AB ile yeniden başlamak…

  • 12.10.2020 00:00

 1999 yılı Aralık ayında AB Konseyi Türkiye’yi AB tam üyeliğine aday adayı ülke olarak belirlediği o günü çok iyi hatırlıyorum.

Sevinçten adeta ayaklarım yerden kesilmişti.

Sevincime neden olanlar; Türkiye artık 75 yılı aşkın bir cumhuriyet olarak hukuk devleti ve güçlü bir demokrasiye sahip olmak için yola çıkan bir ülke olacaktı. Göz kamaştıran şeylerdi bunlar…

Rahmetli Turgut Özal’ın Başbakanlığı döneminde 1987 yılında Türkiye, AB’ye tam üyelik başvurusunda bulunmuştu.

AB Konseyi tam on iki yıl sonra bu başvuruya olumlu yanıt vermişti.

1999 yılından sonra ki, ilk rapor 1998 yılında yayınlanmıştı.

AB Komisyonu Türkiye ve diğer aday ülkeler için yıllık durum raporları düzenleyerek açıklamaya başladı.

Bu raporlar adeta o ülkelerin yıllık karneleri gibiydi.

Ancak Türkiye’nin Avrupa serencamı oldukça eskiye dayanıyordu.

1959 yılında rahmetli Adnan Menderes’in başbakanlığı döneminde Türkiye, o zaman sadece ekonomik birlik olan Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) ile ortaklık için başvuruda bulunmuştu.

Araya 1960 askeri darbesi girince bu ortaklık anlaşması ancak 1963 tarihinde imzalanabildi.

Meclis tarafından 1964 yılında kabul edilen bu anlaşmayla Türkiye, topluluk dışı bir ülke olarak AET üyesi ülkelerle ticari ve ekonomik ilişkisini böylelikle kurmuş oluyordu.

Bu durum özel sektörün yeni yeni gelişmesi ve sanayileşme adımlarının atıldığı döneme denk geliyordu ki bu Türkiye için tam isabetle alınmış bir karardı.

Evet, Türkiye Cumhuriyeti kırkıncı yılında ekonomide de yüzünü Batı’ya döndürmüş oluyordu.

Türkiye – AET ilişkileri bu aşamadan sonra Karma Parlamento Komisyonu toplantılarıyla uzun yıllar sürdürüldü.

Bu görüşmelerle Gümrük Birliği ve tarifelerinde karşılıklı entegrasyona doğru yol alınıyordu.

1995 yılında ise Tansu Çiller’in başbakanlığı döneminde AB ile yenilenen Gümrük Birliği anlaşması ile Türkiye, AB tarihinde üye olmadan birliğe giren ilk ve son ülke oldu.

Ve Anlaşma 1 Ocak 1996 tarihinde yürürlüğe girdi.

Daha sonra AB Konsey’i 2004 yılında Türkiye’nin durumunu aday adayı ülke statüsünden aday ülke statüsüne yükseltti.

2005 yılında ise tam üyelik için 35 fasıldan oluşan müzakereleri başladı.

Ancak müzakereler bir türlü yürümedi.

Bunun siyasi açıdan AB ve Kıbrıs Rum yönetiminin engellemeleri olduğu kadar, Türkiye’nin, AB kriterlerini yerine getirmekte ki isteksiz ve sorumsuz davranması da neden oldu.

Bunun en bilinen nedeni Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemeyen iç ve dış güçlerdir.

Türkiye içinde devletçi, milliyetçi çevreler bu süreci sabote etmek için ellerinden geleni yaptılar ve halen yapmaktalar.

Nedenleri açıktır, devletin demokratik bir hukuk devleti olmasına karşılardır.

İnsan hak ve özgürlüklerinin gelişmesi ve özgürlükçü bir demokrasinin kurumsallaşmasını zinhar istememektedirler.

İstedikleri Avrupa’nın zenginliğinden bizde nemalanalım ancak demokrasi ve hukuk tarafı kusur kalsın.

Bugün de bu çevrelerin AB ile ilişkilerinde tek sorunları yenilenmiş Gümrük Birliği anlaşmasına dahil olmaktır.

Ancak AB Komisyonu, 2020 Türkiye raporunda “Türkiye AB üyeliğinin artık çok uzağında kaldı.” diyor.

“2018 yılında ilan edilen OHAL halen kalkmamış gibi” diyor.

“Yargı bağımsızlığını tamamen yitirmiş. Hakim ve savcıların belirlenmesinde ve atanmasında liyakat, objektivite ve başka önceden belirlenmiş somut kriterlerin yokluğu devam ediyor.” diyor.

“Düşünce ve ifade özgürlüğü tanınmıyor.” diyor.

“Güneydoğu bölgesindeki durumun endişe yaratmaya devam ediyor. 47 yerel belediyenin seçilmiş başkanlarının kayyım ile değiştirilmesi 2019 yerel seçimlerine dair tüm süreci sorgulamaya açıyor.” diyor.

“Sivil toplum kuruluşları baskı altında ve özgürce hareket edemiyor. Gezi davası ve AİHM kararına rağmen Osman Kavala’nın tutukluluğu bu alandaki gidişatı görmek açısından belirleyici oldu. STKlar yasama sürecinden uzak tutulmaya ve bürokratik engellerle karşılaşmaya devam ediyorlar.” diyor.

Yalnız bunları diyen Avrupa, iş yaptırımlara veya AİHM kararlarına geldiğinde yazdığı gibi cesur davranmıyor.

En somut neden göç korkusu olarak biliniyor.

Türkiye’nin kendi üzerinden Avrupa’ya göçü daha da kolaylaştıracak adımları atmasından korkuyorlar.

1-2 Ekim tarihinde Brüksel’de toplanan AB Konseyi toplantısında özellikle doğu Akdeniz gerilimi nedeniyle bir yaptırım kararı bekleniyordu. Ancak yaptırım yerine “Doğu Akdeniz’de tek taraflı davranma, Yunanistan’la da görüş” tavsiyesi çıktı.

Konsey Türkiye’ye “Eğer uygunsuz göç edenler için Geri Kabul Anlaşması şartlarına uyarsan bizde seninle Gümrük Birliği ve Vize Serbestisi konuları yeniden görüşebiliriz. Yok eğer uymazsan ise yaptırım seçenekleri masada duruyor.” dedi.

Yani havuç sopa siyaseti yaptı.

Bu süreç ‘Pozitif Gündem’ olarak adlandırıldı.

Türkiye’ye AB raporu üzerinden ve de birde bizim üzerimizden bakacak olursak elle tutulacak hiçbir yanı kalmadı.

“IMF’ye beş milyar dolar borç veren bir ülkeden” meteliğe kurşun atan ülke durumuna geldik demek ekonomiyi özetlemeye yetiyor. Belki de IMF kapısına gitmekten başka çaresi olmayan bir duruma düşürüldük.

Ne yapalım?

Siz dolara bakmıyorsunuz ama dolar sizi kendine bakmaya mecbur etti.
Bence, AB sürecinde tekrar müzakere sürecine güçlü bir şekilde dönmeye en çok Türkiye’nin ihtiyacı var.

Hazır, arada Pozitif Gündem oluşmuşsa bunu da fırsata çevirerek “nerede kalmıştık” diye ilişkileri onarmak ve güçlendirmek akıllıca olur derim.

Yok, sen aklını kendine sakla derlerse de saklarım.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums