bir şeye her zaman ihtiyaç var. Türkiye’de zaten yazı yazıyor ve kamusal alana yönelik bir şeyler söylüyorsanız, kendi çapınızda siyaset yapıyorsunuz demektir. Benim açımdan siyaset, insanları etkilemeye ve insanların düşüncelerini bir şekilde değiştirmeye çalışmaktır. Bunu yapısal bir çerçeve dahilinde yapabilme şansı doğduğu zaman, böyle bir zemin oluştuğunda ya da böyle bir davet alındığında, insan bunu yeniden düşünüp, imkanları elveriyorsa yapmak istiyor. Bende şu an aktif olarak herhangi bir gazetede yazmıyorum. Herhangi bir bağlantım yok. Zaman olarak müsaidim. Ahmet Davutoğlu sonuçta iyi tanıdığım birisi. Eskiye dayalı bir tanışıklığımız ve karşılıklı bir güven ilişkimiz mevcut. Böyle bir teklif gelince, zaten benim için doğal bir geçiş oldu aslında. Şunu da belirtmek isterim; küçük bir parti olması bir avantaj. Nihayetinde küçük bir partiye katılmak her zaman daha kolaydır. Çünkü bu parti yeni kurulacak ve sizin katkılarınız ve emeğiniz olacak. Bir anlamda herkes ve her şey yeni. Dolayısıyla kendi açımdan doğal bir geçiş olduğunu belirtebilirim.

Mahçupyan: Bu hükümet günaha giriyor

Gelecek Partisi, Türkiye siyaset arenasında hangi boşluğu doldurmaya aday. AK Parti içerisinde görev yapmış denenmiş kadroların ağırlıklı olarak oluşturduğu bir hareketin yeni şeyleri başarma şansı size göre nedir?

Doğru. Arkadaşlarımızın büyük çoğunluğu AK Parti’den geldi ve gelenler zaten AK Parti’den memnun olmayanlar. Yani AK Parti’nin 2012 – 2013 yıllarından sonra başlayan, 2015 sonundan itibaren de apaçık hale gelen ve sürekli olarak olumsuzluğa doğru giden görüntüsünden rahatsız olan insanlar. Dolayısıyla şu anki iktidarla zihinsel veya duygusal bir bağları bulunmamakta. Hatta şunu çok rahatlıkla söyleyebilirim AK Parti’den ayrılarak, Gelecek Parti’sine katılan arkadaşlarımız psikolojik olarak daha sert muhalefet yapma ihtiyacı duyuyorlar. Çünkü kendi düşüncelerine göre, uzun dönem hizmet ettikleri parti bir şekilde yoldan sapmış ve onları tatmin etmeyen, hatta ülkeye zararlı bir noktaya doğru yol aldığını düşünüyorlar. Bu nedenle böyle bir partinin içerisinde bir süre kalmış olmak, maalesef bu arkadaşlarımızı rahatsız ediyor. Dolayısıyla çok daha sertler ve AK Parti’den daha uzak bir siyasi bakışı temsil etmek üzere bu partiyi kurma amaçlı yola çıktılar.

“Partimizin yüzde 70’i AK Parti geçmişi olanlar diğer yüzde 30’u geçmişi AK Partili olmayanlardan oluşuyor”

Arkadaşlarımız Gelecek Partisi’ni kurduklarında AK Parti’yle hiç alakaları olmayan birçok insanı da bir araya getirdiler. Yani Gelecek Partisi’nde yer alanların yüzde 70’i belki AK Parti geçmişi olan insanlar, fakat diğer yüzde 30’u geçmişte AK Parti’yle hiç alakaları olmayanlar. Bu anlamıyla yeni ve ilginç bir sentez üretme peşinde Gelecek Partisi. Dolayısıyla oluşturacağı siyasette biraz bu minvalde ilerleyecek. Türkiye’de kuşkusuz muhafazakar bir taban bulunmakta ve muhafazakarlığın getirdiği alışkanlıklar, hassasiyetler mevcut. Bu nedenle Gelecek Partisi kaçınılmaz olarak bunları dikkate alan bir parti olacak. Çünkü parti üyelerinin büyük çoğunluğu zaten muhafazakar kökenli. Ama öte yandan muhafazakarlıktan dolayı gelinen noktadan rahatsız olan insanlar da bulunmakta. Bu ne demek oluyor? Muhafazakarlığı yeniden tanımlamak, bunu demokratik bir çerçeve içerisinde, demokrat zihniyetin perspektifi ışığında yeniden değerlendirmek isteyen insanlar. Parti esas olarak bu şekilde. Yani her türden insan mevcut içerisinde. Ama bence partinin esas olarak muhafazakarlığın daha demokrat bir çerçeveye oturtulması için yola çıkmış olduğunu söyleyebilirim. Partideki en kalın damarın bu olduğunu belirtebilirim. Yani dışarıdan bakıldığında objektif olarak görülecek tablo bu.

Gelecek Partisi Kürt sorununu nasıl okuyor. Kürt sorununun çözümüne yönelik olarak nasıl bir yol haritası öngörüyor?

Kürt meselesinde geçmişte çok inişli ve çıkışlı bir süreç izlendi. Bir sürü zemin yakalandı ve o zeminler maalesef doğru kullanılamadı. Her iki tarafında bariz hataları vardı burada. Yani bir tarafta örgüt, diğer tarafta Türkiye’deki iktidar. Her ikisinin içerisinde çözümden yana olanlar da, olmayanlar da bulunuyordu. Böylesi bir denge halinde elimize birçok fırsat geçti, fakat ne yazık ki kullanılamadı. Ben bunun doğru kullanılamamasında 2 sebep olduğunu düşünüyorum. Birincisi; bir güvensizlik durumu söz konusuydu. İki tarafta birbirine hiçbir zaman güvenmedi. Bir kere bu güven ilişkisi oluşmadan çözüm süreci zorlanmaya ve aranmaya başlandı. İkinci olarak; Suriye tabi ki… Suriye’deki durumlar ortaya çıktıktan sonra, yani Suriye’nin PKK için bir zemin olarak tanımlanması nedeniyle hem PKK’nin tavrı değişti, hem de Suriye’nin bu şekilde kullanılacağını düşünen iktidar açısından da çözüm sürecinin anlamı değişti. Ve ikisi de çözümden uzaklaştılar. Şimdi bütün bunlar yaşandı ve bitti.

“Şu an geldiğimiz noktada biz çok küçük bir partiyiz ve çözüme yönelik birkaç ilkesel bakışımız var”

Şu an geldiğimiz noktada biz çok küçük bir partiyiz ve birkaç ilkesel bakışımız var. Bir tanesi şu; Kimse artık tek başına bu sorunu çözemez. Burada yeni bir muhalefet ve yeni bir kamusal alan üretilmesi gerekli. İkincisi; Kamusal alan sadece siyasi partilerle üretilemez. Sivil toplumun işin içerisinde olması gerekiyor ve bir güven ortamının, güven çerçevesinin adım adım yaratılması gerekiyor. Üçüncüsü; İnsan hakları bağlamındaki bütün haklar sorgusuz, sualsiz kabul edilmek zorundadır. Yani mesela anadil gibi… Zaten bunun artık bir tartışma zemini yok. Anadil birilerinin başkalarına verebileceği bir hak değil, zaten kabul edilmesi gereken bir hak. Dördüncüsü; Vatandaşlık olayının yeniden düzenlenmesi gerekiyor ve bunun sadece Kürt vatandaşları için değil, Türkiye’de yaşayan bütün vatandaşlar için yapılması gerekiyor. Etnik kimlikten bağımsız bir vatandaşlık tanımının ortaya çıkması ve de bunun operasyonel olması gerekiyor. Bütün bunlardan sonra tamamen zamana bırakılmış olarak ve toplumun demokratik seviyesi ile bağlantılı olan durumlar var. Mesela, yerel yönetimlerin ne kadar inisiyatif kullanabileceği veya kullanamayacağı gibi başlıklar ve sorular var. Bunları biz şu an zamana ve partnerlere bırakmak istiyoruz. Çünkü bunlar tüm Türkiye olarak konuşularak ancak karar verilecek olan şeyler. Ve yine yerel yönetimler dediğimiz zaman da sadece Güneydoğu’yu veya ağırlıklı Kürt vatandaşlarımızın yaşadığı yerleri düşünmüyoruz. Tüm Türkiye’yi düşünüyoruz. Tüm Türkiye’deki yerel yönetimlerin merkez karşısında daha güçlü hale gelmesinin gerekliliğini düşünüyoruz. Fakat bunun hayata geçirilmesinin tüm Türkiye’de yürütülecek tartışmalarla ve bir konsensüse vararak ancak olabileceğini de savunuyoruz.

Çözüm sürecinde samimi çalışmalar yapan belirgin şahsiyetlerden biriydiniz. Sizce çözüm sürecinde herhangi bir samimiyet söz konusu muydu, yoksa bir taktik yaklaşım mı ağır basıyordu?

Şu şekilde bakabiliriz; Türkiye devleti, hükümeti ve iktidarı da hiçbir zaman monolitik olmadı o süreç boyunca. Şu an daha monolitik. Yani şu an baktığımız zaman iktidarın içinde ve iktidarın ortakları arasında görüş ayrılığı yokmuş gibi bir durum söz konusu. Ama çözüm sürecinde durum bu şekilde değildi. Çözüm süreci içerisinde çok şüpheci olanlar, bunun bir taktik olarak yürütülmesi gerektiğini düşünenler veya bunu çok samimiyetle sahiplenen ve savunanlar vardı. Ve bu ikisi arasında konjonktüre göre bazen bir taraf, bazen de diğer taraf daha güçlü hale geldi. Sonuç itibariyle çözüm sürecini samimiyetle savunanlar kaybetti. Bunu iktidarın içerisinde olan insanlar da kaybettiler. Devletin içerisinde olan unsurlar da kaybettiler. Hatırlarsanız MİT müsteşarlarına bir baktığımızda, bazıları epeyce açık şekilde Kürt meselesinin çözümcü bir sürece sokulmasını ve böyle çözülmesini savundular. Bunu devletin içerisinde de çok savundular. Ama onlara rağmen de olmadı. Çünkü başka insanlar da devredeydi ve konjonktür de bir parça aleyhe dönünce çözüm sürecinin imkanı kalmadı.

Etyen Mahçupyan: PYD doğrudan bir tehdit oluşturmuyordu; mesele ...

“Çözüm sürecine inanmayan ve karşı olanlar çok güçlendiler”

 Çözüm sürecine inanmayan ve karşı olanlar çok güçlendiler. Yani ortada karar verilmiş, taktik ya da stratejik bir yaklaşım aslında hiçbir zaman olmadı. Bireysel görüşüm olarak şunu da belirtebilirim; Türkiye Cumhuriyeti devleti ve hükümetleri zaten hiçbir zaman o kadar sağlam şekilde önceden tasarlanmış projelere stratejilere sahip olmadılar. Bugün bile işler o şekilde yürümüyor. Bugün ağırlıklı keyfi yürüyor. O zaman öyle değildi. İçyapı sanıldığından daha çok çoğulcuydu, ama bu dışarıdan gözükmüyordu. Bütün mesele bu. Şeffaflığın olmadığı bir ülke Türkiye. Dolayısıyla devletin ve hükümetin içerisindeki çoğulcu yapılar çoğu zaman dışarıdan gözükmüyorlar. Ve o çoğulcu yapılar gözükmedikleri için zayıf kalıyorlar. Konjonktür biraz kötüye gittiği ve biraz tedirginlik başladığı anda, Tayip Erdoğan’ın tavrı çok belirleyici oldu. Bahçeli ile iş birliğine geçtiği andan itibaren tamamen işler o yöne doğru kaydı ve diğer tarafın önünü kesti. Diğer taraf bu tavrı görünce geri çekilmek, ağızlarını kapamak zorunda kaldılar, cesaretlerini kaybettiler ve kamusal alanın da dışına çıktılar. Sonuç itibariyle şunu belirtebilirim; bu tarihsel bir fırsattı ve herhangi bir kişinin ya da gücün tek başına çözebileceği bir mesele değildi. Çoklu aktörlerin denk gelmesiyle ancak olabilecekti. Çok kırılgan bir durumdu zaten. Ama şansı vardı. Ne yazık ki bu şans heder edildi.

Çözüm süreciyle birlikte Kürtler de siyasi çalışma sahasında mücadele etme azmi tavan yaptı ve Kürt hareketi gelişti diyebiliriz. Bu durum HDP boyutunda seçimlere yansıdı. 7 Haziran seçimlerinde HDP ilk kez parti olarak seçimlere girdi ve barajı aştı. Ama birdenbire Türkiye’de siyasal atmosfer değişti. Daha sonra seçim iptali ve 1 Kasım seçimleri durumu yaşandı. Bütün bu gelişmeleri nasıl yorumlarsınız?

7 Haziran’a doğru giderken var olan şey, Tayip Erdoğan’ın ‘Başkan’ olmak üzerine kurduğu bir stratejisi vardı ve başkanlık sistemini getirmek istiyordu. Bir kere burada 7 Haziran seçimlerinde AK Parti’nin kaybetmesi meselesi mevcut. Diğer taraftan HDP’nin Türkiyelilik siyasetini öne çıkarmasıyla aldığı sempati var ve bunun getirdiği Türk dünyasında ve Türk tabanında büyük, iyimser bir hava mevcut. Ama bunun yanı sıra HDP’nin büyümesinden dolayı tedirginlik duyan çevreler de söz konusu. Yani biraz önceki soruya verdiğim yanıttaki gibi, devletin içerisinde çözüm sürecinin bitmesinden sonra, herhangi yeni bir çözüm sürecinin başlaması olasılığına karşı olanların sayısı artmaya başladı ve çözüm süreci taraftarları arka plana itilmeye başlandı. Dolayısıyla bir anlamda giderek daha milliyetçi bir hükümet yapısı ortaya çıkmaya başladı.

“Hendek siyasetinin’ başlaması, çözüm istemeyen adamların eline en büyük kozu verdi”

Böyle bir durumda, 7 Haziran 2015 seçimlerinden hemen sonra ‘hendek siyasetinin’ başlaması, bu adamların eline zaten en büyük kozu verdi. Çünkü zaten bu adamlar ‘Türk camiasına’ dönüp şunu söylediler; “Biz size söylemiştik, bakın işte haklı çıktık. Örgüt her eline geçen fırsatı, çıkarı temelinde kullanacaktır. Bunlarla iş olmaz.” Bu noktadan sonra hükümetin ve hele Türkiye Cumhuriyeti devletinin kendine has bakışını da bildiğimize göre, zaten başka bir yöne gitmesini beklemek olamazdı. Buradaki olay şudur; Eğer Türkiye Cumhuriyeti’nin içerisinde bu sorun çözülecekse, Türkiye Cumhuriyeti’ni yönetenlerin içerisinde partner bulmanız gerekli. Ve bu partnerlerin azınlıkta olduğunu bilerek davranmak ve dikkat etmek gerekiyor. O partnerleri kaybettiğiniz zaman zaten geriye karşıtlar kalıyor. Karşıtlar da zaten çoğunlukla kaba bir Türk milliyetçiliğinden yanalar. Ondan sonra da zaten bir çözüm falan olmaz yani.

7 Haziran sonrası o dönem Başbakanlık görevi yürüten Ahmet Davutoğlu’nun HDP ile hükümet kurmaya dönük bir eğilimi var mıydı sizce?

Hendek olaylarından dolayı bu seçenek hiçbir zaman gelişmedi. Henüz seçimler yeni sonuçlanmışken hendek olayları başladı. Kandil’den bir sürü açıklamalar yapıldı ve zaten bir savaş ilanı oldu. Türkiye koşullarını veri aldığımız zaman, mevcut koşullarda kimsenin HDP ile iş birliği yapma ihtimali yoktur. Burada gökten inmiş bir cumhuriyetten bahsetmiyoruz. Tarihsel koşullarda, ortaya çıkmış bir cumhuriyet bu. Özellikleri var. Bu özelliklerini beğenmeyebiliriz. Ama var. O özellikleri yok sayarak bir siyasi analiz ya da öngörüde bulunamayız. Onun için de şöyle söyleyebilirim; Kürt meselesinde çözümü üretmek çok zor ama baltalamak çok kolay. Bu iki taraf için de çok kolay. O dönemdeki ‘Hendek olayları’ da Türkiye’de ki milliyetçilerin eline aradıkları fırsatı verdi zaten. Ondan sonra da artık hiç kimsenin HDP ile iş birliği yapma şansı yoktu. CHP’de yapmadı zaten. Herhangi bir yakınlaşmada her zaman mesafe açmaya çalıştı. Bugün bile halen diğer partiler çok yakın olmamaya çalışıyorlar. Peki ama neden yakın gözükmemeye çalışıyorlar? Elbette HDP’den çekindikleri için değil. Ama yarın PKK’nin ne yapacağını bilmedikleri için uzak durmayı kendi çıkarları açısından doğru görüyorlar. HDP’nin PKK siyasetinin altında kalacağını düşündükleri için böyle davranıyorlar. Eğer HDP daha kişilikli bir parti olabilseydi ki bu da Türkiye koşullarında olabilir mi, olamaz mı ya da bu gerçekçi bir istem midir? bu ayrı bir tartışma konusu, diğer partiler özellikle CHP, çok daha rahat davranma şansına sahip olabilirdi.  Ama maalesef mevcut durumda bunun zemini yok.

Hendek olayları döneminde dönemin Başbakanı ve şimdiki Gelecek Partisi Genel Başkanı Ahmet Davutoğlu’nun Sur’a yönelik ‘Sur’u Toledo gibi bir şehir haline getireceğiz’ şeklinde bir açıklaması oldu.  Kürtler bundan çok rahatsızlık duydu. Siz bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?

Tamamen bir yanlış anlaşılma durumu söz konusu burada. Hatta anlaşılamama durumu. Çünkü Ahmet Davutoğlu için ‘Toledo’ tamamen güzel bir örnek. Yani kentin tarihsel birikimini açığa çıkartan bir istem. Toledo İspanya’nın en eski ve en korunmuş kenti. Sur’u, Toledo yapacağız denildiği zaman bir medeniyet projesinden bahsetti Davutoğlu. Ama karşı taraf bunu anlamadı. O da onların anlamadığını anlayamadı muhtemelen. Ve öyle kaldı. Yani bu tür şeyler sonradan siyasallaştırılmış da olabilir veya o andaki psikoloji içerisinde siyasallaşıyor olabilir ama kendi esas anlamının dışında bir hale geldi.

Türkiye’de ki son yerel seçimlerde CHP aktif ve açık bir şekilde HDP tabanının desteğini almayı başardı. Bazı CHP’li Büyükşehir Belediyeleri, Kürtçe anadilde kurslar açacaklarına dair vaatlerde bulundular ve birçok yerde vaatleri yerine getirdiler. Sizce CHP’nin Kürt sorununun çözümünde kendi açısından yeni bir perspektife kavuşması mümkün müdür?

Şunu söyleyebilirim CHP bunu istiyor. Özellikle Kılıçdaroğlu ve çevresindeki daha reformist, daha açık fikirli insanlar Kürt meselesinde daha yumuşak bir tavır ve HDP ile beraber tabi her konuda olmayabilir ama birçok konuda, özellikle iktidarın karşısında durulduğu taktirde birlikte hareket etme potansiyelini korumaktan yana bir bakışa sahip. Ama CHP de ‘arkaik’ bir geçmişten geliyor. Ve CHP içerisinde de her türden insan mevcut. Kılıçdaroğlu Genel Başkan olduğu için şu an onun fikirleri daha revaçta gözüküyor olabilir, ama Kılıçdaroğlu Genel Başkan olmazsa belki bambaşka fikirlere kayacak CHP. Maalesef hem taban hem teşkilat olarak bu şekilde. Yani Türkiye Cumhuriyeti’nin devleti değil sadece, siyaset alanı, siyasi partileri bence henüz ergenlik çağındalar. Henüz adım adım bugünkü Batı dünyasındaki gibi birer siyasi partiye dönüşebilecekler veya dönüşemeyecekler. O da belli değil yani. O bakımdan ben bu yeni kurulan partilerle beraber, Türkiye siyasetine yeni bir nefes gelebileceğini düşünüyorum. Yoksa bütün siyasi partiler çok dar ve genellikle de milliyetçi, devletçi bir alanda şekillendiler. CHP’de böyle. Bu nedenle CHP’yi değiştirmek çok zor. Ama niyet olarak bu durum var ve şu an görevde olan Belediye Başkanları nezdinde iyi niyetin sahaya aktarılma şansının olduğu görülüyor. Kılıçdaroğlu’da bunu zorluyor. Bunun da çok onurlu bir davranış olduğunun altını çizmem gerekli.

Yakın dönemde yeni bir ceza infaz düzenlemesi çıkartıldı. Bu düzenlemeyle cezaevlerinden bazı tutuklular serbest bırakıldı. Fakat siyasetçi, gazeteci, yazar, düşünür vs. halen tutuklu bulunmaktalar ve bu infaz düzenlemesinden yararlanamadılar. Size göre bu düzenlemenin mantığının temelinde olan şey neydi?

Bu düzenleme esas itibariyle örtülü bir af. Aslında gerçek bir infaz yasası değil. Kendi içerisinde eşitsiz, hakkaniyetsiz ve tek tek detayları incelediğimizde bir sürü yanlış ve hasarlı yönü olan bir yasa. Ama ona rağmen Tayip Erdoğan ve Devlet Bahçeli’nin anlaşmasıyla gerçekleşti. Zaten Devlet Bahçeli’nin uzun zamandır ısrar ettiği bir şeydi bu. Tayip Erdoğan da bir yere kadar direnebildi. Bence artık direnemiyor. Çünkü şu an MHP’ye son derece muhtaç. Zaten bu infaz yasasının maddelerine baktığımız zaman bunu rahatlıkla görebiliyoruz. İnfaz yasası üzerinden daha da otoriterleşmenin tohumlarını attı aslında iktidar. Bu yasanın içerisinde öyle maddeler var ki, mesela tutukluluğu daha da meşru hale getirecek ve özellikle de tırnak içerisinde söylüyorum, ‘fikir suçu’ bağlamındaki tutuklulukları daha kolay ve daha uzun süre hapiste tutmayı sağlayacak maddeler mevcut ne yazık ki. Yani bu infaz yasası hem bir af yasası hem de aslında otoriterliği daha da derinleştirmek üzere kullanılan bir araç. Onun için de  bana göre tamamen gayri – meşru ve büyük bir hukuki demokratik skandal.

Gelecek Partisi’nin Kürdistan Bölgesi’ne yönelik bir politik duruşu var mı? Davutoğlu Başbakanlık görevi yürüttüğü dönemler de Kürdistan Bölgesi ile çok güçlü ve değerli ilişkilere imza atmıştı. Bundan sonra da Davutoğlu’ndan böylesi adımlar bekleyebilir miyiz?

Kürdistan Bölgesi yani Kuzey Irak’taki yönetimle çok yoğun ve yakın bir ilişkimizin olmasını arzuluyor ve bunu da önümüzdeki dönemde geliştirmeyi düşünüyoruz. Tabi hiç kimsenin hesaba katmadığı bu coronavirüs durumu bunları ister istemez erteletti. Ama çok muhtemelen yaz sonrasında ilişkileri daha sistematik olarak kurmayı planlıyoruz. Bizim bakışımız bu konuda çok açık; şiddete bulaşmadığı sürece ‘Kürt Dünyası’ ile bir bütün olarak ilişkide olmak ve bu ilişkileri derinleştirmek istiyoruz. Burada elbette ki Kuzey Irak en önemli aktör. Yani onsuz olamaz zaten bu işler.

Benzer bir soru olarak Gelecek Partisi’nin Rojava Kürdistanı’na yönelik yaklaşımı nasıl olacak?

Partimizin genel anlamdaki tutumu, dediğim gibi şiddet var mı, yok mu sorusu ile çok basit olarak ilişkili. Yani şiddet kullanan siyasetlerle ve siyasetçilerle birlikte hareket etme ihtimalimiz kesinlikle yok. Şiddet kullanmayanlarla ise parça bazında ve anlaştığımız her konuda iş birliği yapma ihtimalimiz söz konusu. Biz bunlardan birincisinin, olabildiğince minimumda olmasını arzuluyoruz. Yani Kürtlerin de zaman içerisinde şiddetten tamamen uzaklaşarak siyaset yapmalarını ümit ediyoruz. Ve öyle olduğu zaman da kendi rolümüzün hem bölgede ve hem de Türkiye’de çok daha fazla olacağını düşünüyoruz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums