Mahmut Üstün: Mustafa Suphinin ölümüyle Türkiye neler yitirdi?

Türkiye sosyalizminin şekillendiği en önemli damarlardan biri de, temelleri Rusya’daki Türk savaş esirleri ve işçileri arasında atılan, Üçüncü Enternasyonalci komünist oluşumdu.

Mahmut Üstün: Mustafa Suphinin ölümüyle Türkiye neler yitirdi?
2.02.2018 - 16:40
1181

  1883 yılında Trabzon vilayetine bağlı Giresun ilçesinde doğan M. Suphi’nin babası birçok ilde vali olarak görev yapmış Ali Rıza Bey ve annesi de Samsun Sancağı Belediye Reisi Hüseyin Hilmi Bey’in kızı Memnune Hanım’dı. M. Suphi iyi eğitim görmüş genç bir Osmanlı aydınıydı. İstanbul Galatasaray Lisesi’ni bitirdikten sonra, yüksek eğitimini İstanbul Hukuk Fakültesi’nde tamamladı. Ardından, 1905 yılında Paris’e gidip Ecole des Scienes Politiques’de (Siyasal Bilgiler Okulu) okudu ve bitirme tezi olarak “Türkiye’de İtibari Zirai Teşkilatın Hal ve İstikbali” isimli bir çalışma hazırladı.

M. Suphi Paris’te bulunduğu sıralar, bir yandan öğrenciliğini sürdürürken diğer yandan da, İstanbul’da yayınlanan ve başyazarı Hüseyin Cahit’in siyasi kimliğine atfen “İttihatçıların gazetesi” olarak değerlendirilen Tanin gazetesinin muhabirliğini yapıyordu. M. Suphi bu dönemde her ne kadar Fransız sosyalizminin etkisi altında kalmışsa da, TKP tarihinin “resmi tarihçilerinin” iddia ettiği gibi bir sosyalist değil, milliyetçiydi. Hatta onun aynı dönemde sosyalizme yönelik eleştirel makaleleri de vardır.

M. Suphi, 1912’de “Milli Meşrutiyetperver Fırkası”nı kurmak amacıyla, arkadaşı Ahmet Ferit Tek ile birlikte “İfham” adlı bir gazete yayımlamaya başladı. Gazetenin başlıca hedefi iktidardaki İttihat ve Terakki Fırkası idi. Bu gazetede ilk yayınlandığında sosyalist bir çizgide değil, demokrat çizgidedir. İfham ilk yayınından ancak yedi yıl sonra sosyalist nitelik kazanmaya başlamıştır.

Mustafa Suphi, Paris yıllarından Sinop’a sürgün edildiği tarihe kadar geçen sürede ağırlıklı olarak mali-iktisadi konulara yönelik yazılar kaleme almıştı. Bu makalelerin halkçı ve özgürlükçü içeriklerine karşın, kesinlikle sosyalist olmadığı söylenebilir. M. Suphi siyasi hayatına bir Osmanlı liberal demokratı olarak başlamış; sosyalizme kesin tarzda yönelişi ise Rusya’daki sürgün yıllarında gerçekleşmiştir.

14 Haziran 1914’te Sadrazam Mahmut Şevket Paşa’ya yapılan suikastten sonra gelen baskı rejimi döneminde yüzlerce aydın gibi, o da sürgüne gönderildi. Sürgün edildiği Sinop’tan kaçmak için iki kez girişimde bulunmuş ve ikincisinde başarılı olarak Rusya’ya geçmiştir. Kendisiyle birlikte kaçan 12 kişiden biri olan Ahmet Bedevi Kuran anılarında, Rusya’ya giderken M. Suphi’nin aklında hâlâ Türkçü, milliyetçi bir gazete çıkarmak olduğunu söyler . Görüldüğü gibi M. Suphi henüz bu tarihte bile sosyalist ideolojiyi benimsemiş değildir.

Çarlık Rusya’sı Osmanlı’dan gelen bu sığınmacıları düşman ittifakına üye ülkelerin yurttaşları olduğu için önce Faluga iline, savaş patlayınca da “savaş esiri” statüsüyle Ural’a sürer. M. Suphi işte bu üçüncü sürgün hayatında Bolşeviklerle ve Türkçe konuşan sosyalist aydınlarla tanışır ve sosyalist düşünceleri benimsemesi de bu zaman dilimi içerisinde gerçekleşir.

1917 Devrimi’nden sonra, 1918 yılında Moskova’ya gelen M. Suphi, burada Tatar-Başkırt kökenli Bolşeviklerle birlikte Türkçe olarak “Yeni Dünya” isimli bir sosyalist gazete yayınlamaya başlar. Bolşevik Devrimi’nin önderleri, Rusya’daki Müslüman nüfusun devrime kazanılması amacıyla özel bir örgütlenme olarak Doğu Halkları Örgütlenmeleri Merkez Bürosu’nu oluşturur. Bu örgütlenmenin başına Bütün Rusya Kurucu Meclis’inde Başkırdistan temsilcisi olarak görev yapan Şerif Manatov getirilir; Suphi de bu büroda görev alan yönetici komitenin içerisinde, Türk seksiyonu başkanı olarak yer alır. Suphi’nin bu dönemdeki faaliyetleri , esas olarak, Rusya’daki Türk topluluklarıyla ve Rusya’da savaş esiri olarak bulunan Türk askerleriyle bağlantılıdır. Mustafa Suphi, 1918’de Moskova’da Türk Sol Sosyalistleri Birinci Kongresi’nin toplanması ve Moskova, Kazan, Samara, Saratov, Rezan, Astrahan gibi merkezlerde Türk Komünist örgütlenmelerinin yaratılması doğrultusunda aktif gayret göstermiştir.

20 Temmuz 1918’de Moskova’da toplanan Türk Sosyalistleri Birinci Kongresi, bir parti örgütlenmesi kararı alır ve bu örgütlenme hazırlıklarını yürütmek amacıyla Türk Komünist Teşkilatları (TKT) adında bir örgütlenme kurar. TKT kendisine bir Merkez Komitesi seçerek ağırlıkla Rusya’daki savaş esirleri içinde ve kısmen de Türkiye’de parti kuruluş çalışmalarını hızlandırır. 10 Eylül’de Bakü’de yapılan TKP Birlik Kongresi’nin gerçekleşmesinde bu örgütün belirleyici bir rolü vardır.

Bu çalışmaların meyvesi olarak 14 Temmuz 1919’da ilk TKP Kurucu Komitesi oluşturuldu. Bu komitede Mustafa Suphi ile birlikte Maksut Ekşi, Ali Rıza Keskin, Osman Topçuoğlu, Mustafa Börklüce, Murat Sarı ve Kadir Erzurumlu bulunuyordu. Bu komitenin oluşturulmasından sonra Suphi 1920’de Bakü’ye geldi ve burada yeni partinin son hazırlıkların tamamladı.

BAKÜ BİRLİK KONGRESİ VE TKP

Başlangıcı daha önceki tarihlere uzanmakla beraber, 10 Eylül 1920 tarihi, TKP’nin kuruluş tarihi olarak anılır. Zira bu tarihte gerçekleşen Bakü Kongresi, sosyalist faaliyetlerin ve örgütlenmenin Anadolu’daki değişik damarlarının birleştirilerek tek bir parti çatısı altında toplanmasını sağlamıştır. Bu tarihten sonra yaklaşık 40 yıl, Türkiye’deki sosyalist hareket, tek bir partinin, TKP’nin örgütsel çatısı altında birleşik bir faaliyet yürütecektir.

Bakü Kongresi’nde Ethem Nejat ve Hakkı Hilmi’nin önerisiyle çeşitli sosyalist çevrelerin birleştirilmesi kararı alındı. Bu çerçevede Türkiye sosyalizminin o ana kadar farklı kanallarını oluşturan Türkiye İşçi Çiftçi Sosyalist Fırkası (TİÇSF)*, Anadolu merkezli Türkiye Komünist Partisi ve Bakü merkezli Türkiye Komünist Partisi, tek bir parti çatısı altında, Türkiye Komünist Partisi (TKP) ismiyle birleşti. Savaş koşulları nedeniyle Kongreye Adana ve İzmir delegelerinin katılamadığı Bakü Kongresi’ne, İstanbul, Ankara, Zonguldak, Ereğli, Trabzon, Samsun, Rize, Sivas, Kars, Erzurum, Eskişehir ve Konya’dan toplam 125 delege katılmıştı, bu delegelerden 51’i ise misafir delege statüsündeydi. TKP, bundan sonra İstanbul dışına taşarak, Kurtuluş Savaşı’nın kalbi durumunda olan Anadolu içinde de etkili olacaktı.

TKP’NİN PROGRAMATİK YAPISI ve ENTERNASYONALİST PERSPEKTİF

1920 yılında kabul edilen TKP’nin ilk programına M. Suphi çizgisinin ağırlıkla damga vurduğu görülür. TKP’nin en özgün yanlarından birini partinin programatik yapısı oluşturur. TKP programının hazırlanışı Üçüncü Enternasyonal’in kuruluş günlerine denk düşer ve İkinci Enternasyonalle hesaplaşmanın bu en sıcak günlerinde Üçüncü Enternasyonal’e hakim olan “enternasyonalist devrimci sınıf siyaseti” rüzgarının bütün coşkusunu ve kararlılığını TKP programında görmek olasıdır.

Bu coşku içinde hazırlanan ve kabul edilen programın sunuş konuşmasını yapan M. Suphi, emperyalizm, devrim, iktidar ve sosyalizmin kuruluşu konularında şu görüşleri dile getirir:

“Toplumsal devrim gibi; devrimin bütün dünya burjuvazisi üzerindeki zaferinden çıkan komünizm uygulaması da evrensel içerik taşır… Doğu’nun hammaddesiyle Batı’nın sanayi ürünleri de yine öyle bir bütün teşkil ediyor, onun için Komünizm uygulamasında da evrensel bir içerik ve zorunluluk vardır… Son kırk yıllık sömürgecilik faaliyeti neticesinde ve bilhassa Avrupa Genel Savaşı’ndan sonra, siyasal sınırları bir kat daha belirmiş olan bu şartlar içinde, burjuvaziye dayanarak geliştirilen herhangi bir hareket, Doğu’nun zavallı millet ve memleketlerini kurtarmak yeteneğini kaybetmiştir”.

Bu kısa ama özlü alıntıdan anlaşılabileceği gibi, TKP, sosyalizmin kuruluşunu bir dünya devrimi genel sorunsalı içinde ele almaktadır; sömürge ve yarı sömürge ülkelerdeki devrimle sanayileşmiş ülkelerdeki devrimi tek bir proleter dünya devriminin parçası olarak görmektedir; geri ülkelerin sömürgecilik karşıtı mücadelesinde burjuvazinin temsilcilerine güvenilemeyeceğini ve inisiyatifi komünistlerin ele alması gerektiğini belirtmektedir.

TKP’nin programatik olarak Türkiye devrimini enternasyonalist bir ruh ve bakış açısıyla ele aldığını gösteren bir başka önemli belge de TKP Merkez Komitesi tarafından Haziran 1920 tarihinde yayınlanan TKP Genel Yönetmeliği’dir. Baştan sona Türkiye devrimini dünya devrimi genel şemsiyesi altında değerlendiren bu yönetmeliğin 18’inci maddesinde aynen şu ifadeler yer almaktadır: “Türkiye Bolşevikleri sosyalistliği kabul eden diğer milletler ile Türkiye arasında politik usul gereğince sınır ve gümrük işlerini kaldırırlar.”

Yine programda ulusal kurtuluş savaşının önderliğini yapan Kemalist harekete ilişkin tutumu daha da somutlaştıran ve pekiştiren ifadelere Bakü Komünist Partisi ile bağlantılı olarak Anadolu’da kurulan Komünist Partisi’nin yayınladığı 14 Temmuz 1920 tarihli Kuruluş Beyannamesi’nde rastlamaktayız. Bu beyannamede TKP’nin diğer hareketlerden bağımsızlığını vurgulamak maksadıyla şunlar söylenmektedir: “ …İstanbul Hükümeti, esas itibariyle eski mutlakiyet yanlısı ve aristokratik bir idareden, yani eski sultanlık devrinin korunmasına çalışan bir heyetten başka bir şey değildir… Mustafa Kemal tarafından vücuda getirilen Kuvay-i Milliye Hükümeti’ne gelince: Saray Hükümeti’nin aldığı bu korkunç vaziyet üzerine, memleket dahilindeki milliyetperverler memleketin demokratik burjuva sınıfına dayanarak, adı geçen kişinin etrafında toplanarak Anadolu’nun İstanbul Hükümeti’ne karşı milli ayaklanmasını ve milletin bütün işlerine el koyan Büyük Millet Meclisi’ni meydana getirdiler… Fakat burjuva elinde olan bu hükümet de aldatma siyasetini bırakmadı. Burjuvaların etkisi altında milliyetperverlikten uzaklaşmadığı gibi, Rusya’daki cereyanı da alkışlamaktan vazgeçmedi… Sonuç olarak: Yukarıda zikrolunan gerekçelere dayanarak Türkiye Komünist Partisi, mevcut koşullarda: Bir tarafta despot, diğer tarafta aldatan iki siyasi oluşumun mevcut egemenler olduğuna, daha açık bir ifade ile bir tarata İngiliz siyasetine alet olan Hürriyet ve İhtilafçılar, diğer taraftan halk için onlardan hiçbir farkı olmayan ve fakat maske ile meydana çıkan eski İttihatçılar olduğuna kanaat ve bu kanaati resmen ilan ve her iki hükümetle de hiçbir alakası olmadığını beyan eder.”

