- 28.11.2015 00:00
Cumhuriyet Gazetesi’nin Genel Yayın Yönetmeni Can Dündar ile gazetenin Ankara Temsilcisi Erdem Gül, gerçekliği her gün daha açık ortaya çıkan MİT tırlarıyla ilgili haberi yayınladıkları nedeniyle açılan soruşturma kapsamında, “casusluk ve silahlı örgüte yardım” suçlamasıyla tutuklandılar.
Dündar Erdem’in tutuklanmasına karar veren hukuk değil Cumhurbaşkanı Erdoğan’dır. Erdoğan’ın özel bir TV kanalında Cumhuriyet'i özellikle de Dündar'ı hedef göstererek; “Bu casusluk faaliyetinin içine o gazete de girmiştir. Bu haberi özel haber olarak yapan kişi de öyle zannediyorum ki bunun bedelini ağır ödeyecek. Öyle bırakmam onu.” dediğini hatırlatalım.
Bu tutuklama o “ağır bedelin” ödenmeye başlama noktasıdır. Bu açıdan Dündar ve Erdem, bireysel bir hırsın, intikamın bedelini hukuk eliyle ödemek durumunda kalmışlardır.
GAZETECİ DEĞİL MEMUR İSTİYOR
Erdoğan ve onu destekleyenler toplumsal çoğulculuk yerine çoğunlukçuluğa savrulmuş ve kendi kültürel kimliklerini, siyasetlerini sorgusuz, eleştirisiz biçimde sahip oldukları devlet imkanlarıyla tüm topluma empoze etmek istiyorlar. Bunun en önemli aracının ise medya olduğunun farkındalar.
Basın ve ifade özgürlüğü konusunda yaşadığımız temel sıkıntının nedeni bu hedef.
Muhalif hiç bir ses, görüş istemiyorlar. Medyada gazeteci değil devlet memuru istiyorlar.
Bugün, medyanın büyük bir kesimi, halkın bilgi almasını yani kamusal işlevini, onu var eden, onu ekonomik olarak besleyen siyasi çizgiye feda etmiş durumda. Bunun için bu medya organları, birer siyasi bültene dönüşmüş durumda. Hedef, herkesi sindirmek, bastırmak istiyor. Bunun için işinden ediyor, tazminat ve ceza davaları açıyor. Yetmiyor bir de tutuklatıyor.
SIRRI KORUMAK DEVLETİN İŞİ
Dündar ve Erdem’in tutuklanmasına neden olan MİT Tırları ile ilgili belgelerin yayınlanmasını “devlet sırrı”nın ifşası yani casusluk. Toplumun neyi bilip bilmeyeceğine devletin karar vermesi ancak otoriter yönetimlerde olur.
O belgeleri elde etme ve yayınlama, dünyanın her yerinde gazeteciliktir. Daha önemlisi devlet sırlarını saklamak gazetecinin değil, devletin görevidir. Neyin haber olup olmayacağını, kamu yararının ne olduğuna devlet ya da onun komiseri belirleyecekse bu, gazetecilik değil devlet memurluğu olur.
Gazetecinin görevi, devlet içinde de olsa yasa dışı olanı öğrendiğinde bunu belgeleriyle haberleşmektir. Cumhuriyet’in, Can Dündar'ın, Erdem Gül’ün yaptığı budur.
BİTEN ÖZGÜRLÜĞÜN SONU
Yayınlanan belgelerin devlet sırrı kapsamına sokularak soruşturma açılması, gazeteciliğin ve basın özgürlüğünün sonu anlamına geliyordu. Tutuklanmaları ise keyfilikte yeni bir sınırın geçilmesidir.
Nitekim bir kaç gün önce Erdoğan, MİT Tırlarıyla ilgili, “silah olsa ne olur, olmasa ne olur?” diyerek artık haberin içeriğinin, doğruluğunun bir önemi olmadığını ifade etmiştir.
Hukukun, Türkiye’nin bağlı olduğu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) içtihatları yok sayılarak alınan kararlar nedeniyle evrensel standartlardan uzaklaşarak keyfi yönetimin ideolojik bir aracı haline geliyor.
Evrensel araştırmalarda “yarı demokratik” arasında yer alan Türkiye’de basın da özgür ülkeler kategorisinde değil. Nitekim Freedom House tarafından dünyada “basının özgür olmadığı ülkeler” arasında gösterilen Türkiye, 10 yılda bu alanda en hızlı gerileyen ülkeler arasında. Son bir yılın sonuçlarına göre Türkiye, AİHM’de 47 Avrupa ülkesi arasında ifade özgürlüğünü en fazla ihlal eden ülke.
Basın özgürlüğü ifade özgürlüğünün keyfiliğe, bireysel intikama feda edilmesi ülkenin demokrasiden uzaklaşması anlamına geliyor.
Türkiye’de de olan bu.
MURAT AKSOY / HABERDAR
Yorum Yap