- 2.07.2020 00:00
Halk haberi İstanbul Belediye Başkanı E. İmamoğlu'nun bir tivitinden öğrendi:
"Londra'da açık artırmadan, Fatih Sultan Mehmet Han’ın, İtalyan ressam Gentile Bellini atölyesinden 15. yüzyılda çıktığı tahmin edilen tabloyu İBB olarak satın aldık."
Her zamanki gibi ortalığı "hurra!" sesleri kapladı.
Ama bu kez tersindendi.
Tabloyu alan hükümet olsa, caddelerde bayram havası eser, manşetlerde Fatih Han asırlar süren "esaret" zincirleri kırılarak kurtarılır, "Neslin deden" eşliğindeki araç konvoyları, konvoylardaki üstü açık arabalardan silah sesleri, seslere karışan naralar, havai fişekler dört bir yandan patlardı.
Sevinenler devletin hükümette olmayan kanadındandı, sevinç karşı çıkışların yaylım ateşi ortasında kaldı.
Karşı çıkışlar da savunular da çapaklı, birbirinden pasaklıydı.
Eser ilk yorumunu Fatih'in karşısında duran figürün kimliğinden aldı.
Kimdi o, oğullarından mı, kardeşlerden biri mi?
Tartışmaya noktayı Christie's müzayede salonunda, İslam ve Hindu Sanat Eserleri Sorumlusu Sara Plumby koydu:
"Fatih'in oğlu olamaz çünkü yaşları çok yakın, ayrıca teni çok parlak ve traşlı/sakalsız olduğu için Osmanlı genci değil bir Batılı olabilir."
Hükümet alsa tabloyu, trajı ve reytingi olmayan, onca giderli yandaş medyanın "Fatih elin 'gavur'unu karşısına alacak değil ya, bir şehzade veya bir Osmanlı yiğidi" derdi, hevesini Londra'da kursakta bırakmazdı.
Mürit uçurur, gönül bilim tanımaz, bu atanmış yandaş medya o gence mutlaka bir hikaye uydurur, falan "şehzadenin alopecia areata/sakalkıran olduğu yıllar" diye bilimsel cevabı o gayrı milliye yapıştırırdı.
Ne çare olmadı.
Bu tarihti, bilimdi, Suat Yalaz'ın Karaoğlan çizgi romanı değildi.
En romantiğinden rol icabına, tarihe göre Fatih Sultan Mehmet, İtalyan ressam Bellini'yi 1479 yılında İstanbul'a davet etti, birçok resim yaptırdı.
O dönem egemen padişahtı, ancak iktidarın önemli ayaklarından olan İslam dinine göre resim yasaktı.
Daha dine o kadar muhtaç olmayan egemenlik, padişahların şarap içtiği gibi, anakültürü(annesinin Fransız tarihi varsayımı) etkisiyle de belki, Fatih sarayda resimler yaptırdı.
Ama egemenlik tamamen dine dayanmak zorunda kalınca, yani Fatih'ten sonra, ayrıntısı tarihçilerde, tablo ya saraydan atıldı ya da satıldı.
Dini yasak yüzünden asırlarca Osmanlıda kalamayan tablo asırlar sonra Londra'daki Ulusal Galeri'den bir müzayede ilanıyla akıllara geldi, bir şimşek çaktırdı.
Bu şimşeği CHP mi İBB/Ekrem imamoğlu mu çaktı?
Önemsizdi.
İşin püf noktası, önemli olan, bir devletin ve devletçi muhalefetin, egemen güçlerin kültürel miras politikasıydı.
Ecdadımız diye egemenliğine sürekli besin enjekte eden eski/yeni Osmanlıcısından İttihat Terraki'sine, "Atam sen kalk da ben yatam" diyen Atatürkçü
fanatiğine kadar, kültürel miras kültürsüzlüğü bir pratikle daha açığa çıktı.
Yapılan işporta usulü, kültürsüz kültür tanzimiydi.
Sonrası da aynı "fidanı"n hükümet karşısındaki dalı.
Taraftarlar aman bir kostaklandı bir kostaklandı:
"Heheyt bee, Osmanlıcılığın önü böyle kesilir; dut yemiş bülbüle döndürdük, 'iş bilenin kılıç kullananın', İmamoğlu cin gibi!".
Sosyal medya beter benzerdi, savlar sıradan kahve gerekçeleri:
" Ne başarı bee! Bedava alındı bedava!"
"Sanal konsere ödenen kadar ödenmedi!"
Her biri jilet yırtığı paragöz polemiklerdi, her biri coronadan beter bulaşıcı virüs.
Eylem böyle eylendi.
Artık bu noktadan sonra, Coronanın kesat koşulları, meblağ az mı, çok mu, bir işadamının parayı ödeyip ödememesi de önemsizdi.
Altı çizilmesi gereken yapılanın bir kültür politikası ürünü olmadığı, amorf bir egemenlikten payı artırma, yol alma girişimi olduğuydu.
Biçim ve yaşayan kültürlere yaklaşımdaki fakirlik artı kanıttı.
Öbür taraftan sol da meseleye susarak ya da etkin bir kültür atağı iyidirle, köprüden geçene kadar geçiştiren bir siyasal pragmayla, kültürel proğramsızlıkla yaklaştı.
Tablo Fatih'in figürü, ama sahibi Bellini/İtalya.
Eserin mirascısı Türkiye değildi, Türk ulusal eserlerden sayılamazdı, ancak Fatih önemli bir tarihi şahsiyetti.
Bu tablo araçsallaşmamalı, Fatih Sultan veya Osmanlı hükümdarlarının sergilendiği müzede korunmalı, devletin kültür politikasının sonucu olarak İstanbul'a gelmeliydi.
Ama kültürel miras deyince akla Türkiye'de yaşayan tüm kültürler gelmeli, her kültürün tablosu Fatih'in tablosu kadar eşit olmalıydı.
Yorum Yap