- 30.05.2020 00:00
Halkların Demokratik Partisi(HDP) küçümsenmeyecek siyasi ve önemli bir potansiyeli olan halktan 6 milyon oy alan ve parlamento da 61 milletvekili ile temsil edilen, meclisin üçüncü büyük partisi.
HDP sadece Kürtlerin yoğun olduğu Güney Doğu ve Doğu bölgelerinden oy alan ve buraya sıkışan bir parti de değil artık.
Batı illerinde İstanbul gibi ülkenin ekonomisine ve siyasetine yön veren bir metropolde üçüncü parti olurken, diğer illerde de milletvekili çıkartan bir parti.
Böyle bir potansiyeli olan bir parti, Cumhur İttifakı ile Kürt sorununu yok sayan partiler tarafından kriminalize edilip PKK’nın uzantısı olarak suçlanıp hedef gösteriliyor; rakiplerine fark atarak kazanmış oldukları belediye başkanları görevden alınıp yerlerine kayyımlar atanırken ve hiç bir devlet protokolüne alınmayan HDP; neden AB konusunda bir politikasının olmaması anlaşılır gibi değil.
HDP Türkiye’nin bir AB ülkesi olmasını istiyor mu, istemiyorsa neden?
Türkiye’nin bir AB üyesi olması HDP’nin üzerindeki baskıları artırır mı, azaltır mı?
Türkiye bir AB üyesi olsaydı Cumhur İttifakı HDP’nin seçilmiş milletvekillerini ve Belediye Başkanlarını görevden alarak tutuklayıp, yerlerine kayyım atayabilir miydi?
Türkiye AB üyesi olması durumunda egemenliğin Ankara’da değil de, Brüksel’de olacağını HDP bilmez mi?
AB üyesi olan ülkelerde HDP’ye yapılan hukuksuzluk ve sandıktan çıkan iradesinin yok sayılması, hiç bir partiye yapılması, mümkün mü?
HDP, neden Kopenhag kriterlerini gündeme taşımaz ve Ankara’nın taahhüt ettiği bu kriterleri yerine getirmesi için iktidarı zorlamaz?
AB üyesi olmak isteyen ülkelerin uyması gereken Kopenhag Kriterlerinde ne var bir hatırlatalım.
Bir: Demokrasi, Hukukun üstünlüğü, insan hakları ve azınlık hakların korunması ve saygı gösterilmesini teminat altına alan, kurumların istikrara kavuşturulmuş olması gerekir.
İki: Ekonomik kriterler ise, işleyen bir piyasa ekonomisinin varlığını ve AB içindeki rekabet ve piyasa güçleriyle baş edebilme kapasitesini üyelik için ön koşul sayar.
AB’ye tam üyelik hedefiyle hareket eden Türkiye aday ülke statüsünün resmen ilan edildiği 1999 yılında ,Helsinki zirvesinde Kopenhag Kriterlerine uymayı taahhüt etmiştir.
Kopenhag Kriterlerini yerine getirmeyi taahhüt etmiş iktidarı, HDP niye yerine getirmesi konusunda politika üretip, kamuoyu oluşturmaz?
Ankara Kopenhag kriterlerini yerine getirmiş olsaydı ,kamu ihale kanunu Akp’e tarafından 125 defa değiştirip kendi zenginini yaratıp, KHK’larla ülkeyi yönetebilir miydi?
İktidar Kopenhag Kriterlerine uysa idi kamu bankalarından düşük faizli kredi sağlayarak kendini destekleyen, medyanın yüzde 95’ne sahip olabilir miydi?
Ankara Kopenhag kriterlerine uysa idi, demokrasinin kuvvetler ayrılığını kuvvetler birliğine dönüştürmeye, yargıyı muhaliflerine sopa olarak kullanmaya ve yargı kararlarını yok saymaye cesaret edebilir miydi?
Akp harcamalarının hesabını vermeme gibi bir lüksü olur muydu?
Hangi AB ülkesinde 20 milyon insan açlık sınırında yaşarken,50 milyon insanın yoksullukla boğuştuğu, böylesi gelir dağılımı olan bir ülke var mı?
Kürt seçmenlerin iradesini yok sayabilir miydi?
Türkiye dünyada Çin’den sonra ülkesinde en fazla gazeteci tutuklayan ikinci ülke kategorisinde. Uluslararası basın özgürlüğü sırlamasında Türkiye 180 ülke arasında 154.sırada yerini alırken. Hukuk devleti sırlamasında ise 124 ülke arasında 109’cu sırada yer alıyor.
Kopenhag Kriterleri hayata geçirilmiş olsaydı Akp bunların hiç birini yapmak şöyle dursun, düşünmeye bile cesaret edemezdi.
Cinayet ekonomisinin uygulandığı her gün 5 işçinin öldüğü,7 işçinin sakat kalarak iş göremez durumuna düştüğü ülkede. AB’liği üyesi ülkelerinde 1956 yılından beri ölümlü maden kazası olmaz iken, bizde hem de toplu olarak 301 maden işçisi birden ölüyor. Türkiye’de yılda cinayet ekonomisi sonucu ölen işçi sayısı, AB üyesi ülkelerinde olan iş kazalarının tam yedi katı olduğunu ve AB’yi önemsemeyenlerin bunlardan, haberleri var mı?
Peki AB’ye sadece HDP’mi karşı? CHP’nin de AB’ye karşı olduğunu görüyoruz hiç bir platformda AB konusunda CHP’nin olumlu bir söz etmemesi ,manidar değil mi?
Neden bizim siyasetçilerimiz Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemiyor; bir de AB üyeliğini devlet politikası olarak gören Ankara tam 50 yıldır siyasi gündeminde tutmasına rağmen?
AB üyesi ülkelerinde siyaset bir rant olarak kullanılmaz ve siyaset üzerinden kendisini ve eşini dostunu siyasetçi zengin edemez. Bizde bir milletvekili maaşı on asgari ücretlinin maşına eşitken, AB üyesi ülkelerinde milletvekillerinin maaşı asgari ücretin en fazla üç katıdır.
AB üyesinde siyasetçiler kendini ve yakınlarını zenginleştirip vatandaşını fakirleştirmiyor.
Bizde ise tam tersi.
Avrupa Birliği(AB), 27 Ülkeden ve 36 başlıktan oluşan on binlerce sayfadan meydana gelen bir müktesebata sahip.
AB üyesi ülkelerde, demokratik yoldan siyaset yapan partiler, sivil toplum örgütleri ve meslek kuruluşlarının baskı altında oldukları ve siyaset yaptırmadıkları haberlerini okudunuz veya duydunuz mu?AB müktesebatında tüm üye ülkelerinde yaşayan insanların toplumsal sorunları üzerine; sosyal,siyasal,ekonomik,kültürel ve hukuksal tomografisi çektiklerini okursunuz.
Türkiye 2013 yılına kadar AB ile yürüttüğü müzakere sürecinde Milli Gelirini 951 Milyar dolara çıkarttığı, AB’den uzaklaşınca hukuktan da uzaklaşıp ve 2019 yılının Aralık ayı itibarıyla, milli geliri 744 Milyar dolara düştüğünü görüyoruz.
AB’nin bir zenginlik ve özgürlük olduğunu ne zaman anlayacak bizim siyasiler?
Türkiye’yi AB’den uzaklaştıran Erdoğan dikkat ederseniz; daha çok içe kapanıp iç ve dış düşman türetmeye başlayıp, muhaliflerini rejim karşıtı ilan edip ,iktidar ortağı olarakta MHP gibi AB karşıtı milliyetçi ve ırkçı bir partiyi seçmiştir.
Ülkeyi AB’den uzaklaştıran Erdoğan tek adam rejimine geçerek Türkiye’yi içine kapatıp yeryüzünden de soyutlayıp, değerli yalnızlık ülkenin geldiği yeri göstermiyor mu?
HDP ‘ye AB konusunda ne düşünüyor diye sorarken, AB’yi önemsemeyen ve karşı olan partilere de soralım; AB’nin 70 yıllık tarihine bir göz atsınlar, AB içerisinde yer alan ülkeler bu süreçte zenginleşip, özgürleştiler mi yoksa tersi mi oldu?
Kopenhag kriterleri bu ülkede uygulanmış olsaydı Milletvekilini güvenlik güçleri tekmelemeye cesaret edebilir miydi?
İç hukukta haksızlığa uğrayınca direk AİHM’in kapısını aşındıranlar, Kopenhag kriterlerini neden önemsemezler?
Yorum Yap