- 5.01.2021 00:00
Ağıralioğlu Habertürk’teki söyleşide ana tema olarak “HDP, PKK ile arasına mesafe koysun görsünler nasıl asil üye gibi davranılacağını” dedi.
Klasik teraneydi; sürekli Kürdlere barışçı yolu terkedin diyorlar, Kürdler inadına barış diyor, ama kendileri devletin şiddeti ile aralarına mesafe koymak ne kelime, neden az şiddet uyguluyorsun diye tek adamlı Cumhur rejimini eleştiriyorlar.
Yani zaten tescilliler de söyleşide de şiddete karşı görüntüsü sahte, atış talimi, neresinden tutsan elde kalıyor.
Ama söyleşide öyle bir açıklama yaptı ki tam bir "Şecaat arz ederken merd-i kıptî sirkatin söyler." hali, söz Çingenelerden dışarı, "mert Çingenenin yiğitlik, kahramanlık, bilgelik olsun diye övünerek anlattığı fiil, hırsızlıktır." mealine uygundu.
Yavuz Ağıralioğlu, "Demirtaş demeyi seviyorum aslında. Ama onlara Selahattin, Sırrı, Hasip, Fatma, Emine ismini çok görüyorum. Yüz binlerce Emine, Hasip, Selahattin var, Türklüğün, Müslümanlığın isimleridir. Biri peygamber kızıdır, biri şöhretli kumandan, topraklardaki aidiyet, kültür dünyamızın isimleridir. O yüzden annelerinizin babalarınızın kulaklarınıza okuduğu bu isimlerin mânâsına sadakat gösterin, milletin beraberliğine yürüyün ya da yaptığınız şenaate uygun isimler alın kendinize." dedi.
Belki devletten, Devletçilerden alkış/aferin alırdı, inandığıydı, içtendi, belki MHP’ye de bir bilge golü atardı, az biraz da ağır abiliği tescillenirdi, ama olmadı, eline yüzüne bulaştırdı, Şecaat arz ederken devlet/camiasının yüreğinden geçeni etrafa saçtı.
Kürdler serbest kürsü olsa herhalde değmez der, ayıplama sırasına bile girmezdi ama bu sözlerden sonra ne soru soranların ne de hak hukuk diyenlerden karşı bir utanç tepkisi geldi.
Parlamento gruplarından da ”bu, özgürlük karşıtı, duruşları, ifadeleri, kültürleri tekleştirme, hakları yok sayma tutumu, tehlikeli, hele fikrini beğenmediğini ötekileştirme ağır ihlal” diyen çıkmadı.
Asırlık kapitalist cumhuriyet, 80 yıllık çok partili yaşam olan bir ülkede insan az buçuk bir tepki, hani “Sayın sözcü, isimleri, nasıl düşünecekleri, kendinizi tutmasanız pişirecekleri yemeğe bile karar vermek istiyorsunuz, bu kadar tayin edici, bu kadar muktedir olma hakkını kendinizde nasıl görüyorsunuz?” gibi bir söz fısıltıyla da olsa umuldu, ama nafile, tık yoktu.
Gazeteciler devlete ram oldu, milyonlarca halkın temsilcilerini ayrı düşünüş ve ifade haklarını kullandıkları için iğrenç, fitne denmesine, hele karşı cevap hakkı yokken ağzını hiçbiri açmadı.
Ama burası Türkiye, ne devlet, hak koruyucu, ne burjuva, burjuva demokrat, ne gazeteci haberciydi, haklarıyla yaşamak alev alev yanan bir ateş çemberinden geçmek gibi riskli, korku dik durana zulmün yan etkisiydi; sonuç, değerler altta kaldı.
Gazetecilik de demokrasi de söylenemeyenlerin/söylenenlerin karşısında arsız kaldı.
Ama bu sözler, kişilikli, haklarıyla insan olanları ağır bir hak ihlali kabus gibi sardı.
E ne yapmalı Yavuz Ağıralioğlu’na?
Hiç, ondan çok, onların ıslahı uzmanların, hukukun ve zamanın işi.
O bir sözcü..
Barış masası devrildiğinden beri bu sözler, hakaretler vakayı adiye, gizli değil, göz önünde, devlet politikasının geçtiği yerlerde edilen hakaretlerden kolonya, siperlik ve maskesiz geçilemiyor.
Daha dün Ağırali’nin önceki abisi, böcek gibi itlafa davet etti.
Evvelsi gün abisine yaslanan bir içhuzur kabadayısı “oh ohh!”lu hakaret etti.
İç çelişmeli büyükleri, dünyanın hukukçularının hilafına, dünyanın gözlerinin içine baka baka hukuken masumiyeti belgeli insana, Demirtaş’a, “terörist” dedi.
Bütün bunlara rağmen helal olsun HDP ve 6 milyonu aşkın oy veren emekçi Kürd halkının sabrına, bir an bile şiddete prim vermedi saçtan tırnağına kadar kadar dost bir halk oldu, barıştan milim ayrılmadı.
Böylesi durumda insan mecburen düşünüyor, acaba demokratik düşünenlerin sabrı mı bunların derdi?
Halkın sabrı bitmez, çünkü şiddetle iktidar olan şiddetle kalıyor, bu net olarak ortada.
Başka bir netlik de bu tutum devlete egemen olanların ortak kararı.
Ağıralioğlu da itlaf eden de “oh ohh”, terörist diyenler de birer devlet sözcüsü.
Aynı dil, aynı üslup aynı nitelik aynı nakarat.
Ama işin kötüsü, İyi Parti için de müttefiki CHP için de bu sözler yeni değildi, zira onlar hep birlikte bir mirasın ardılları ve sözlerin tarihi Türkiye'deki ırkçılık kadar eskiydi.
Mesela fikir babaları namlı ırkçı H. Nihal Atsız ne dedi oğluna?
“Ey oğul, tarihi düşmanlarımız, eski, yeni düşmanlarımız var.” dedi saydı.
Sonra içerdeki düşmanları saydı: “ermeniler, kürtler, çerkezler, abazalar, boşnaklar, arnavutlar, pomaklar, lazlar, lezgiler, gürcüler, çeçenler..”.
Yani bunların ağzından düşmanlık hiç eksik olmadı.
Devlet yetişme tarzı böyle, düşmansız hele de iç düşmansız yapamazlar.
Onlardaki bu kof kibrin dayanağına bakın: “Benim fikrim, kanaatim şudur ki, bu memleketin kendisi Türk’tür. Öz Türk olmayanların Türk vatanında bir hakkı vardır, o da hizmetçi olmak, köle olmaktır.”
Bu sözü 1930’da Cumhuriyetin adliye vekili Mahmut Esat Bozkurt mu söyledi, kim söyledi önemsiz, çünkü talim terbiye hep bu ana temaydı.
Ama karamsarlığın lüzumu yok, vaka umutsuz değil.
Çünkü asimilasyon olağan sayılacak kadar zihinleri habis milliyetçilikle zehirlemesine ve devletin tüm imkanlarına rağmen devletçilerin ve ırkçıların oy oranları belli, halk içinde geçici bir kubarma olurdu, oldu bitti, ırkçılık tutmadı.
Tüm partilerdeki halk onuruyla, haklarıyla insan gibi yaşamaya, vadesiyle ölmeye hasret.
E, o zaman, ey halk ve halkın politikacıları, sadece söylemlerinizi değil, her şeyinizi çekin artık şu sermaye rejiminden, tamamen halkın minderinde durun.
Yorum Yap