Halklar nasıl karar verir?

  • 20.04.2014 00:00

 Yıllar önce, hücrelerin bilinci olduğunu ileri sürenler olduğunu duyduğumda çok şaşırmıştım. Bilinç yalnızca insan beyninde oluşan bir şeydi o zamana kadar bildiğim. Örneğin hayvanlardaki bilince benzeyen şey aslında içgüdüydü. Bu yeni hücre bilinci iddiasını kuşkuyla karşıladıktan sonra o zamandan bu yana üzerinde düşünmüşlüğüm çok oldu. Konuya yakın her yeni bilgi edindiğimde bir de bu bakış açısıyla sınadım. 


Örneğin hasta oluyoruz. Vücudumuzda ismini bile doğru dürüst bilmediğimiz kimi yapılanmalar hastalık oluşturan nedenlere karşı örgütleniyorlar, mücadele ediyorlar. Aslen biz onların ne yaptıklarını da bilmiyoruz; nereden hastalık kaptığımızı ya da ürettiğimizi bilmediğimiz gibi. Tıp bilimi belki de anlamamız için bunu neredeyse sosyal bir savaş gibi açıklıyor. Bilimin birikimleriyle oluşmuş ilaçları kullanmak iyi geliyor, mücadele eden iç örgütlenmelere katkı sağlıyor ama hemen herkesin söylediği yaşama azmi ve morali gerekiyor insana... En büyük destek bu oluyor sanki. Yaşamak istemeyen bir insana rağmen onun içindeki güçler nasıl yaşamak için savaş verebilsinler? Nereye kadar?

İnsan bilinci örneğin bir uçak statiği için kuşları inceliyor (onlardan daha üstün değil miydik?), onlardan bir şeyler öğrenmeye çalışıyor ve öğrendiklerini uyguluyor. Oysa bir kuş, örneğin bir doğan nasıl iyi uçabileceğini düşünmüyor. O kendisini yaşıyor ve avını avlayıp karnını doyurabilmek, yavrularına yem götürebilmek için “allah ne verdiyse” hızlıca yerine getiriyor. Doğan ne yapacağını düşünmeden bunları yapıyor ama onun arkasındaki belki milyonlarca-milyarlarca kuşağın yaşayabilmek ve bu nedenle avlanabilmek uğruna kuşak-kuşak, adım-adım uçuşu gerçekleştirmesi, iyileştirmesi, en uç noktaya götürebilmesi için verdiği küçük-küçücük birikimlerin üzerinden bugünkü hızı yakalayabiliyor.

İnsan için de aynı şey söz konusu. Bize genetik olarak miras kalan ne bileyim alyuvarları, akyuvarları falan bilinçle yönlendirmiyoruz. Onlara nasıl mücadele edecekleri taktiklerini kendi öğrendiklerimizden bilerek/seçerek aktarmıyoruz. İçimizdeki ama kendi bilincimizle oluşturmadığımız ve yönlendiremediğimiz ayrı yaşam formlarını belki yalnızca yaşam sevincimizle destekleyebiliyoruz. Ya da tam tersi artık mücadele etmenize gerek yok/buraya kadar diyerek durduruyoruz. Yine de yalnızca bizim istek ve isteksizliğimizin sınırlı bir katkısı olduğunu da kabul etmek gerekli. Yaşadığımız, büyüklük ve küçüklük açısından sınırsız bu evrende bizden önceye dair yine sınırsız bir birikimin de taşıyıcısıyız bir bakıma.  

Doğadaki cins farklılaşmasının altında doğal kapalı alanlar yatıyor. Avustalya’da da kuşlar, köpekler, kediler var ama farklı evrimleşmeleri sayesinde örneğin Afrika’dakilerden ya da Amerika’dakilerden daha değişikler. İnsanlığın tamamı da değişik coğrafik ve toplumsal kapalı alanlar sayesinde değişik dillerde konuşuyorlar, değişik geleneklere, birikimlere sahipler.

Yok, yaşam üzerine mistik bir yazı okumuyorsunuz. Yapmak istediğim yalnızca diyalektikten arındırılmış maddeci yorumların kısa bir eleştirisi. Bize “kalan”ın geçmişini bilmeden, bileşenlerini bilmeden onun bugününü yorumlama kaba girişimlerinin yüzeysel olduğunu düşünüyorum. Ben de yeterince bilmiyorum, kuşkusuz. Ama araştırmaya değer olduğunu biliyorum, o kadar.  

Toplumlar da bireylerden oluşuyor ama bireylerin rastgele toplamından oluşmuyor. Bir İngiliz bir Alman bir de Laz bir araya gelince ancak bir “fıkra” oluşturuyor, toplum değil. Toplumlar yaşanılmışlıklarla dolu uzun zamanlarda oluşuyor/oluşumlarını sürdürüyor. Toplumbilimlerin bilinen tamamının ilgi alanına giren bütün mecralarda tarihsel birlikteliklerini yaşıyorlar. Tarihlerinin önemli dönemeç noktalarında da o zamana kadar biriktirdikleriyle “allah ne verdiyse” kararlarını veriyorlar, bütün güçleriyle uyguluyorlar.

