Geçmiş olsun ama artık herkesin yakın çevresinde mutlaka en az bir Covidli var. Kaybettiğimiz dostlarımızın, hastanede can çekişen yakınlarımızın, evde tedavi gören tanıdıklarımızın sayısı her geçen gün artıyor. Şahsen tanımasak bile isimlerini duyduğumuz yüzlerce insan hastalıkla boğuşuyor.
Pandemi kişisel bir sorun değil. İki adım geri çekilip, meseleye dürbünle değil çok katmanlı bir pertavsızla bakmaya çalışalım:
Coronavirus, 2019 Aralık ayında sevimsiz cemalini gösterip 2-3 ay gibi kısa bir sürede başta ABD ve Batı Avrupa ülkeleri olmak üzere bütün dünyaya yayılmaya başladığında, tıp dünyasının yanı sıra sosyal bilimler evreni de meseleyi anlamaya, tahlil etmeye çalışıyordu. Tarihçiler, iktisatçılar, toplumbilimciler mevcut duruma ilişkin gözlemlerini sunarken, artık pandemi niteliğini kazanmış olan salgının geçmişini inceliyor, dahası geleceğe ilişkin öngörü ve tahminlerini yayınlıyordu. Daha çok akademik çevrelerde gerçekleşen bu entelektüel faaliyet, belki Amerikan basınında ilk başta çok fazla yer almadı ama Batı Avrupa’da, özellikle İngiliz Guardian ve Fransız Le Monde ile Libération gazetelerinde vulgarisé edilmiş (Sadeleştirilmiş, herkesin anlayabileceği biçime sokulmuş) makaleler hatta bildiriler halinde okura ulaştı. Egemen düzenin, yani neo-liberalizmin ideolog ve sözcülerinin hiç de hazırlıklı olmadığı bir döneme giriliyordu. Çünkü bu ilk neşriyatta, kapitalizmin sonunun geldiği, başta sağlık sektörü olmak üzere özelleştirmelerin insan hayatı için ne kadar büyük bir engel olduğu, çevrenin önem ve değerinin arttığı öne sürülüyordu. Bu öngörüler uyarınca, sistem iflas ediyordu. Bu durumda, kapitalizmin temsilcileri ya ufak tefek rötuşlarla düzeni muhafaza etmeye/sürdürmeye çalışacak ya da teslim bayrağını çekeceklerdi. Bu metinlerde hep daha iyi, yani daha adil, daha eşitlikçi, daha özgür, daha yeşil, daha zengin bir gelecek vaat ediliyordu. İlk sokağa çıkma yasaklarında ’’Kapitalizmin çalışmasını istediği her şey durdu’’ başlıklı yazılar çıktı. Pandemi zaman ve mekanda güç kazandıkça, evet gerçekten sistemin bütün zaafları ortaya çıkıyordu. Egemenlerin, yüzlerce yıldır taş üstüne taş koyarak ve baş üstünde baş keserek inşa ettikleri koskoca kapitalizm, mikroskopik bir virüse yenik düşüyordu. Durum alarm vericiydi. Hele bir de kimi uzmanların, ‘’Sosyalizm ışığı çakmaya başladı’’ mealindeki öngörüleri yerleşik düzenin sahiplerini endişeye sevkediyordu. Kuşkusuz, konuya daha temkinli yaklaşan uzmanlar da vardı. Onlar, kapitalizmin esnekliğini, kendini yenileme ve adapte etme gücünü hatırlatarak, neo-liberalizmin bu fırtınadan da sağ salim çıkabileceği görüşündeydiler.
Virüs peydah olalı neredeyse bir yıl oluyor. Mevcut manzaraya baktığımızda bir kaç boyut ön plana çıkıyor:
Sonuç olarak Coronavirus, sadece tıp gözlükleriyle ele alınıp, incelenebilecek, anlaşılabilecek bir olgu değil. Şu son bir yıl, virüsün olağanüstü siyasi, ideolojik, ekonomik, toplumsal ve kültürel bir hadise olduğunu gösterdi. Bir yıllık deneyimin kanıtladığı bir başka gerçek de şu: Pandemi, kapitalizmin yarattığı/yol açtığı kitlesel bir felakettir ve neo-liberal yöntemlerle alt edilemez.
Egemenlerin kârı uğruna, ‘’ekonominin çarkı dönmeye devam etsin, önceliğimiz üretim ve ihracaat’’ derseniz, ekonomiyi de çöküşten kurtaramazsınız, binlerce insanın ölümünü de engelleyemezsiniz. Çünkü ekonomi çarkı ancak sağlıklı insanlar tarafından sağlıklı insanlar için döndürülebilir. Üstelik, çöken herhangi bir ekonomi bilahare ayağa kaldırılabilir (Bkz. 2. Dünya savaşından sonra Japonya ve Almanya) ama ölen insan diriltilemiyor.
|
||||||||||
|
Aradığın Evi Bul. Emlak8.Net
Dijital Reklam Ajansı Serbay Interactive