AYM üyesine neden kızgınsınız, ‘Anayasaya aykırı ama evet oyu vereceğiz’ mi dedi?

  • 20.10.2020 00:00

 Anayasasızlaştırma, anayasanın askıya alınması, hukuk devletinin sona ermesi, AYM’nin fiilen ortadan kaldırılması…

Türkiye’de anayasanın temel ilkelerinin canına okunması süreci geçen hafta mı başladı? Muhalefet partileri geçen hafta mı kuruldu? Ülkenin anayasası yıllardır her Allah’ın günü yok sayılırken, muhterem muhalefet partisi vekilleri, twit atmak ve hiçbir işlevleri olmayan TBMM çatısı altında soru önergesi vermek dışında ne yaptı? Bu noktaya gelinmesinde bir payları olduğunu düşünmüyorlar mı? Yoksa en kötü huyları, çok iyi kalpli olmaları mı!

Çeyrek yüzyıldır AYM üzerine okuyor, anlatıyor ve eleştiriyorum. Türkiye’deki her kurum gibi AYM de, başına gelenlerde büyük pay sahibi. Saygınlık rica ya da talep edilen değil, hak edilen bir konum. AYM uzun süredir saygınlığını zedeleyen kararlar ‘da’ veriyor. Korkunun ecele faydası olmadığını, herhalde iyiden iyiye fark ediyorlardır şimdilerde. Diğer kurumlar da er geç anlar.

AYM anayasaya girdiği 1961’den bugüne Türkiye demokrasisi için en önemli kurumlardan biri. 27 Mayıs öncesinde gündeme geldi, DP’nin son yıllarında muhalefet tarafından gerekli bir denetim organı olarak konuşulup görüşüldü, 1924 Anayasası döneminde iki-üç istisnai görüş (ve hâkim kararı) olmakla birlikte yargı organları ve akademi, ‘anayasa tarafından açıkça yetkilendirilmemiş yargının anayasaya aykırılık denetimi yapabileceğine’ ikna olmadı ve sonunda AYM, 1961 Anayasası’nda yer buldu.

O gün bugündür sağ siyasete dert olmuştur AYM. 1961’den bugüne Türkiye’yi, kısa süreler haricinde hemen her zaman sağ parti ve koalisyonların yönetmesi, derdin bir nedeni. Diğer nedeniyse, AYM’nin ‘yargısal aktivizmini’ zaman zaman hak ve özgülükleri güçlendiren değil, kısıtlayıcı biçimde sergilemesi.

İlk aşamadaki büyük talihsizliği, 1961 Anayasası’nın kendisini sahiplenmeyen iktidarlar elinde kalışıydı. AYM de bundan nasibini aldı. Türkiye merkez sağının/DP-AP çizgisinin kullanmayı çok sevdiği sözcüklerin bir kısmı, Celal Bayar’ın armağanıdır! Mahkeme, özellikle 1965 seçimleri ardından giderek ‘milli iradeye getirilen ortaklar’ klişesiyle anıldı. Bu tepkinin pek azının o ‘aktivizmden’, kalanının ise ‘denetlenmek ve sınırlanmaktan’ hiç hazzetmemekten, dizginsiz yönetme isteğinden kaynaklandığı kanısındayım.

AYM, zamanında Demirel ve Özal tarafından da eleştirildi. Buna mukabil günümüzden farklı olarak onlar her şeye rağmen, haklı ya da haksız, eleştiriydi. Anayasa yargısı yer aldığı tüm ülkelerde siyasetçileri kızdırır. Son derece doğal, çünkü onlar için çok önemli olan bazı yasaları uygulanır olmaktan çıkarır. İşlevine uygun biçimde siyaseti etkiler. Bu yüzden yönetenler AYM’ye atanan üyelerde belirleyici olmak için fırsat kollar. Kendi siyasi eğilimlerine uygun hâkimler olsun isterler. Bakın şu anda ABD’de Trump, vefat eden kadın hâkim Ginsburg yerine, giderayak bir üye atamak için kırk takla atıyor. Obama’nın son yılında üye atamasına engel olmuştu Senato. Anayasa yargısının mucidi ABD’de, baba Bush’un atadığı rahmetli hâkim Rehnquist’in oyuyla, oğul W. Bush başkan seçilmişti. Bu denli etkili olabiliyorlar.

AYM’ler siyasetçileri kızdırır, siyaset üzerinde etki yapar, eleştirilir vs. Ancak bu kadar. İçişleri bakanları ile muhatap olmaz, hakarete uğramaz ve hedefe konulmazlar. Mahkeme üyeleri saygın hâkimlerdir ve saygınlıklarının kaynağı konumları, kararları ve kuşkusuz o kararlara uyulmasıdır. ‘AYM kararına uymayan bir ilk derece mahkemesi’ cümlesini başka bir dile çevirirseniz, eğer o dillerin konuşanı ‘ileri demokraside’ yaşamıyorsa, hiçbiri ne söylemek istediğinizi anlamayacaktır.