TKP, ULUSAL SORUN VE LAİKLİK…

“Ulus ve Din” başlıklı maddede ise TKP, çok etnikli bir toplumda diğer guruplara karşı yaklaşımını açıklarken aynı zamanda dine karşı tutumunu ve laiklik anlayışını ortaya koyuyor. Programın TKP’nin laiklik anlayışını ortaya koyan maddelerinde “dini içerikteki terbiye, eğitim ve ibadet işlerinin dinsel toplulukların iç işi olarak güvenceye alınacağı”; “dinsel kurumların devletten ayrılarak dinsel topluluklar halinde bırakılacağı”, “ve fakat dinlerin ve milliyetlerin insanlar arasında nefret ve düşmanlık doğuran gerici masallarına karşı savaşım verileceği” ifade edilmektedir. Programın aynı başlık altındaki yedinci maddesinde ise “TKP değişik uluslara mensup devrimci işçi ve köylü sınıfları arasındaki eski düşmanlıkları kaldırmak için aşağıdaki en kesin çözümlere girişir:” denildikten sonra bu çözümler: “Dil ve kültür açısından her türlü ayrıcalığın ortadan kaldırılması ve her ulusun bu konularda tam özgür olmasının sağlanması”; “devlet örgütlenmesinde her ulusun temsil edilmesini sağlayacak bir federasyon sisteminin kurulması”; “uluslararasında çıkacak muhtemel sorunların kanlı çatışmalara yol açmaması için ‘plebisit’ yöntemiyle, genel oya başvurarak çözülmesi” olarak sıralanmaktadır. Bu konuyla ilgili olarak program sunuş konuşmasında Suphi’nin söylediği şu sözler TKP’nin bu soruna ilişkin yaklaşımının daha net ve bütünlüklü olarak anlaşılmasını kolaylaştırır niteliktedir. Suphi, bu konuşmada, etnik guruplara ilişkin partinin izleyeceği politikayla ilgili olarak şunları söylüyor:

“Partimiz özgürlüğü yolunda, uluslararası toplumsal devrim hareketine dayanma zorunluluğunun dayattığı işçi halkımız arasındaki örgütlenmesini de, uluslararası esasta yapmak zorundadır. Partimiz Türk işçi ve yoksul köylülerini gerici İttihat ve İtilafçılar veya hain sosyalistlerin etkisinden kurtarmaya ne derece zorunlu ise, Türkiye’de yaşayan Rum, Ermeni, Kürt milletlerinin mağdur sınıflarını da Etniki Eterya, Taşnak ve Bedirhan teşkilatlarından ayırarak, çıkar ve amaç ortaklığı olan bir sınıf halinde hem içteki sömürücülere hem de işgalci dış kuvvetlere karşı birleştirip ayaklandırmak göreviyle yükümlüdür”.

Mustafa Suphi böyle bir programla Anadolu’ya gelir. Bu programdan anlaşıldığı üzere amacı Kurtuluş Savaşı’nı bir emekçi iktidarına dönüştürebilmektir.

Ama Mustafa Kemal’in doğrudan dahiliyle mi yoksa M. Kemal’e rağmen Enver Paşa’nın bir operasyonuyla mı olduğu henüz tam aydınlatılmamış olan bir katliamla 1921 yılının 28 Ocak’ı 29 Ocak’a bağlayan gecesinde yanındaki 15 yoldaşıyla birlikte Karadenizde boğularak öldürülür. M.Suphi ve arkadaşlarının ölümü Kurtuluş Savaşı’nın daha ilerici bir karaktere sahip kılınması şansının yitirilmesi anlamına geldiği gibi, Türkiye sosyalizminin enternasyonalist damarının ortadan kaldırılması sonucunu da doğurmuştur. Suphi’nin ölümüyle TKP daha milliyetçi olan Ş. Hüsnü önderliğindeki İstanbul kanadının hakimiyetine girmiş, Türkiye sosyalizmi bu milliyetçi yükü uzun yıllar boyunca sırtından atamamıştır.

Yazımızı M. Suphi ve arkadaşları için yazılan ağıtla sonlandıralım.

Hayali gönlümde yadigar kalan,
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.
On beş mürşid ile boğulup ölen
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Garip garip öter derya kuşları
Su içinde uykuları, düşleri
Bir gelin döker kanlı yaşları
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Nazım ile zindanda gün be gün biri
Söyletir dilsizi, ağlatır körü
Bir yanım çürüyor, bir yanım diri
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Yaralarım tuz içinde kanıyor
Uyku gelmiş ela gözler sönüyor
Bir yanımda Suphi, Nejat ölüyor
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Gelir günler gelir, yaram sarılır
Böyle gitmez bir gün hesap sorulur
Bir yanım Acem’den, Çin’den görünür
Bir yanım deryada çalkanır şimdi.

Ruhi Su, Karadeniz Ağıtı

https://www.gazeteduvar.com.tr/forum/2018/02/02/mustafa-suphinin-olumuyle-turkiye-neler-kaybetti/

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums