Murat Sevinç: Çetin Altan’ın anısına… ‘Hödükler’in çölünde bir vaha: Türkiye İşçi Partisi

Okuyacağınız yazı, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü yayınlanacaktı. Olmadı.

Murat Sevinç: Çetin Altan’ın anısına… ‘Hödükler’in çölünde bir vaha: Türkiye İşçi Partisi
23.10.2015 - 10:33
2778

 Okuyacağınız yazı, 10 Ekim 2015 Cumartesi günü yayınlanacaktı. Olmadı.

1965 seçimleri, 10 Ekim tarihinde, yani tam 50 yıl önce bu ay yapıldı. Seçim sistemi ‘milli bakiye’ idi. Bu sistem tüm oyların mecliste temsil edilmesini sağlıyordu. Yani Türkiye henüz ‘ileri demokrasi’ ile tanışmamıştı ve yıllar sonra cümlemizi bu cilalı demokrasiyle müşerref kılacak kişi, o esnada 11 yaşındaydı!

1965 yılının 10 Ekim tarihinde yapılan seçimde, AP (Adalet Partisi) büyük bir başarı sergileyip yüzde 53 oy oranıyla tek başına iktidar oldu. Hükümeti kurma görevi, Ragıp Gümüşpala’nın ardından genel başkan olan Süleyman Demirel’e verildi.

AP’den başka CHP, YTP (Yeni Türkiye Partisi), CMKP (Cumhuriyetçi Köylü Millet Partisi), MP (Millet Partisi) ve TİP (Türkiye İşçi Partisi) de meclise girmişti. Hiç kuşkusuz en dikkat çekici ve heyecan verici olanı, ilk kez bir sosyalist partinin, 15 milletvekiliyle TBMM’ye girmiş olmasıydı.

TİP, Türkiye’nin çok partili yaşamında daha önce eşi benzeri görülmemiş bir örnekti. Hatta öylesine ayrıksıydı ki TBMM açıldığında kendilerine oturacak yer dahi gösterilmemişti!

Üyeleriyle, yönetimiyle, milletvekilleriyle, söylemiyle ve yarattığı tartışmalarla. 1961 Anayasası ‘döneminin’ yarattığı özgürlükçü atmosferin ürünlerinden biriydi. Burada sözü edilen ‘atmosfer’, 27 Mayıs sonrasında Türkiye’nin yaşadığı kabuk kırılması.

DP’nin anti demokratik ve özellikle 1957 seçiminden sonra giderek belirginleşen despotik yönetim tarzı, muhalif düşünce insanları ve siyasal örgütlenmelerin nefes almasını neredeyse olanaksızlaştırmıştı. Sol düşünce insanları, sol muhalifler ve muhalefet partileri üzerinde ağır bir baskı vardı. 27 Mayıs sonrasında bu hava dağıldı ve bir yandan darbe koşullarında vahim yargılamalar yapılıp utanç verici idam/mahkûmiyet kararları verilirken, diğer yandan da günah ve sevaplarıyla tarihimizin en ilerici anayasası hazırlandı.

Bir yandan yeni darbe girişimleri (Talat Aydemir) engellenmeye çalışılırken, diğer yandan yeni dergiler yayın hayatına başlıyor ve daha anayasa hazırlanmamışken Saraçhane’de on binlerce işçinin katıldığı büyük mitingler düzenleniyordu. Bir yandan faşist İtalya’dan kopya edilmiş TCK’nin meşhur 141. ve 142. maddeleri sol düşünce insanlarının canını yakmayı sürdürürken, diğer yandan sol düşünce yaşamı canlanıyor ve partiler kuruluyordu. Ezcümle, her şey ‘bir arada’yaşanıyordu ve kesin olan şey, Türkiye’nin hızlı bir değişim sürecinde oluşuydu. İşte TİP, bu canlanma içinde filizlendi.

TİP’in kuruluşu (13 Şubat), Anayasa’nın kabulünden (Temmuz 1961) önceydi. 12 sendikacı tarafından kuruldu. Aslında o esnada Behice Boran, Mehmet Ali Aybar ve arkadaşları da bir parti kurmayı düşünüyorlardı, ancak sendikacıların bu çabasından haberdar olunca beklediler. ‘Sabıkalı’ aydınlara duyulan alerji ve herhalde biraz da endişe nedeniyle kurucu sendikacılar, başlangıçta aydınlara mesafeliydi. Ne zaman ki kimi YÖN yazarları ve Türk-İş yöneticilerinin bir parti hazırlığında olduğunu öğrendiler, o zaman TİP’i canlandırmaya karar verip ‘aydın genel başkan’ arayışına giriştiler.