Yinelemek gerekirse, Türkiye’deki ‘milli iradeciğin’ AYM’ye yönelik kızgınlığının asıl nedeni, ‘denetlenmek’ ve ‘sınırlanmak’ istememesi oldu. Altmış yıldır aynı sözcüklerle benzer cümleler kurmalarının nedeni bu. ‘Denetim sevmeme’ hali ise 1950’lerin DP’sinin ‘çoğunlukçu’ demokrasi yorumundan miras. Özcesi, “TBMM üyeliklerinin çoğunluğu bende, demek ki milli iradeyi temsil ediyorum, kim tutar beni!” 1961 Anayasası ile 1924’teki ‘egemenlik’ tanımın değiştirilip ‘meclisi, egemenliğin temsil edildiği organlardan biri’ haline getirilmesinin ve başkaca özerk kurumlar ile hakimler kuruluna yer verilmesinin gerekçesi buydu. Söz konusu organlar, önceki döneme tepki niteliğindeydi.

AYM geçmiş altmış yıl boyunca bir yandan özgürleştirici kararlar verip pek çok konuda anayasa aykırılığı giderirken, diğer yandan ‘müesses nizamın’ sopası işlevini de yerine getirdi. Burada sayılmasına imkan ve gerek olmayan gurur verici ve berbat kararlara imza attı. 12 Mart ardından, rejimin özellikle iki siyasi oluşuma tepkisi AYM eliyle belirginleşti ve TİP (Türkiye İşçi Partisi) ile MNP (Milli Nizam Partisi) bir refleks olarak kapatıldı. TİP’i sosyalistlikten değil, kongresinde Kürtler’e ilişkin aldığı bir karar nedeniyle ‘bölücülükten’, MNP’yi ise ‘laikliğe’ aykırılıktan kapattılar. Sonraki yıllarda Kürtler ve İslamcılara yönelik bu hat değişmedi. AYM sayesinde Türkiye kapatılan partiler mezarlığına dönüştü.

Çok gerekli ve olumlu kararların yanında; parti yasaklarından Kürt meselesine, kadın erkek eşitliğine, 2007’deki 367 kararına, bazı anayasa değişikliklerinin iptaline, türban kararlarından laiklik yorumuna, çok sayıda ‘eleştirilebilir’ karar verdi AYM. Ben de yirmi küsur yıldır eleştiriyorum. Ancak eleştiri, değerini görmeye engel olmamalı.

Üye yapısı 1961’den sonra 1982’de, 2010’da ve 2017’de değiştirildi. Şu anda, Anayasa’ya göre 15, geçici ve özel bir durum nedeniyle gerçekte 16 üyesi var. Üyelerin üçünü TBMM (yani çoğunluktaki iktidar partisi vekilleri!), kalan on ikisini cumhurbaşkanı seçiyor. Nasıl, sizce de hayli demokratik ve çoğulcu, değil mi! Efendim ABD’de de üyeleri başkan seçiyor ama… Öyle mi şark kurnazları! Nasıl seçiyor peki başkan? Bizdeki gibi mi? Bu konuyu yazı dizisi kapsamında anlatacağım, burada uzatmayayım.

AYM uzun süredir yalpalıyor. Özellikle 15 Temmuz sonrasında bir iki istisna dışında, iktidarı çok kızdıracak konularda anayasayı, AİHM kararlarını vs. görmezden gelebildi. Fakat bazen aykırılık, görmezden gelinemeyecek ya da laf kalabalığıyla geçiştirilemeyecek düzeyde olduğunda kızdırmayı göze alarak ‘olumlu’ kararlar da verdi.

OHAL KHK’leri sorununun bu hale gelmesinin müsebbibi AYM’dir. 1990’lardaki içtihatını değiştirip ‘inceleyemeceğine’ karar verdi. Bu yönde düşünen anayasa hukukçuları var kuşkusuz. Kendilerine hiçbir biçimde katılmıyorum. Bir KHK (yeni sistemde böyle bir kurum yok tabii), OHAL KHK’si ise incelenmez. Ancak OHAL KHK’si olarak önüne gelen metin, OHAL KHK’sinden başka her şeye benziyorsa, eski ve doğru içtihadına uyup incelemeliydi. Korkudan yapamadıklarını düşünüyorum.

İkincisi ve ilki kadar vahimi, AYM’nin 15 Temmuz ardından tutuklanan iki üyesi hakkında Ağustos 2016’da aceleyle ve belli ki büyük endişeyle verdiği ihraç kararı. Kararı oybirliğiyle aldılar ve bu utancın kendilerini ömür boyu takip etmesini dilerim.

Sonunda bir ağır ceza mahkemesi, AYM kararını bağlayıcı kabul etmeyerek (ki aynısını birkaç yıl önceki Şahin kararında da denemiş ve AYM’nin ikinci kararı ardından geri adım atmıştı!) onu yok saydı ve Anayasayı açıkça görmezden geldi. Anayasası uzun süredir askıda olan Türkiye bakımından büyük bir sürpriz değil bu karar, ancak kuşkusuz ciddi bir aşama. Artık kararları bazen bağlayıcı, bazen bağlayıcı olmayan bir mahkeme var orta yerde. Bu arada bir süre önce de (ihraç edilen hâkimlerle ilgili) AYM, AİHM kararını yok saymıştı!

Tahammül etmekte zorlandığımdan, muhalefetten gelen tepkileri tek tek anmayı istemiyorum. Ancak şunu hatırlatmak gerekli sanırım: Türkiye bu hale geçen hafta gelmedi. Hukuk devletinin ortadan kaldırılması, AYM kararının yok sayılması yeni değil. Türkiye’de hukuka aykırılık girişimleri, özellikle belli alanlarda sınanır. Bir adım atılır, tepki ölçülür ve ikinci adım gelir. Başta ‘sol’ olmak üzere muhalefet ve Kürtler’e yönelik uygulamalara (son yıllarda bunlara, FETÖcü oldukları gerekçesiyle ihraç edilenler eklendi) yönelik yaklaşım, genellikle olduğu gibi son zamanların da turnusolü oldu.

Bir haftadır Enis Berberoğlu kararı konuşuluyor ve son derece haklı tepki gösteriliyor. Karşı çıkanlarla aynı kanıdayım. Peki, ne eksik ne fazla, tümüyle aynı hukuksal konumda bir HDP’li siyasetçi olsaydı şu tepkinin onda birine tanık olur muyduk? ‘Olurduk’ diyen varsa, buyursun yazsın, ben de cevabını vereyim. KHK’lilere yapılanlar? Eeee… İmzacı akademisyenlerle ilgili ihlal kararının üzerinden bir yıldan çok zaman geçmesine karşın komisyon tarafından ciddiye alınmaması? Hımmm… HDP’li belediyeler? Yaaaa… Yıllardır yok yere cezaevinde tutulanlar? Aaaaa… Can Dündar’ın mal varlığına el konulması? (ki ‘müsadere’ Tanzimat Fermanı ile yasaklanmıştı!) Hıııı…

Peki Engin Yıldırım? Amaaaaaa… Hâkimler kararlarıyla konuşur canım! Bu konuyu da yazacağım yazmasına da, o ilkenin geçerli olduğu ‘iddia edilen’ memleketlerde mahkeme kararlarına uyuluyor şeker kardeşim. Dolayısıyla yüksek mahkeme hâkimlerinin çileden çıkıp tepki göstermelerine gerek kalmıyor.

Efendim Engin Yıldırım’ı Abdullah Gül atamış da, o yüzden danışıklı dövüşmüş de… Bir mahkeme üyesini, onun kararlarını ve karşı oylarını okumadan, atayan isme referansla eleştirmek, eleştiri değil düpedüz aptallıktır. Engin Yıldırım istifa etmeli öyle mi? Bravo, etmeli ki Erdoğan 12 yıllığına yeni bir üye daha atasın. Hakikaten bravo.

Engin Yıldırım, AYM başkanı içişleri bakanı tarafından olmadık ifadelerle hedef alındıktan bir hafta sonra, durup dururken değil, oybirliğiyle aldıkları karar alt derece mahkemesi tarafından tanınmadığı için tepki gösterdi. Tepkinin şekline şemailine katılmak zorunda değil hiç kimse. O twitte bir darbe iması olmadığını da orta zekalı herkes anladı zaten. Konu, Yıldırım’ın tepki göstermiş olması. Çünkü anayasayı birilerinin koruması, sahiplenmesi gerekiyor. Yıldırım’ın tepkisini değil, diğerlerinin sessizliğini konuşmalı. Kim koruyacak? Yıllardır kim umursadı ve korudu? Nedir yanıtınız?

Muhalefetin, şunca skandala rağmen, hayal dahi edilemez anormalliklerle yüz yüzeyken, hâlâ “Eyvah, ağızlarına laf verildi” telaşına kapılmasını, aklım fikrim almıyor. Vallahi almıyor. Allah bu memlekete yardım etsin.

Bir uyarı ve rica: Değerli yazar ve gazeteci arkadaşlar. Bizde ‘anayasa suçu’ diye bir kavram yok. ‘Anayasaya aykırılık’ (ki AYM tarafından giderilebilir) ve ‘anayasayı ihlal’ (TCK’de yer alan) var. Ama ‘anayasa suçu’ yok. Yok. Yok. Yok.

Yazı önerileri: Konu hakkında çok iyi yazılar çıktı, tekrar etmenin yararı yok. Aşağıya bırakıyorum.

  1. Kemal Gözler- İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi Anayasa Mahkemesine Karşı.
  2. Ali Topuz- Hukukun bedeni, ruhu ve ağzını burnunu kırmak.
  3. Rıza Türmen- Hukuk devletinin ölümü.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Resmi İlanlar

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums