- 25.03.2016 00:00
Üniversitede “İşletme” okurken, “İktisat” dersinde, girdiğimiz daha ilk derste hocamız şunları anlatmıştı:
İktisatta sermaye – kâr ilişkisini, yani bedel – kazanım ilişkisini insanın lehine sonuçlandırmak için, iki ilke vardır:
1 – Makromizasyon ilkesi
2 – Mikromizasyon ilkesi
Makromizasyon ilkesi; ortaya koyacağınız sermaye ile en kârlı işi yapmak, başka bir ifadeyle, ödeyeceğiniz bedel ile en yüksek kazanımı elde etmek amacını ifade eder.
Örneğin; siz bir iş yapmak istiyorsunuz, ticarete atılacaksınız. Elinizde belli bir sermaye var, bu sermaye ile kendinize bir iş kuracaksınız. Sermayeniz bellidir. Yani ödeyeceğiniz bedel belli. Fakat nasıl bir iş kuracağınızı, hangi işi yapacağınızı bilmiyorsunuz.
Düşündüğünüz, kafa yorduğunuz, hesabını yaptığınız şey şudur: Elimdeki bu sermaye ile, yani ödeyeceğim bu bedel ile hangi işi yapsam daha kârlıdır, nasıl bir iş kursam en yüksek kazancı elde edebilirim?
Kısacası; ödeyeceğiniz bedel belli, ama hedef belli değil.
Mikromizasyon ilkesi ise; bunun tam tersidir. Hedef bellidir, ama ödeyeceğiniz bedel belli değildir. Bu ilke; yapacağınız işi mümkün olan en az sermaye ile yapmak, başka bir ifade ile, hedeflediğiniz kazanıma en az bedel ödeyerek ulaşmak amacını ifade eder.
Örneğin; siz bir iş yapmak istiyorsunuz, ticarete atılacaksınız. Yapmayı düşündüğünüz bir iş var, kurmayı hayâl ettiğiniz bir ticarî kuruluş var. Yapmak istediğiniz iş bellidir, açmayı düşündüğünüz işyeri belli. Yani hedefiniz belli. Fakat bu iş için ne kadar sermaye ortaya koyacaksınız, nasıl bir bedel ödeyeceksiniz, onu bilmiyorsunuz.
Düşündüğünüz, kafa yorduğunuz, hesabını yaptığınız şey şudur: Kurmak istediğim bu işi, yani hedefimi, hayâlimdeki kazanımı mümkün olan en az sermaye ile, yani en az bedel ödeyerek nasıl gerçekleştirebilirim?
Dikkat edilirse; birinci ilkede, ödeyeceğiniz bedel belli ve fakat hedeflediğiniz şey belli değil. Ödeyeceğiniz bedel ile mümkün olan en yüksek kazanımı nasıl elde edebileceğinizin hesabını yapıyorsunuz. İkinci ilkede ise, tam tersi, hedefiniz belli ve fakat ödeyeceğiniz bedel belli değil. Hedeflediğiniz kazanımı mümkün olan en az bedeli ödeyerek nasıl gerçekleştirebileceğinizin hesabını yapıyorsunuz.
İktisat’ta “Maksimizasyon ilkesi” ve “Minimizasyon ilkesi” olarak tanımlanan bu işleme – yanlış hatırlamıyorsam – “Optimizasyon” deniyor.
İktisat biliminin bu temel ilkelerini Sosyoloji’den Siyaset’e, hayatın her alanına uyarlamak mümkün.
Türkiye’de Kürt halkının verdiği özgürlük mücadelesine baktığımızda, talep edilen şeyler ile ödenen bedel arasında korkunç bir orantısızlık olduğunu gözlemlemekteyiz.
Kürt halkının bu mücadelede verdiği bedellere, daha doğrusu adına “Kürt siyaseti”, “Kürt özgürlük hareketi” denen siyasî hareketin Kürt halkına ödettirdiği bedellere ve bir de neyi talep ettiklerine, amaçlarının ne olduğuna, yani Kürt halkına bunca ağır bedelleri ne için ve ne uğruna ödettirdiklerine baktığımızda, ortada her vicdanlı insanın isyan etmesi gereken acımasız bir dengesizlik olduğunu farketmek mümkün.
Kendisi korkunç ve fazlasıyla vicdansız olan bu realiteden daha korkunç olan durum ise, bu gerçek çok açık bir şekilde ortada olduğu halde, gerek korkudan ve gerekse “mimlenmemek, damgalanmamak” kaygısıyla Kürt entelijansiyasının, Kürt aydınlarının ve Kürt sivil toplum kuruluşlarının büyük kısmının bu duruma sessiz kalması, itiraz etmemesi, tepki göstermemesi. Zirâ bu yönde yapılacak akl-ı selim her çıkışa, yalnızca karşı saldırıyla, hakaretle, küfürle ve çamur atmayla mukabele ediliyor.
Şimdi… Hemen karşı saldırıya geçmeyi, hakaret etmeyi, küfretmeyi, çamur atmayı, etiket yapıştırmayı, bütün bu seviyesiz davranışları bir tarafa bırakın da, gözümüzün önündeki realiteyi oturup akl-ı selim bir şekilde istişare edelim.
Buna girmeden önce, şu hususun altını da önemle ve tüm samimîyetimle çizmek isterim: Bir hareket, örgüt, parti, cemaat, camiâ veya birey, Türkiye’nin toprak bütünlüğünü de savunabilir ayrılıp bir Kürdistan devleti kurmayı da, federasyonu da savunabilir özerkliği de, üniter devleti de savunabilir enternasyonal / ümmet eksenli bir yapıyı da, Sosyalizm’i de savunabilir Şeriât’ı da Demokrasi’yi de, birarada yaşamayı da savunabilir ayrılmayı da. Bunların hepsine saygı duyarım. Yeter ki şiddet ve teröre başvurulmasın ve her ne olacaksa da medenîce olsun. Sonuçta herkes özgürdür ve benim liberal anlayışıma göre her birey / hareket, istediği şeyi özgürce savunma hakkına sahiptir. Hiç kimseyi, hiçbir hareketi savunduğu şeylerden dolayı yargılamıyorum. Buna hakkım da yoktur. Ancak bizim bu yazıda dertlendiğimiz ve ele aldığımız husus, bir hareketin hedeflediği kazanım ile o hedef uğruna halka ödettirdiği bedelin doğru orantılı olup olmadığı hususudur. Olayın sadece bu boyutunu irdeliyoruz.
Önce “maksimizasyon ilkesi”ne göre Kürtler’in ve Kürdistan’ın ödediği bedeli, daha doğrusu “Kürt siyaseti” ve “Kürt özgürlük hareketi” tarafından Kürt halkına ve Kürdistan’a ödettirilen bedele bakalım:
Dedik ki, bu ilke, ödeyeceğiniz bedel ile en yüksek kazanımı elde etmek amacını ifade eder. Yani, ödediğiniz bedel belli, ama hedef belli değil.
Düşünmemiz, kafa yormamız, hesabını yapmamız gereken şey şudur: Ödediğimiz bu bedel ile hangi taleplerde bulunmalı, neyi hedeflemeliyiz ki, bu bedeli ödediğimize değsin?
Kürt halkının ödediği bedeller, sanırım herkesin mâlumu: Toprağın altına gömülen onbinlerce Kürt genci (yüzlerce binlerce değil, onbinlerce), demir parmaklıklar ardına atılan, işkenceden geçirilen yüzbinlerce Kürt, tecavüze uğrayan yüzlerce Kürt kadını, Kürt çocuğu, onbinlerce “faili meçhul” cinayet, boşaltılan, yakılan binlerce köy, harabeye çevrilen, enkaza dönüşen onlarca şehir, Kürdistan’ı boşaltıp Anadolu’nun farklı bölgelerine ve Avrupa’nın değişik ülkelerine hicret eden milyonlarca Kürt aile, yok olan, travma ile büyüyen tam üç nesil, Kürdistan’ın Kürdistan aleyhine değişen ve bozulan demografyası, yakılan onbinlerce dönüm orman, heba olan milyarlarca liralık yeraltı ve yerüstü kaynakları…
Sadece son birkay ay içinde yıkılan, enkaza dönüşen beş şehir, öldürülen yüzlerce Kürt genci, Kürt annelerinin günlerce sokak ortasında kalan cesetleri, kokmasın diye haftalarca buzdolabında saklı tutulan cesetler, boşaltılan Kürdistan, evini barkını terkedip Batı’ya göç eden binlerce Kürt aile… Sadece son birkaç ayda.
Ödenen bedel bu.
Peki, Kürt halkına ödettirilen bu kadar ağır bedeller karşısında, talep edilen nedir?
Yani ne için ödüyor Kürtler bunca bedeli? Hangi kazanımları elde etmek için?
Ya da soruyu şu şekilde soralım: Ödenen bu kadar ağır bir bedelin karşılığı ne olmalıdır? Bir halk, ödediği bu kadar korkunç bir bedel karşılığında neyi talep etmelidir?
Şimdi, dünyanın neresine giderseniz gidin, Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Yeni Dünya’ya, hangi dînden, mezhepten, ideolojiden insanlara, hangi ırktan, kavimden insanlara bu soruyu sorarsanız sorun, sizler gibi aklını sıyırmamış, aklı başında her insandan aynı cevabı alırsınız: “Bağımsızlık.”
Çünkü aklı başında herkes bilir ki, bu kadar ağır bir bedel, bu kadar korkunç bir bedel, ancak ve ancak bağımsızlık için verilebilir. Bağımsızlık haricinde hiçbir hedef için, böyle ağır bir bedeli ödemeye değmez. Hatta ve hatta, sizi temin ederim ki, inanın bana, içinde bulunduğumuz 21. yüzyılda, bağımsızlık için dahi bu kadar bir ağır bedel ödemeye gerek yoktur.
Son 30 – 40 yıl içinde bağımsızlığını kazanan onlarca millet var yeryüzünde, sadece son 30 – 40 yıl içinde dünya haritasında yerini alan onlarca yeni ülke kuruldu. Hepsi de savaşarak, bağımsızlık mücadelesi vererek istiklâlini kazandılar. Fakat hiçbiri, bağımsızlık için dahi bu kadar ağır bir bedel ödemediler.
Kürt halkının son 30 – 40 yılda ödediği ağır ve korkunç bedelleri, son 30 – 40 yılda bağımsızlığını kazanan halklar bağımsızlık için dahi ödemediler.
Savaşarak ve bağımsızlık mücadelesi vererek bağımsızlığını kazanan diğer milletlerin bağımsızlık için dahi ödemediği ağır ve korkunç bedelleri, Kürt milleti bırakın bağımsızlığı, hatta bırakın federasyonu, otonomiyi, içinde Kürtler ve Kürdistan için en asgarî bir statü talebi dahi olmayan, hatta ne olduğu dahi bilinmeyen ideolojik fanteziler için ödüyor, Kürtler’e ve Kürdistan’a zerre kadar bir hayrı olmayan ve Kürt / Kürdistan Sorunu’yla alakası da olmayan eften püften şeyler için ödüyor.
Kemalist Türk Solu’nun ideolojik fantezileri için onbinlerce Kürt genci ölüyor, yüzlerce Kürt kadını tecavüze uğruyor, onlarca Kürt şehri harabeye dönüyor, Kürdistan boşaltılıyor.
Yazık değil mi bu halka? Günah değil mi?
Kendi halkınıza karşı sizde hiç mi biraz vicdan, merhamet duygusu yok? Bir hiç uğruna, içi boş ideolojik fanteziler adına yüzlerce genci ölüme göndermek, binlerce insanı yerinden yurdundan etmek, nasıl bir vicdansızlıktır, nasıl bir gaddarlıktır?
Bir milletin ancak ve ancak bağımsızlık için ödeyebileceği ağır bedelleri Kürt milletine ödettirip, ondan sonra da “Biz hiçbir şey istemiyoruz, Kürdistan’ı altın tepside verseniz de almayız, Kürtler devlet kurmak isterse ilk biz karşı çıkarız”demek, nasıl bir şeydir yaaa, nasıl bir şeydir?!…
Bunun adı “direniş” mi yoksa “ihanet” mi?
Bir an için, güzel kardeşim, bir an için, sağa sola saldırmayı, hakaretler ve tehditler savurmayı, ağız dolusu küfürler yapmayı bırak da, bir on dakika için ya, sadece on dakika için ellerini başının arasına al ve düşün. Sadece on dakika.
Kendi halkına bir hiç uğruna ödettirdiğin bu ağır bedelin vebalini hiç mi düşünmezsin?
Bağımsızlık istemiyorsun, Kürt devletine de Kürt bayrağına da karşısın ve hatta bunları “ilkellik” olarak niteliyorsun, federasyon istemiyorsun, otonomi istemiyorsun, anadilde eğitim talebin dahi yok (ki böyle bir talebin olsaydı, bu dili en başta kendin kullanırdın), asimilasyon politikaları sonucu isimleri değişen, 12 bin 211’i köy ismi olmak üzere 28 bin yer isminin eski Kürtçe isimlerini – bunun mücadelesini çeyrek asırdır tek başına veren bir insan olarak – bir kez olsun talep ettiğini görmedim (hatta Kürdistan şehirlerinin gerçek Kürtçe isimlerini kabul bile etmiyorsun, kendin Mitoloji’den uydurma isimler bulmuş ve medyanda Cilalı Taş Devri’ne ait o isimleri kullanıyorsun), partinin resmî programında 3 kez Filistin, 5 kez Kosova, 4 kez Doğu Türkistan, 2 kez KKTC geçtiği halde bir kez olsun Kürdistan ibaresi dahi geçmiyor; öyleyse güzel kardeşim, canım “heval”im, Kürt halkına bu kadar ağır bedelleri niçin ödetiyorsun?
Düşmanın değil, ırktaşın, kardeşin olarak soruyorum, bu halkın bir ferdi olarak soruyorum, itikadî nedenlerle hayatım boyunca hiç oy kullanmamış olsam da her seçim döneminde senin partine destek vermiş bir Kürt gazeteci olarak soruyorum:Hiçbir şey istemiyorsan, Kürt halkına bunca acıyı, Kürdistan’a bunca yıkımı ne için yaşatıyorsun?
Asgarî hedefler seçmişsen, halka da küçük bedeller ödet. Yok eğer halka ağır bedeller ödeteceksen, o zaman da yüksek şeyler hedefle. Ki ödenen bedele değsin.
Yanlış birşey mi söylüyorum?
Bu soruyu sormakla, bunun hesabını yapmakla, gerçekten de haksız olduğumu mu düşünüyorsun?
Biliyorum, cevabın hazır aslında: “Devlet çok acımasız, merhametsiz, biz ne yapalım? Bizim suçumuz değil ki?”..
1963 yılında Kenya bağımsızlığını kazandı. Kenyalılar bağımsızlık için dahi bu kadar ağır bedeller ödemediler bizim gibi. Beyaz Adam, Türk devletinden daha mı merhametliydi?
1971 yılında Bangladeş bağımsızlığını kazandı. Bengaller bağımsızlık için dahi bu kadar ağır bedeller ödemediler. Pakistan devleti Türk devletinden daha mı medenîydi?
1979 yılında İran’da devrim oldu. İranlılar devrim için dahi bu kadar ağır bedeller ödemediler. Şâhlık rejimi Türk devletinden daha mı vicdanlıydı?
1991’de Makedonya, 2008’de Kosova bağımsızlığını kazandı. Bizim sadece“Seni başkan yaptırmayacağız!” için ödediğimiz bedeli, ikisinin toplamı bağımsızlık için dahi ödemediler. Sırp çetnikler çok mu hoşgörülü, çok mu insanîydi?
Fazla uzatıyorum, hakkını helal et. Hani her ağzını açtığında “halklar, halklar”diyorsun ya, onun için böyle “dünya turu” yaptırıyorum sana.
Uygurlar yüz yıldır bağımsızlık mücadelesi veriyorlar. Kürdistan’ın sadece son 6 ayda ödediği bedeli, Doğu Türkistan son 60 yılda ödemedi. Çin devleti Türk devletinden daha mı demokratik? Kaldı ki onlar ödedikleri bedeli, çatır çatır bağımsızlık için, Müstakil Şarqî Türkistan Cumhuriyeti kurmak için ödediler. Biz ise “jın jiyan jüji”…
Halklar, evet halklar… Keşke onları uzaktan kumandayla kurtarmak yerine, onlardan ders almaya, mücadelelerinden dersler çıkartmaya çalışsaydık…
Evet kardeşlerim, evet… Bağırıp çağırmanın, sağa sola ayar çekmenin ne bize ne de “halklar”a bir faydası var. Bunu yapmak yerine, ellerimizi başımızın arasına alıp düşünmenin, “biz nerede, neyi yanlış yapıyoruz” diye tefekkür etmenin vakti geldi de geçiyor sanırım…
Şimdi de diğer formüle, “minimizasyon ilkesi”ne göre Kürtler’in ve Kürdistan’ın ödediği bedeli, daha doğrusu “Kürt siyaseti” ve “Kürt özgürlük hareketi” tarafından Kürt halkına ve Kürdistan’a ödettirilen bedele bakalım:
Dedik ki, bu ilke, öncekinin tam tersidir, hedeflediğiniz kazanıma en az bedel ödeyerek ulaşmak amacını ifade eder. Yani hedef bellidir, ama ödeyeceğiniz bedel belli değil.
Düşünmemiz, kafa yormamız, hesabını yapmamız gereken şey şudur: Hedeflediğim şeyi, hayâlimdeki kazanımı mümkün olan en az bedeli ödeyerek nasıl gerçekleştirebilirim?
Adına “Kürt siyaseti” denen legal siyasî partinin ve adına “Kürt özgürlük hareketi” denen illegal silâhlı örgütün hedefi, sanırım herkesin mâlumu ve zaten işteş yapılar oldukları için aynıdır: Türkiye’yi demokratikleştirmek, Erdoğan’ı başkan yapmamak, AK Parti iktidarına son vermek (HDP Türkiye’nin 1. partisi olup iktidar olamayacağına göre, iktidar yapmak istedikleri CHP ve MHP oluyor), kadın – erkek eşitliği, ekolojinin tahrip edilmemesi…
Hedefler bu. Bunlar talep ediliyor.
Peki, hedef olarak seçilen ve talep edilen bu şeyler için, Kürt halkına ödettirilen bedeller nelerdir?
Dahası, tamamı da Kürt / Kürdistan Sorunu’yla uzaktan – yakından alakası dahi olmayan bu hedefler için neden sadece Kürtler bedel ödüyor?
İkinci soruyu – çok daha önemli olduğu halde – şimdilik es geçelim. Her ne kadar asıl önemli olan soru o ise de, bu yazının konusu değil. Biz sadece birinci sorunun cevabı üzerinde tefekkür edelim.
Cevabını bekleyen sorumuz şu: Hedef olarak seçilen, talep edilen ve uğrunda mücadele yürütülen bütün bu şeyler (Türkiye’nin demokratikleştirilmesi, Erdoğan’ın başkan olmaması, AK Parti iktidarına son verilip başka bir partinin iktidar olması vs.) için bir halkın normalde nasıl bir bedel ödemesi gerekir? Bunun yolu nedir?
Şimdi, dünyanın neresine giderseniz gidin, Asya’dan Avrupa’ya, Afrika’dan Yeni Dünya’ya, hangi dînden, mezhepten, ideolojiden insanlara, hangi ırktan, kavimden insanlara bu soruyu sorarsanız sorun, sizler gibi aklını sıyırmamış, aklı başında her insandan aynı cevabı alırsınız: “Seçimlere girmek. Sandıkta devirmek. Sivil mücadele yürütmek.”
Çünkü aklı başında herkes bilir ki, ülkenin meşrû bir hükûmetini iktidardan indirip başka bir siyasî partiyi iktidara taşımanın tek yolu demokrasidir, serbest seçimlerdir. Yaşadığın ülkeyi / devleti daha medenî, daha demokratik bir ülke / devlet yapmanın yolu sivil mücadeledir. Bunun için onlarca, yüzlerce insan ölüme atılmaz. Meşrû bir hükûmeti iktidardan indirip başka bir siyasî partiyi iktidara taşımak için yerleşim birimleri içinde silahlı çatışma yapılmaz, insanların, ailelerin, kadınların ve çocukların yaşadığı evlerin altına tünel kazılmaz, ailelerin, kadınların ve çocukların yaşadığı evlerin penceresinden polise ateş açılmaz.
Bu hedefler için, bırakın ölümü, insanların burnunun kanamasına dahi gerek yoktur. Ve insanların burnunun kanamasına dahi değmeyen siyasî hedefler için yüzlerce Kürt genci ölüme gönderiliyor, Kürdistan şehirleri harabeye çevriliyor.
İngilizce’deki “Victory” kelimesinin başharfi olan V işaretini “Kürtler’in zafer işareti” zanneden, Komünizm’in sembolü olan kızıl yıldızı “Kürtler’in sembolü”sanan, ilk kez M. Ö. bilmem kaçıncı binyılda kullanılan, bütün yerküresinin kullandığı ve Yunanca olan “Demokratik” kelimesini ilk kez Kürt siyasî hareketinin icad ettiğini zanneden bir kafaya anlatmak belki zor hatta imkânsız ama, “Türkiye’yi demokratikleştirmek”, ilk kez 2012 yılında kurulan HDP’nin icad ettiği ve sadece onlara ait orijinal bir hedef değil. “Türkiye’yi demokratikleştirmek”, şu anda Türkiye’de var olan istisnasız bütün siyasî partilerin programlarında var olan bir hedeftir.
AK Parti’den CHP’ye, MHP’den Saadet Partisi’ne, Doğru Yol Partisi’nden Yeşiller’e, şu anda Türkiye’de etkin olan tam 97 siyasî partinin tamamının, istisnasız hepsinin programında şu yazar: “Partimizin amacı, Türkiye’yi demokratikleştirmektir.”
Fakat ana kitlesi Kürtler olan HDP dışında, bu 97 tane partiden hiçbiri, bu hedefini gerçekleştirmek için kendi seçmenlerini yüzler, binler halinde ölüme gönderiyor mu? Mahallelerde hendek kazıyor mu? Ailelerin, kadınların ve çocukların yaşadığı evlerin altına tünel kazıyor mu? Seçmenlerinin evlerini başlarına yıkıyor mu, onları göçe zorluyor mu?
Tamamının amacı “Türkiye’yi demokratikleştirmek” olan bu geri kalan 96 partiden hangisi, Türkiye’yi demokratikleştirmek için dağlarda 30 bin silahlı gerilla bulunduruyor? Hangisi Türkiye’yi demokratikleştirmek için karakollara saldırıyor, Ankara’da sivil insanların arasında bomba patlatıyor?
İsviçre’de toplam 91 siyasî parti vardır ve hepsinin de programında “İsviçre’yi demokratikleştirmek” yazar. Hangisi bunun için güzelim Alp Dağları’nda onbinlerce silahlı gerilla bulunduruyor?
Almanya’da toplam 93 siyasî parti vardır ve hepsinin de programında “Almanya’yı demokratikleştirmek” yazar. Hangisi bunun için güzelim Cermenistan ormanlarında onbinlerce silahlı gerilla bulunduruyor?
Erdoğan “başkan” olmasın mı istiyorsunuz? AK Parti iktidardan insin ve başka bir parti mi iktidar olsun istiyorsunuz? Bunu Türkiye’deki diğer partiler sizden daha çok istiyorlar! Hatta sizin en azından Hükûmet’le “Barış süreci” denen bir bağınız varken onların AK Parti Hükûmeti’yle böyle herhangi bir gönül bağları da yok! Erdoğan “başkan” olamazsa, AK Parti iktidardan inerse, CHP, Saadet Partisi, bunlar sizden önce zil takıp oynayacaklar. Peki ama, güzel kardeşim, bu partiler bunun için kendi seçmenlerine günlük yaşamı zehir ediyorlar mı? Örneğin, Erdoğan “başkan” olmasın diye CHP gidip oy deposu olan Trakya’da, Ege’de hendek kazıyor mu? Edirne’yi, Tekirdağ’ı, Çanakkale’yi, İzmir’i, sanki Suriye iç savaşından çıkmış gibi harabeye çevirtiyor mu? Yüzbinlerce Egeli’yi, Trakyalı’yı göçe zorluyor mu? Saadet Partisi yapıyor mu bunu? Diğer partiler yapıyor mu?
Aynı şeyleri isteyip aynı hedeflere sahip oldukları halde diğer siyasî partiler bunun için kendi seçmenlerinin burunlarını dahi kanatmazken, aynı şeyleri isteyip aynı hedeflere sahip olan HDP / PKK’nın mazlum Kürt halkına bunca ağır bedeller ödettirmesi, nasıl kabul edilebilir?
Talep ettiğin şeyler eften püften şeyler, ama Kürtler’e ödettirdiğin bedeller, bir halkın ancak ve ancak “bağımsızlık” için ödeyebileceği ağır ve korkunç bedeller…
Kürtler’in yaşadığı travma, daha doğrusu Kürtler’e yaşatılan travma, tıpkı şuna benziyor:
Diyelim ki ben büyük bir işyeri açmak istiyorum, İstanbul’da veya İzmir’de, Diyarbakır’da, Van’da devâsâ bir mağaza açacağım, kocaman bir alışveriş merkezi açacağım.
Şimdi bu, çok büyük bir hedeftir değil mi? Büyük olduğu için, ödeyeceğim bedel de aynı oranda büyük olacaktır. Bunu gerçekleştirmek için, yani metropol olan büyük şehirde kocaman bir AVM, dev bir mağaza açabilmek için, muhtemeldir ki Elazığ’daki evimi, tarlamı, bahçemi, ineğimi ve öküzümü, neyim var neyim yok satmam gerekecek, elden çıkarmam gerekecek. Başka türlü nasıl başarabilirim ki? İstanbul’da, Van’da dev bir alışveriş merkezi açmak o kadar kolay mı? Çok para lazım. Bu sermayem olmadığına göre, memlekette neyim var neyim yok elden çıkarmam lazım.
Burda bir anormallik yok. Çünkü: Ödediğim bedel büyük, ama hedef de büyük.Yani o derece yüksek bir hedef için böyle ağır bir bedel ödemeye değiyor.
Fakat diyelim ki ben çocuğuma bir cep telefonu alacağım, ya da kendime bir leptop alacağım, ya da diyelim ki evimin mobilyasını değiştireceğim, eve yeni bir koltuk takımı alacağım.
Şimdi bunun için memlekette neyim var neyim yok hepsini elden çıkarmaya değer mi? Küçük kızım heves etmiş, “Baba bana bir cep telefonu al” demiş, oğlum heves etmiş, “Baba bana bir leptop al” demiş. Şimdi, kızıma cep telefonu almak için ya da oğluma bir leptop almak için gidip Elazığ’daki evimi, tarlamı, bahçemi, ineğimi ve öküzümü, neyim var neyim yok satmaya kalkarsam benim hakkımda ne düşünürsünüz? Herhalde gerizekâlı olduğumu düşünürsünüz, değil mi?
Kürt siyasetinin Kürt halkına yaşattırdığı durum tam olarak budur!
sediyani@gmail.com
Yorum Yap