Önce tuhaf bir biçimde DP/AP’li Ali Fuat Başgil’i düşündüler. Başgil kabul etmedi ve zamanında üniversitede asistanlığını yapmış Mehmet Ali Aybar’ı önerdi. Aybar’ın TİP genel başkanlığı, 9 Şubat 1962’de ilan edildi. Aynı Şubat ayında Talat Aydemir ilk ‘başarısız’ darbe girişiminde bulunacaktı. Dedik ya, her şey bir aradaydı.

TİP, faaliyetlerini AYM tarafından kapatıldığı Temmuz 1971’e dek sürdürdü (1975 sonrasında ‘ikinci TİP’ dönemi başladı ama okuduğunuz yazının konusu, ilkiyle ilgisi olmayan bu girişim değil). TİP’in faaliyetleri her zaman anayasal sınırlar içinde kaldı. Herhalde tarihimizde başka hiçbir partinin anayasayla ilişkisi, TİP’in 1961 Anayasası’yla kurduğu ilişkiye benzemez. Aybar’ın en sık kullandığı ifadelerin başında,‘Anayasa’nın eksiksiz ve tastamam uygulanması’ geliyordu. Bunun iki nedeni vardı sanırım: İlki 1961’in özgürlükçü yanı ve özellikle sosyal devlet ilkelerine verdiği yer; diğeri TİP’in düzen dışı bir parti olmadığını kanıtlama çabası. Çünkü tahmin edilebileceği gibi TİP, AP’liler tarafından sürekli olarak ‘düzen dışı’ olmakla itham ediliyordu.

Sosyalist TİP, gerek kurucu sendikacılarının ve gerekse Aybar, Behice Boran, Sadun Aren gibi akademiden gelen yöneticilerinin katkısıyla‘parıldayan’, ‘umut yaratan’ bir siyasal örgütlenmeydi. TBMM içi ve dışındaki faaliyetleriyle, zamanın sol Kürt aydınlarıyla kurduğu kapsayıcı ilişkiyle, ‘Doğu Mitingleri’yle, Türkiye’nin iç ve dış sorunlarına sınıf/sermaye ilişkileri çerçevesinden yaklaşmasıyla, güçlü eleştirileriyle son derece etkiliydi.

Çıkardığı ses vekil sayısından daha fazlaydı. Özellikle Aybar, Boran, Aren’in ve tabii hiç kuşkusuz zamanın tanınan yazarı Çetin Altan’ın TBMM kürsüsünden yaptıkları konuşmalar, deyim yerindeyse ‘ders’niteliğindeydi. Ve bu dersler, yine hiç kuşkusuz, Çetin Altan’ın ‘hödükler’dediği vekillere pek bir şey ifade etmiyor, çoklukla ‘hakaretle’karşılanıyordu. Bu arada Aybar, 1966’da Bertrand Russell’ın onursal başkanlığında kurulan savaş suçları mahkemesine de yargıç olarak davet ediliyordu.

TİP’in etkisi yalnızca TBMM çatısı altında değildi. TİP, solun dünyadaki gelişmelere paralel olarak canlandığı; sol gazete, dergi ve kitapların (özellikle Marksist klasiklerin çevirileri) yayınladığı, muhtelif tarih yorumlarından kaynaklanan farklı sosyalizm/devrim analizlerinin tartışıldığı bir Türkiye’de, o tartışmaların bir yanında yer alıyordu. TİP, hem YÖN dergisince temsil edilen ve ‘sol Kemalist’ olarak adlandırılabilecek çizgiden ayrılıyor hem de MDD’den (Milli Demokratik Devrimciler) farklı olarak, parlamenter demokrasinin oyun kurallarına uyup onun sunduğu fırsatlardan yararlanarak sosyalizme geçilebileceğini savunuyordu.

Söz konusu tartışmaları bu yazı kapsamında özetlemek dahi olanaksız. Buna mukabil, ‘TİP, kestirme değil, zor ve doğru olan yolu seçmişti’desek, herhalde çok da yanlış olmaz. Halka rağmen bir rejim kurulmayacağına göre, öncelikle o halk bilinçlendirilerek haklarına sahip çıkmayı öğrenecekti. Bunun için de burjuva demokrasisinin araçları kullanılacaktı. Üretim araçları gelişecek, giderek durumunun/sömürünün farkında olan yurttaş kitleleri ile sosyalizme varılacaktı.

1968’le birlikte koşullar hızla değişmeye başladı. Türkiye siyasal atmosferinin kararması, Batı dünyası ile paralel (ancak ne yazık ki bir aşamadan sonra ‘silahlı’) öğrenci olayları, tarafların sert biçimde ayrışması, ülkücü hareketin doğuşu ve palazlanması, siyasal İslam’ın partileşmesi, ekonomin bozulması, AP iktidarında Demirel’in 1965’teki söylemini hızla terk edişi ve yine Demirel’in fütursuzca tutunduğu ‘iti ite kırdırma’ siyaseti, anayasa düşmanlığı, sol düşünce ve örgütlenmeye yönelik saldırılar…

Bu kanlı hengâme ve açık faşist saldırılar karşısında solcu öğrenci/örgütlerin yasa dışı yolları seçip farklı devrim stratejileri benimsemesi ve kendi içlerinde yaşanan bölünmeler, TİP içinde de sarsıntılara neden olmuştu. İşin doğrusu TİP, çatışma ortamında varlık mücadelesi veren gençliğin aceleciliği ve hırçınlığına artık bir şey vaat etmiyordu artık. TİP, 1969 seçimlerinde, seçim yasasındaki değişikliğin azizliğiyle (!) yalnızca iki vekil çıkarabildi. Parti içinde Aybar ile Boran/Aren arasındaki görüş ayrılıklarının da derinleşmesiyle Aybar 1969’da genel başkanlıktan, bir süre sonra parti üyeliğinden ayrıldı.

Aybar’ın yerini Behice Boran almıştı (Mehmet Ali Aslan ve Şaban Yıldız’ın kısa süreli başkanlıkları ardından) ancak 12 Mart kapıdaydı. 29-31 Ekim 1970 günlerinde 4. büyük kongresini düzenledi ve bu kongrede Kürt sorununa dair o meşhur ve kapatılmasına gerekçe yapılacak karar alındı. TİP Türkiye’nin doğusunda Kürt halkının yaşamakta olduğunu, hâkim sınıfların baskı, terör ve asimilasyon siyaseti uyguladığını, doğu sorununun bölgesel kalınma sorunu olarak ele alınamayacağını, Kürt halkının yurttaşlık hakları mücadelesini desteklemenin olağan/zorunlu bir görev olduğunu vs. kararlaştırdı.

12 Mart Muhtıra/darbesi ardından, 11 Haziran’da TİP hakkında kapatma davası açıldı. Kısaca ‘bölücülük’ gerekçesiyle. Parti 20 Temmuz’da kapatıldı. Yaklaşık 40 günlük dava süresi, hayli renkli parti kapatmalar tarihimizde ‘rekor’dur. Devlet, AYM aracılığıyla Kürt konusunu gündeme getiren bir sosyalist partiye, son derece hızlı tepki vermiştir.

‘Hödüklere demokrasi dersleri…’

Gelelim başlıktaki ‘hödükler’ ifadesine ve yazı da böyle bitsin: TİP listesinden TBMM’ye girip seçildikten sonra TİP’e katılan Çetin Altan, meclisin hiç kuşkusuz en zeki ve birikimli üyelerindendi. AP’lileri çılgına çeviren konuşmalar yapıp yazılar kaleme alıyordu. Linç etmeye çalıştılar, TBMM’nin orta yerinde.

Vekillik serüvenini anlatan Ben Milletvekili İken adlı nefis kitaptaki (İnkılâp) başlıklardan biri, ‘Hödüklere demokrasi dersleri…’ başlığını (236) taşır. 1966 bütçe görüşmelerinde Aydın Yalçın’a cevaben yaptığı konuşmanın metnidir. Konuşması her zaman olduğu gibi AP’li vekillerce defalarca kesilir. ‘Komünistlik yapma’ vs. bağırtılarıyla. Altan, yazısını şöyle noktalar: “Konuşmayı o kadar yumuşak tuttuğumuz halde, adamlar kırmızı görmüş boğa gibi burunlarından soluyorlardı. Ve ben düşünüyordum ki, hödüklüğü burjuva demokrasisiyle asla karıştırmamak gerekmektedir.”

Çetin Altan’ın meşhur ifadesiyle, yine de ‘enseyi karartmayalım.’

Allah rahmet eylesin…

murat sevinc kelle

Murat SEVİNÇ / DİKEN

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums