- 22.04.2019 00:00
Kemal Kılıçdaroğlu Irak sınırındaki bir çatışmada yitirilen asker bir can için gittiği taziyede saldırıya uğradı.
"Baskın basanındır" misali mi, partiye verilen özel korumaları, partili arkadaşları ve devletin sağladığı güvenliğe rağmen Kılıçdaroğlu kendini oradaki bir eve zor attı.
Güç bela eve girdi ama aklı ölüm bürülü saldırganlar Kılıçdaroğlu'nu evle birlikte ortadan kaldırmaya yeltendi.
Ortalığı yakalım, yıkalım gibi hiddet dolu ölüm tehditleri sardı.
Görünen, kızınca "Elime geçersen görürsün, haşhaştan ufağına yok etmeyen namerttir!" diyen kültürel davranışın bir tezahürüydü.
Bu halkın hak, özgürlük isteyen yiğit evlatları, "eline düştüğünde", " Burada Allah yok, peygamber de tatilde" yazan "emniyet"leri az görmedi; işkencelerde günlerce inim inim inledi de duyan olmadı.
Zaten şiddet devletin kurucu bir öğesi değil miydi?
Bizatihi devletin tanımı egemen sınıfların baskı ve şiddet aracı değil miydi, "Nush ile uslanmayanı kötek" ile yola getiren?.
Halkın zihni, kurulduğundan beri devlete itaat etmenin kutsallığıyla oya gibi işlenip terbiye edilmedi mi?
Şiddet ile yola getirme; falaka, işkence, idam, hapis sadece devletin hakkıydı ama devletin olmadığı yerde de her vatandaş birer minik devletti.
Öyle ya, halk, bazı ulvi değerler zaptedilmiş ise "el koyma"sını bilmeyecek miydi?
İç Güvenliği korumakla yükümlü bakan, CHP il başkanlarını protokole almayın diyecekti de vatandaş durumdan vazife çıkarmayı bilmeyecek miydi?
Bilecekti.
Ve birikimi kadar da icra edecekti.
İşte bunu bu kez de Çubuk'ta icra etti.
Kılıçdaroğlu'nu linçe girişti.
Geçmişte de benzer şiddet eylemleri yaşandı.
2010 yılında Kayseri’de bir asker canın cenazesine katılan sakalıyla meşhur Bakan Taner Yıldız, "Türk milletinin yumruğu. Al sana açılım" diye nara atan birinin yumruğunu burnuna yedi.
Bakanın burnu kırıldı.
Yine 2010'da yine bir asker can cenazesinde MHP bayraklı biri benzer bir tepkiyle Başbakanlık çelengini parçaladı.
Yine aynı yıl Ahmet Türk'e yumruk atıldı, burnu, dişleri kırıldı.
Demek ki, 2010 bir gidişata tepki yılıydı.
Devam eden yıllarda da benzer şiddet eylemleri görüldü ama şiddetin nedeni, Ahmet Türk'e atılan yumrukta suç mahalline gelen suçlu gibi geldi, gören gözler onu gördü.
Tüm saldırılara cepheden karşı çıkan, şiddete aman vermeyen dil, üslup, içerik Türk'e saldırıda farklıydı.
Cümleler bağlaç doluydu.
Hele bazıları vardı ki bağlaçları da bağlamış, ırkçılığı ortalığa salmıştı.
Halkı göbeğini kaşıyan adam diye küçümseyen sivri köşeli Yılmaz Özdil saldırıya "oh olsun" dedi, şiddeti diğerleri gibi sahtekarca kınamak yerine "mert"çe savundu.
Birkaç hümanist yazar dışında meselenin özüne inen bir şekilde konuya değinen olmadı.
Şiddetin sana banası olmaz, çifte standart yanlıştır demedi kimse.
Kimse devletinki de şiddettir demedi.
Yumruk şart mı, devletin sopa atma, düşüneni hapsetme hakkı yoktur denmedi kendinden olmayınca.
E, deyin o zaman.
Bu saldırı ilk vesile olsun.
Hadi hep beraber, KHK bir mahkeme kararı değildir, seçmeyi seçilmeyi engellemez, engeller gasptır, kanuni şiddettir, hukuka aykırıdır deyiverin.
Devlete bağlı dil ona dönmüyor.
Çünkü bu ülkede katliam hükümlüleri cezaevi önlerinde beklenip gurur duyan sloganlarla karşılatıldı.
Karakollarda devlet aparatları katille poz poz fotoğraf çektirdi.
Şiddet kutsandı, devletin hukuka dair gıkı çıkmadı.
Çünkü katilin ve kutsayanın hafifletici nedeni devletti.
Bu bağlamda kınamalar maalesef laf-ı güzaf.
Şiddetin her türüne hayır!
Yorum Yap