‘Milli İrade’nin idam cezasıyla imtihanı

  • 5.01.2016 00:00

 Hemen hepimiz biliyoruz ki, ‘Milli İrade’yi  geç –hele de çok geç- keşfedenlerin gözünde  bu kavram ‘çoğunluk despotizmi’ olarak anlaşılmıştır. Bu süreci şöyle  özetleyebiliriz: İlk şekliyle ‘Genel İrade’ olan kavram önce ‘millileştirilecek’, sonrasında da “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” şiarıyla  gerçekten ‘kayıtsız şartsız’ bir egemenlik kurulacaktır.

Takdir edersiniz ki, ‘kayıtsız şartsız’ bir ‘egemenlik’in önünde hiçbir şey duramaz! (Bu ‘sapma’dan kaçınmak için söz konusu kavramın icat edildiği Fransız Cumhuriyeti  anayasasında bile bu bahis ‘egemenlik halkındır’ şeklinde ‘milliliği’  ve ‘kayıtsız şartsızlığı’ dışlayan bir biçimde formüle edilmiştir.)

Yani özetle, Meclis’teki koltukların çoğunluğunu (dolayısıyla ‘milli irade’yi) eline geçirdikten sonra kimse artık sizden sual edemez…  Canınız ne çekiyorsa onunla yap/boz oynayabilirsiniz. Anayasa mı engel çıkarıyor; ne beis, onu da yola getirirsiniz… Altına imzanızı koyduğunuz bir takım can sıkıcı protokoller mi var; canınız sıkılmasın onlar da ‘Milli İrade’nin karşısında duramaz… Canınız ‘idam cezası’nın kaldırılmasından dolayı mı sıkılıyor; bu konuda karar vermek  de sizin eliniz de değil mi; kaldırıldığı gibi koyabilirsiniz de tabiii…

Madem konu açıldı şu kısa notu da ekleyelim: ‘Milli İrade’ ve dolayısıyla ‘iradecilik’ muhafazakarların hiç mi hiç haz etmedikleri bir politika anlayışıdır. Bu olgusal hakikat sadece tarihsel olarak değil bugün de böyledir. Dolayısıyla bizim memlekette yeşermiş  ‘iradeci muhafazakarlar’ın  konumları gerçekten ibretlik bir durumdur.

Şu sözler mesela: “İdam yakın merak etmeyin yakın inşallah. Hükümetimiz parlamentoya bunu getirecek. Ben inanıyorum ki parlamentodan bu da geçer. Bana da geldiği zaman ben de onaylarım. Egemenli milletin olduğuna göre mesele bitmiştir. Batı’nın ne dediği değil, milletimin ne dediği önemlidir…”

Doğru söze ne denir? ‘Egemenlik kayıtsız şartsız milletin’ değil mi?

Biliyorsunuz, ‘idam cezası’nı merkeze alarak yürütülen  hamasi siyasetin en güzel örnekleriyle 2012 yılında seçim mitinglerinde karşılaşmıştık. O sahneleri unutmak mümkün mü? Devlet Bahçeli’nin Erzurum’da dönemin başbakanına “Oğluna gemi alacak kadar paran var, asacak ip mi bulamıyorsun” diyerek mitingi meydanına ‘urgan’ atması, Erdoğan’ın buna cevaben “Erzurum’da gayet de aktörlük yönü var, elinde iple dolaşıyor, bana ip gönderiyor, ‘Al da idam et’ diyor. Bu kadar mahirdin de sana teslim ettikleri zaman yasalar, kanun, yargı ne işe kararını verdiği zaman iktidardaydın, ip yoksa millet sana ip gönderirdi, bu işi halletseydin ya niye etmedin” diyerek karşılık vermesi de gerçekten ibretlik sahnelerdi.

‘İdam cezası’nın Öcalan dolayımı ile  ülkedeki siyasal tartışmaların merkezine yerleştiren bu utanılası sahneler bugünlerde yine sahne alıyor. Bu sefer Öcalan merkezde olmasa da onun adını dolaşıma sokanlar da yok değil.

Mesela Karar gazetesinin (yani güvenilir kaynak!) şu haberinde olduğu gibi: “Ancak idam cezasını gerektiren suçlardan hakkında daha önce kesinleşmiş hüküm verilenlerin düzenleme kapsamı  dışında olduğu belirtildi. TBMM Anayasa Komisyonu Başkanı Mustafa Şentop ise katıldığı bir televizyon programında, ‘İdam konusunda düzenleme olursa Gülen ve Öcalan’ı kapsayabilir’ şeklinde konuştu.”

(İzninizle burada da bir küçük parantez açayım: Mustafa Şentop örneğinde olduğu gibi iktidar-güç hırsı kimi insanları gerçekten tanınmaz hale getiriyor. Şentop, geçmiş yıllarda milletvekili seçilip anayasa komisyonu üyesi olduğunda, diğer üyeler Mehmet Ali Şahin, Ahmet İyimaya ile birlikte anayasanın “Türkçeden başka hiçbir dil, eğitim ve öğretim kurumlarında Türk vatandaşlarına ana dilleri olarak okutulamaz” hükmünü getiren 42’nci maddenin yanlış ve haksız olduğunu ileri sürerek değiştirilmesini talep ediyordu.

Yalan değil,bu talep üzerine ben de oturup Prof. Şentop’u merkeze alan bir övgü yazmıştım… “Aklın başına yeni mi geldi!” demiyorsunuzdur umarım; benim söylemek istediğim (tekraren) sadece şu: iktidar-güc hırsı insanları nasıl tanınmaz hale getiriyor. Yani nereden nereye…)

Burada önemli olan husus –tabii ki- idam cezasının getirilmesine ilişkin kampanya çerçevesinde gazete sayfalarında yerini alan ‘Öcalan’ı da kapsayacak mı?’ başlığının alması değil alabilmesidir… Bu ülke dönüp dolaşıp bunu da mı görecekti?

Oysa idam cezasının tekrar getirilmesi, kimi kapsayacağı vs gibi soruların cevabı –eğer siyaseti ve hukuku ciddiye alıyorsanız- o kadar açık ki. Kerem Altıparmak,  geçen gün Diken’de yer alan değerlendirmesinde bunu apaçık şekilde şöyle özetliyordu: “Hukuken neyi tartıştıklarını bilmiyorum ama Anayasa’ya aykırı, uluslararası hukuka, mevcut kanunların tümüne aykırı. Bu tartışılabilecek bir konu değil (…) Ama siyaseten her şeyi göze almışlarsa hukukun sınırları orada bitiyor zaten. Ama bunun sonuçları çok ağır olur.”

İdam cezasının –hepimizin bildiği gibi– caydırıcı bir önlem olmadığını dünya alem artık biliyor. Avrupa’da bu cezayı mevzuatında barındıran (1981’de Fransa’nın da (nihayet!) vazgeçmesiyle) ülke yok. Tamam (hemen hatırlatıldığı gibi!) ABD’nin bazı eyaletlerinde ve tamamının üçte ikisine tekabül eden çok sayıda ülkede  idam cezası yürürlükte.

Ama konumuz  hayati öneme sahip ve ‘çoğunluk kararı’ ile altından kalkılabilecek bir sorun olmadığından, elimizden bu cezadan vazgeçmeyen ülkelerin yöneticilerini kınamaktan başka bir şey gelmez.  Demek ki biz bu konuda da ‘medeni dünya’yı örnek alacağız. (‘Medeni dünya’dan kastım ‘asrî dünya’ değil tabii ki; demokrasilerden söz ediyorum.)

Avrupa ülkeleri içinde Fransa dışında hemen tamamı idam cezasını epeyce eski tarihte kaldırmış. Finlandiya (1826), Norveç (1875), Danimarka (1892), İsveç (1910), Hollanda (1850), Portekiz (1867) , Almanya (1949) ve (Mussolini’nin kısa bir süre geri getirmesi dışında) İtalya (1890).

Söylediğim gibi  Avrupa ülkeleri içinde Fransa bu  süreçte en gecikmiş ülke durumunda. Fransa’da idam cezasının kaldırılması yönünde –Büyük Devrim’den başlayarak-  tabii ki pek çok girişim olmuş. İnanılması zor ama sonradan ‘erdem’i merkeze alarak (yani ahlakçı-moralist) bir siyasetle pek çok eski yoldaşını giyotine gönderen Robespierre bile işin başında cezanın kaldırılmasından yanaymış.

Üçüncü Cumhuriyet döneminde bu yönde bir yasa az kalsın meclisten geçiyormuş. Bu süreçte Victor Hugo başta olmak üzere kültür adamlarının bu yönde yazıp çizmelerini de unutmayalım…. Ama sonunda ne zaman ki Mitterrand 1981’de tam da cumhurbaşkanlığı seçimi arifesinde bir televizyon programında seçildiği takdirde idam cezasını aldıracağını ilan etmiş, Fransa’da bu konuda ‘medeni ülkeler’ safına yerleşmeyi başarmış.

François Mitterrand’ın cumhurbaşkanlığı seçiminin arifesinde bir televizyon programında yaptığı açıklama birçok açıdan özel bir yere sahip. Her şeyden önce seçimin hemen arifesinde yapılan kamuoyu yoklamaları ‘çoğunluğun’ idam cezasının yerinde durmasını istediklerini ortaya koyduğu halde, Mitterrand’ın Fransa’daki ‘milli irade’ye sırtını dönüp konuya ilişkin ilkelerinin arkasında durmasının önemi.

Mitterrand sözünü ettiğimiz programda bu konuda şöyle diyordu: “Kamuoyunun çoğunluğunun idam cezasına taraftar olduğunu söyleyen  sondaj sonuçlarını okumaya ihtiyacım yok.” Başkan adayı konuya ilişkin ne düşündüğünü, nereye ait olduğunu, neye inandığını, inancını belirttiğini söyleyerek idam cezasına karşı olduğunu ilan ediyordu.

Açıklamaya ilişkin yorumlarda söylendiği gibi Mitterrand, kamuoyu yoklamalarının bütün demagojisini reddederek bir devlet adamının vizyonunu gösteriyordu. Gerçekten de eşine az rastlanır bir risk alma seçimiydi bu. İdam cezası deneklerin yüzde 60’ından fazlası tarafından desteklenirken, iki adaydan birisinin ilkelerini bu desteğe teslim etmemesi…

Biliyorsunuz seçimi Mitterrand kazandı. İki ay geçmeden de idam cezasını aldıran kanun tasarısı Meclis’teydi. Ve nihayet ağustos ayında Meclis’te 113’e karşı 360 oyla kanun çıkmıştı. (‘Evet’ diyenlerin içinde başta Jacques  Chirac olmak üzere sağdan 40’a yakın milletvekili de vardı.) Adalet Bakanı Robert Badinter,  meclisin bu olağanüstü toplantısında milletvekillerine şöyle sesleniyordu: “Yarın, sizin sayenizde Fransız adaleti artık öldürmeyen bir adalet olacaktır.”

Mitterrand’nın bu tarihi kararı beklendiği gibi, pek ortaya dökülmemiş bir  polemiğin başlamasına neden oldu. İdam cezasını kaldıran Mitterrand, Guy Mollet hükümetinde adalet bakanıyken Ulusal Özgürlük Cephesi’nin (Cezayir) 45 üyesinin giyotine gitmesine niçin ses çıkarmamıştı? Hatta dönemin cumhurbaşkanı Rene Coty’ye bağışlama yetkisini kullanmamayı tavsiye ederek…

Ekranda programın sonuna doğru Alain Duhamel’in yönelttiği soruya cevaben verilen yanıt (idam cezasını kaldıracağım) Mitterrand’ı bir siyasetçi olarak o derece yüceltmişti ki, “Tarih olup biteni yargılar ve Mitterrand, kamuoyunun çoğunluğunun tercihine karşı idam cezasını kaldırmıştır, nokta” denilerek eski defterler pek kurcalanmadı.

İdam cezasını kaldıran yasanın anayasa maddesi haline dönüşmesi 2007’de Chirac’ın başbakanlığı döneminde gerçekleşti.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums