- 3.02.2016 00:00
Kilis’e atılan roketler bir yana, Türkiye 7 Haziran 2015’ten beri yedi kez IŞİD’in bombalı saldırılarına hedef oldu. 28 Haziran’da gerçekleştirilen ve 42 kişinin ölümüne, 239 kişinin de yaralanmasına yol açan İstanbul Atatürk Havaalanı’ndaki son 'savaşçı intihar' saldırıları hedef seçimi, zamanlama ve bölgesel gelişmeler açısından çok daha fazla dikkate değer.
Saldırılar tam da Rusya ile ilişkileri düzeltmek için beklenen adımları atan Türkiye’nin Rus turistlerin yolunu gözlemeye başladığı günlere denk geldi. Saldırıyla çakışan başka bir gelişme da İsrail-Türkiye arasındaki ilişkileri normalleştiren anlaşmanın imzalanmasıydı.
Hal böyle olunca iktidar medyası saldırıların, Türkiye’nin komşularıyla barış sürecini sabote etmeye yönelik olduğunu iddia etti. Hükümetin son beş yılda tehlikeli örgütlere silah, eğitim ve lojistik destek sağlayıp sınırlarında cihatçılara geçiş üstünlüğü tanıyan müflis Suriye politikasının ülkeyi bu duruma getirdiğine dair hakikatle kimsenin ilgilendiği yok.
Sabah gazetesi "Barışa kalleş pusu" manşetini “Rusya ve İsrail ile anlaştığımız günlerde organize ihanet şebekeleri devreye girdi” yorumuyla süsledi. Hükümet medyası saldırıları, Türkiye’yi kuşatma, engelleme ve yalnızlaştırma gayretlerine bağlayan çok sayıda yoruma yer verdi.
Halbuki IŞİD’in Türkiye’nin İsrail’le ilişkilerini normalleştirmesinden rahatsız olduğuna dair hiçbir emare yok. İki ülkenin eski günlerine dönmesi, IŞİD’in Irak ve Suriye sahnesindeki hareketlerini tehdit eden bir perspektif de içermiyor. Tam tersine İsrail en önemli düşmanı olan Suriye'nin dişlerini söken bir vekâlet savaşına Türkiye'nin sunduğu katkılardan pek memnun.
Öte yandan, IŞİD’in Türk-Rus barışından endişelenmek için sebepleri olabilir. Suriye’de devrim hayallerinin sonunu getiren Rus müdahalesi ve Türk hükümetinin buna öfkesini 24 Kasım 2015’te bir Rus uçağını düşürerek ortaya koyması ilişkilerin bozulma sebebiydi. İlişkilerin düzelme sebebi ‘ekonomik’ olsa da bu barış, Türkiye’nin Suriye politikası üzerinde değişim baskısını artırabilir. İşte bu, hem IŞİD hem de Türkiye’nin ‘sevimli devrimcileri’ için kötü haber.
Durum böyle olsa da IŞİD’in Rus-Türk barışını hedef aldığına dair iddiaların ayakları havada. Çünkü bu tür bir saldırı çok önceden planlanmış olmalı. Nitekim, CNN Türk’e göre istihbarat birimleri Atatürk Havaalanı’nın da aralarında olduğu bir hedef listesini yaklaşık 20 gün önce ilgili devlet birimlerine göndererek, saldırı olabileceği uyarısında bulundu.
ABD de 27 Haziran’da 16 kentin adını vererek Türkiye’yi ziyaret edecek vatandaşlarını uyardı.
Yine Türk medyasına göre Dağıstanlı, Özbekistanlı ve Kırgızistanlı oldukları belirlenen üç saldırgan 25 Mayıs’ta Türkiye’ye giriş yaptıktan sonra İstanbul’da Aksaray’daki Horhor caddesinde bir daire kiralayıp, saldırı hazırlığı yaptı. Yani saldırı hazırlığının en az bir aylık bir geçmişi var.
Tabi hükümet istihbarat ve güvenlik zafiyetine dair tartışmaların önünü almak için mutat olduğu üzere sıra dışı önlemlere sarılıyor. Bunların başında yayın yasağı ile Facebook ve Twitter erişimlerine kısıtlamalar geliyor.
Buna ilaveten Bilgi ve İletişim Teknolojileri Kurumu (BTK) sosyal medyada toplumsal infiale yol açacak paylaşımlarda bulunanlar hakkında yasal işlem yapılacağını açıkladı. Yani acıları paylaşmak bile yasaklandı.
AKP Milletvekili Şamil Tayyar yayın yasağını eleştirenlere “Umarım böyle bir patlamada can verirler” karşılığını verdi. Cumhurbaşkanı Başdanışmanı Yiğit Bulut ise skandal bir çıkışa imza attı: “Patlama haberlerini yapmak boyunuzu mu büyütüyor?”
Ancak eğer “Zamanlama manidar” denilecekse projeksiyonun tutulması gereken başka yerler var.
Türkiye Suriye’nin kuzeyinde Kürtlere karşı kırmızı çizgiler ilan etmek suretiyle IŞİD’e korunaklı alan sağlayan siyasetinden vazgeçmese de üzerinde artan iç ve dış baskılar yüzünden örgüte yönelik gözaltı operasyonlarını artırdı.
Resmi verilere göre IŞİD’e yönelik operasyonlarda 2016’ın ilk beş ayında 989 şüpheli gözaltına alındı, bunların 228'i tutuklandı. Bu rakama haziran ayında 50-60 kişi daha eklendi.
Ayrıca IŞİD üyeleri Cerablus ve El Rai bölgesinden Türkiye’nin Gaziantep ve Kilis illerine geçişlerini sürdürse de son zamanlarda güvenlik güçlerinin eskiye nazaran daha uyanık olduğu söylenebilir. Bu da örgütün giriş çıkışlarını zorlaştırıyor.
IŞİD’in öfkesini çeken bir başka husus da şu: Türkiye, Azez-Mare hattında silahlı grupların tuttuğu mevzilerin IŞİD tarafından ele geçirilmesini önlemek için üç boyutlu bir strateji yürütüyor:
Sınırdan top atışlarıyla Ahrar El Şam ve Nusra Cephesi gibi örgütlere nefes aldırıyor.
Bu grupların silah ve lojistik ihtiyacını gideriyor.
Özel timler sahada kısa süreli misyonlarla bu grupların operasyonel kapasitelerini artırıyor.
Hükümetin bazen ikiyüzlü bazen göstermelik IŞİD’le mücadele stratejisine rağmen, bu tür eksik-gedik tedbirler ve müdahaleler örgütün intihar saldırılarıyla Türkiye’yi terörize etmesi için yeterli.
“Zamanlama manidar” faslında not edilmesi gereken başka bir nokta ise şöyle: IŞİD militan ya da sempatizanlarına Ramazan ayı boyunca saldırılarda bulunma çağrısı yapmıştı. Atatürk Havaalanı’na saldırı da IŞİD’in hilafet ilanının ikinci yıl dönümüne denk geldi.
Hedef seçimine gelince, İstanbul Atatürk Havaalanı Avrupa'nın en yoğun üçüncü havaalanı. Burada düzenlenen saldırıyla hem Türkiye’yi can evinden vurdular hem de dehşetin küresel etkisini artırdılar. Haliyle saldırı sadece Türkiye değil bütün dünyaya mesaj sayılır.
Daha önceki saldırılarla kıyaslandığında hedef seçiminde de bir değişim gözlemleniyor. Diyarbakır’da Halkların Demokratik Partisi (HDP) mitingi, Suruç’ta Kobani’ye yardım götüren solcu gençler, Ankara’da hükümetin Kürtlere karşı savaş stratejisini eleştiren parti ve sendikalar hedefteydi. Yani Suriye bağlantılı ama Türkiye’nin iç siyasetine bir şeyler söyleyen bir strateji söz konusuydu. Daha sonra Sultanahmet ve Taksim örneğinde olduğu gibi özellikle yabancıların hedef alındığı saldırılar da olmuştu. Ancak Gaziantep ve son İstanbul saldırısı, ibrenin devleti ve toplumuyla bütün Türkiye’nin canını yakacak eylemlere kaydığını gösteriyor.
Ankara şimdiye kadar IŞİD saldırılarıyla biriken öfkeyi PKK, PYD ve YPG'ye yöneltmeye çalıştı. Yani IŞİD’e karşı küresel mücadele koalisyonunun hedefine örgüt ile savaşan Kürtleri de sokmak için uğraştı. Ancak son saldırı gösterdi ki hükümetin artık IŞİD’in yanına örgütler listesi sıralayarak işi sulandıracak durumu yok. Hükümet medyası "Menbic tehlikede" manşetleriyle IŞİD lehine duyarlılık göstermekten geri durmasa da "kokteyl terör" söylemi geriledi. IŞİD’in artık doğrudan Türkiye’ye savaş açan bu saldırıları ise Suriye siyasetinde bir değişimi dayatıyor.
Yorum Yap