- 6.02.2015 00:00
SURVİVOR ALL STAR!..
ACUN NEDEN BU KADAR BAŞARILI?...
Dün gece gene bütün bir aile Survivor’a kilitlenmiş haldeydik!... Ennihayet bitti de kurtulduk!...
Ama, kurtulduk mu acaba?...
Hiç sanmıyorum, çünkü Türkiye olarak, Türkiye’li insanlar olarak biz zaten her an bir “Survivor” içindeyiz!... Acun’un “Survivor”u sanki suratlarımıza birer maske takarak bizleri de oyuna dahil ettiği için, sahnede herkese kendine göre bir rol biçtiği için bu kadar ilgi topladı sanıyorum... Kısacası, Survivor’da sadece Merve, Turabi, Hilmi Cem, Sahra değil, sen ben, biz hepimiz vardık!... Örneğin ben-ailecek biz hepimiz- kendimizi bir Hasan’la ifade ediyor bulduk orada!..
Eskiden akşamları ailece bütün bir günün yorgunluğunu, stresini atmak için-ve de tabi bir arada olmanın gerekçesini oluşturduğu için- televizyonun önünde toplanarak, şöyle bir kanalları dolaşır herkesin ilgisini çeken bir program bulup ona bakmaya çalışırdık. Bir ara bu görevi- en azından hafta da bir gün-“Muhteşem Yüzyıl” alıyordu!... Ama sonra, ne olduysa oldu birden tartışmasız bir şekilde akşamları tek konuğumuz Acun haline geldi!... “O ses Türkiye”ydi, “Yetenek sizsiniz”di, “Survivor”du falan derken bir baktık ki, artık başka hiçbir kanala bakma ihtiyacını bile duymuyoruz!... Ben gene akşam 19 da haberlere bakıyorum ama, daha haberler bitmeden kızım ve eşim oradan başlıyorlar, “Acun’u aç artık, yetti senin haberlerin”!... Ama sadece bizim aile için mi böyle; eş dost sohbetlerinde de aynı hava hakim!... Bunun da ötesinde, Türkiye genelinde son zamanların en çok bakılan programları hep Acun’un programları oluyor, insanlar onu çok seviyorlar!... Neden dersiniz?
O, “yeni Türkiye”, “yeni Türkiye’nin insan tipi” diyerek yerde gökte aradığımız şey var ya, işte Acun sıradan insanlar için bu duruşu, bu insan tipini çağrıştırıyor da ondan; insanlar bu yüzden onu çok seviyorlar. İnsanlar onda arayıpta örneğini göremedikleri özellikleri, hem başarılı olma halini, ama hem de bunu kendilerinden kopmadan başarma örneğini görüyorlar!...
Evet, “yeni Türkiye” diye diye ağzımızda sakız haline getirdiğimiz o kavramın içeriği Acun’un temsil ettiği o toleranstır, o ideolojik olmayan uzlaşmacı dildir, o herkese eşit mesafede olma durumudur. Yok “Kemalizmmiş”, yok “İslamcılıkmış”, yok “solculuk-sağcılık”mış, şu ya da bu “ideolojik duruş”muş.... o, bütün bunların yanı sıra, bunlardan, bütün bu kutuplaşmalardan bunalan, bunların üstünde “tarihsel bir uzlaşma” zemininde yükselen yeni Türkiye ruhunu-havasını temsil ediyor da bu yüzden insanlar onu çok seviyorlar!... Ve de en önemlisi, o, “ben televizyon sahibiyim” diyerek kendini halktan soyutlayıp fil dişi kuleye hapsetmeden, hala sıradan bir televizyoncu gibi-bir program yapımcısı olarak karşımızda duruyor da ondan!.. Dikkat edin, o ne “Kemalist”, ne “solcu” veya “sağcı”, ne de “İsamcı” bir militan, o, basit, sıradan normal biri... Hem Batı’lı yaşam biçimini, kültürü görüyorsun onda, ama hem de kendine yabancılaşmamış, bu toprakların insanını... İşte Acun olayının sırrı budur!...
Gelelim “Survivor”a!... Biliyorsunuz, “Survivor” yaşamı devam ettirme mücadelesi demek. Bu açıdan bakınca aslında Program tam bir Survivor’u temsil etmiyor. O, daha çok bir yarışma programı. Yarışan iki takım var ortada ve yarışmayı kazanana da ödül olarak yiyecek veriliyor. Onun bu yanını, açlık duygusunu bir kırbaç gibi kullanarak insanları adeta hayvanlaştıran yanını çoğu zaman hep eleştirmişimdir. Bu türden eleştirilerimi hala saklı tutuyorum. Ama olay sadece bu değil. Bütün bunlara rağmen onun temsili olan başka bir yanı daha var. Rekabet ve açlıkla mücadele ortamında insanların kendi içlerinde saklı duran biyolojik yanlarının nasıl ortaya çıktığını da görüyorsunuz burada. O “ben” duygusunun nasıl bilişsel kimliğin-ben’in-yerini alıverdiğini görüyorsunuz... Yaşamı devam ettirme mücadelesinin “ben ya da o” halinde ortaya çıktığı bir ortamda insan ilişkilerinin aldığı şekli görüyorsunuz...
Peki bütün bunlar neden- niçin mi önemli?
Atalarımız insanı “ata binmiş bir jokeye” benzetirler. Buradaki “at” insanın kendi içindeki hayvan oluyor. Bu anlamda insan, duygusal kimliğiyle, nefsiyle kendi içindeki bu atı temsil eden biyolojik varlıktan başka birşey değil. Ama, evrim süreci bu biyolojik yapıya bir de bilişsel üst kat ilave etmiş... Bazan atın üstündeki jokeye, bazan da bir binanın üst katına benzettiğimiz bu bilişsel varlık ise bilişsel bir kimlikle birlikte ortaya çıkıyor. Bizim günlük hayatta “insan olmak”, “rasyonel düşünmek” falan diye ifade etmeye çalıştığımız yanımız hep buradan kaynaklanıyor... Survivor’da madalyonun bu yanını temsil eden-ki bizim kahramanımız da o idi-Hasan oldu!..
Evet, Survivor’a iki türlü baktık biz. Birincisi, oradaki insan ilişkileri açısından
Kim, ne zaman, kendi içindeki biyolojik kimliğine-nefsine-uyarak davranıyor; kim, bütün o rekabet ve yaşamı devam ettirme duygusunun açlıkla sınandığı ortamda, bunlara rağmen kendini-kendi içindeki biyolojik kimliğini- aşarak, en azından onu bastırmasını bilerek bilişsel yanıyla öne çıkıyor, bütün bunları izleyerek baktık... Yarışmacıların kendi aralarındaki bütün o gruplaşmaları, dedikoduları hep bu açıdan izledik, değerlendirdik!... Bu açıdan bakınca da kahramanımız tartışmasız hep Hasan oldu tabi; çünkü Hasan hiçbir zaman açlık duygusuna yenilerek (Turabi ve Merve’nin itiraf ettikleri gibi) duygusal kimliğinin-içindeki o biyolojik varlığının- esiri haline gelmedi...
Bu noktada “neden Hasan” sorusuna daha iyi cevap verebilmek için isterseniz Merve, Sahra, Turabi ve Hilmi Cem örneklerini de birlikte düşünelim:
Merve’nin durumu açık, tam anlamıyla duygularıyla hareket eden, duygusal kimliğinin yönettiği sevimli bir tipti o. Kendi içinde öyle bir ateş yanıyordu ki, kendi deyimiyle “inanılmazdı”-“anladın mı”!!... Damarlarından kan yerine Adrenalin ve Kortizol akıyordu sanki!... Merveyi izlerken çoğu zaman onun için endişelendik de!... Çünkü, her durumda aşırı bir şekilde başarıya odaklanmak ve normalin üstündeki stres hali onun için kronik bir hal almış, onun kimlik oluşturma mekanizmasını belirler hale gelmişti... Böyle bir organizmada bağışıklık sisteminin felce uğrayabileceğini tartıştık kendi aramızda. Ama buna karşılık o hiç rol yapmadı. İçi ne ise dışı da o oldu. Kendi deyimiyle hep “kendisi oldu” yani, kendisi için oldu. En yakın arkadaşlarını “harcarken” bile bunu entrika yaparak değil, kendi egosuna uyarak, kendisi için öyle davranmasının daha iyi olacağına inanarak oldu!... Tamam, o da Turabi gibi grup lideriydi-onun gibi ağa rolünde olmasa da!!- o da gene kendi etrafında bir gruplaşmaya neden olmuştu; ama bunda onun kadar, onunla birlikte oldukları sürece kendilerini güven içinde hissedeceklerini düşünen diğerlerinin de rolü oldu. Örneğin bir Anıl Merve’ye dayanarak, onun desteğiyle ayakta kaldı uzun zaman!...
Sahra da çok ilginç bir tipi temsil ediyordu... Adalet duygusu çok kuvvetli, bu açıdan korkusuz, kendi çıkarları için başkalarına yaslanmayı düşünmeyen sağlam bir karakteri temsil ediyordu Sahra. Bu yüzden de hep onun yanında olduk!... Ama ne zaman ki, Bozok’un tuttuğu o balıklar konusunda kendi içindeki anlamsız egoya- o küçük Sahra’ya- yenildi, o zaman bizden de negatif puan aldı... Fakat gene de her insanın bir zayıf yanı olabilir diyerekten biz Sahrayı terketmedik sonuna kadar...
Gelelim Turabi’ye!... “Ünlüler” takımında Merve ne idi ise, neyi temsil ediyor idi ise, “Gönüllüler” takımında Turabi de o idi!... O da gene Merve gibi kendi nefsinin, kendi içindeki biyolojik varlığın yönetiminde hırslı, iddialı bir tipti. Onun da damarlarından bol bol Adrenalin, Kortizol akıyordu. Ama o, bütün bunları adeta bir maskeyle gizleyerek hareket ettiği için dışardan bakınca sanki Merve’ye göre daha sakinmiş izlenimini uyandırıyordu. Ancak, kendi içinde kaynayan öyle bir “ben” kazanı vardı ki, onun da, bu ateşin alevlerini sadece yanı başında duran Taner, Bozok ve Hilmi Cem değil, televizyon başında bizler bile hissediyorduk!...
Turabi geçen seneki yarışmada daha bir başkaydı. O zaman herşeye rağmen daha bir “halk çocuğu”, “çevreyi” temsil eden bir tip havasında olduğu için bu ona daha mütevazi bir görünüm kazandırıyordu. Ve de bu haliyle biz onu hep desteklemiştik... Ama bu sezonda Turabi’yi desteklemedik biz!... O kasıntı havası, o liderlik havaları, kendine aşırı güvenden kaynaklanan o herşeyi ben daha iyi bilir yaparım havaları ve de en önemlisi, “çete reisi” pozisyonu bu yıl onu gözümüzden düşüren nedenler oldu...
Hilmi Cem ve Taner gerçekten ilginç karakterleri temsil ediyorlardı. Kendilerine göre daha güçlü bir karakteri temsil ettiğini düşündükleri Turabi hayranlığı, onun etrafında dönüp durmaları bizim gözümüzde onları sildi süpürdü!... Aynı illetten muzdarip olan Bozok’tan ise hiç bahsetmiyorum!...
Begüm? Begüm tam bir “prensesti”!... İyi kalpli, yarışmada da oldukça başarılı bir tipti... Başından itibaren Turabi’nin grubuna karşı hep Hasan’ın kanatlarının altında oldu... Ama o en son “Turabi” deyişi vardı ya, o Begüm’ü bizim gözümüzde sildi süpürdü!!...
Survivor’a iki türlü baktık. Birincisi oradaki insan ilişkileri açısından demiştik... İkincisi ve asıl önemli olanı ise Survivor’un Türkiye olması gerçeğinde gizliydi!...
Evet Survivor gerçekten Türkiye idi!... Bana göre Merve, oynadığı rolle, hele hele finalde babasının konuşmasından sonra-zaten Merve’ye kaybettiren de babasının o konuşması oldu- şu an siyaset sahnesinde görünen eski Türkiye’nin bütün o sağlı sollu duruşlarını temsil ederken, Turabi de, kelimenin tam anlamıyla bir AK Parti-Erdoğan figürü idi karşımızda!..
Geçen yılki kahramanımızın Turabi olduğunu söylemiştim, hem bireysel duruşuyla, hem de temsil ettiği toplumsal figürle gerçekten de geçen yıl karşımızda bambaşka bir Turabi vardı. Bunu final gecesinde Hasan da dile getirdi bir ölçüde... Ama bu yılki Turabi, aman Allahım adeta çekilmez bir afetti!.. Beni-bizi-bile isyan ettirdi!... O duruşlar, o havalar!... Oturuşu, yürüyüşü bile değişmişti!... Artık o hale geldi ki, Turabinin her hareketi bizde allerji nedeni olmaya başladı!... Hani Konsey’de yan yana oturuyorlardı ya, bir dikkat edin bakın, bacaklarını sonuna kadar açmış, yanındaki kızlar ona değmemek için büzülmüş duruyorlar!... Kendine aşırı güven duygusu insanları ne hale getiriyor diyerek üzüldük tabi. Bu durum bizim gözümüzde ona karşı dik durmayı beceren bir Sahrayı, her zaman adaletten yana olan Hasan’ı daha da büyüttü...
Evet, ennihayet Hasan!... Bence-ki bu konuda bütün aile aynı görüşte idik- Hasan da Acun gibi “yeni Türkiye’nin insan tipine bir örnek teşkil etti bizim gözümüzde, öyle ki çoğu zaman işte bu” dedirtti bize!... O mütevazi, o “uzlaşmacı”-ama oportünist olmayan, her koşulda dik durmayı beceren kimliğiyle Hasan da Acun gibi bizim gerçek kahramanımız oldu!...
Yorum Yap