Geçtiğimiz yerel seçimler de birçok bakımdan böylesi önemli bir dönemeci temsil ediyordu. Herkesin bildiği gibi aslında bir yerel yönetimler seçimi iken yine hemen herkesin tesbit ettiği gibi bir genel ve tarihi seçim havasında geçti. Katılım da oldukça yüksek oldu. Sonuçları hepimiz biliyoruz...

Seçim haritası bize, neredeyse ders verircesine toplumumuzun ayrışma sınırlarını gösterdi. Hatırlayalım: Batı bölgeleri, sahil şeritleri, az da olsa ortada-doğuda kalan “şehir merkezleri” CHP’ye oy attı. Onların etkisinin silikleştiği yerde MHP oy çokluğunu ele geçirebildi. Güneydoğuda Kürt bölgelerinde en uca yakın yerlerde BDP, onun etkisinin silikleştiği yerlerde AKP oy alabildi; kalan tamamında çoğunluğu elde edebildiği gibi... Ben bu haritada siyasetin kendi özgün kurallarının ve evrimleşmesinin ötesinde belirgin tarihsel-kültürel (sınıfsal, sosyolojik, psikolojik vb) kısaca topyekün izler görüyorum.
   
Belli ki daha zengin bölgeler, diğer bölgelere göre daha farklı tercihlerde bulunuyorlar. Bu yazıldı çizildi. Atlanan şu: Onlar da, diğerleri de siyasal tercihlerini akılcılık üzerinden mi yapıyorlar yoksa bu seçimde çokça tanık olduğumuz nefretin ekonomi dışı kaynaklardan birikmesi de söz konusu mu? Yani daha zengin bölgelerdeki bireyler oy atarken “biz daha zenginiz, bizim gibi olanlara oy atalım” mı diyorlar yoksa “aman gericiler seçimi kazanmasın” diye mi oy atıyorlar. Tartışmaya yer bırakmayacak derecede ikincisi derim ben. 

Memleketimizin batı bölgelerinde, sahil şeritlerinde (çoğu şehir merkezlerini de -olmadı onların da merkezlerini de- ekleyebiliriz) yüz yıl önce şimdi oturanlar mı oturuyordu? Hayır. Daha önce ağırlıkla gayrı-müslimlerin oturduğu, üretim ve ticaret yaptığı bu bölgelere daha doğudan ya da daha içerden geldiler. Kovulmuşların yerlerine, kovanların izin ve iradesiyle yerleştiler. Onların bıraktıkları üretimi ve ticareti izin ve iradeyle ele geçirdiler ya da ele geçirenlerin yanlarında çalıştılar, oturdular. Onların şehir yaşamını ve ilişkilerini taklit ettiler. Şimdi ise bu süreçleri yaşamamış olanları "geri" görüyorlar. Geri gördükleri kesimlerdeki eski yaşam biçimlerinden sıyrılma ve durağan olana karşı olma yönündeki “daha kendine özgü” değişimi anlayamıyorlar. Büyük çoğunluk açısından, anlamak istemediklerini, bir dizi karmaşık nedenlerden dolayı kendilerine bahşedilmiş “ileri”ciliği bırakmaya niyetli olmadıklarını düşünüyorum. Mirası çabuk tüketen mirasyedi gibiler.   

Çok da fazla şansları yok. Memleketlerini bırakıp Batıya göçenler uzun yıllar boyu aslen sanki Kars, Sivas, Malatya, Giresun...  çeperlerinden değilmiş de on kuşak şehir aristokrasisinden geliyormuş (?) gibi iç donanımları olmayan ilişkiler sürdüregelmenin sonuna doğru yaklaşıyorlar. “Dünya İnsanıyım” diyerek de durumu yumuşatamayız. Memleketlerine gittiklerinde farklı, şehre geldiklerinde farklı davranmanın koşulları daralıyor. Dünya küçüldüğü gibi Türkiye de küçülüyor. Şehir varoşlarına çok büyük bir çoğunluk geldi-yerleşti. Şehrin dar merkezlerine baskı yapıyor. Nefret biraz bundan, yani dönmek istenilmeyen kendi geçmişlerinden.

Geri kalanların ideal insanlar olduğunu söylemiyorum kuşkusuz. Ama herkesin -içten içe istemediği, ama- yüksek sesle dile getirdiği şey değil mi: Yüzleşmek? Yüzleşmek, yalnızca siyasi bir konu değil. Bilerek dahi olmasa, yenenlerden, ezenlerden, baskı uygulayanlardan yana durmuş olanlar “geri kalan” büyük çoğunluğun yine belki istemeden tercih ettiği yüzleşmeden kaçamayacaklar. Kendine yabancılaşarak elde ettikleri “üstünlüğü” devam ettiremeyecekler.  

Kimse korkmasın, çok da zor olmayacak. Biz, “geri kalanlar”a daha yakınız, aslen onlardan geliyoruz. Geçmişimiz ve toplumsal birikimlerimizle barışmaya, barışırken onun içinde barındırdığı artık yaşadığımız yaşama uymayan yerleri yeniden gözden geçirmeye hazır olmalıyız. Belki böylece daha “biz” oluruz.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums