- 28.08.2015 00:00
Seçim ve hükümet belirsizliğinin ortadan kalkması ekonomiyi de rahatlatan bir gelişme oldu şüphesiz ama üç aya yaklaşan şu zaman dilimi, Türkiye’de, tüm kesimler için, önemli bir ders niteliği de taşıyor. Bu anlamda kasım seçimlerini, bu hayli pahalı dersten, hep birlikte çıkardığımız sonuçlar belirleyecek.
Haziran seçimlerinde oylarını artıran muhalefet partileri, şu zaman dilimi içerisinde, Türkiye’ye istikrarsızlığın ne demek olduğunu anlattılar. Süreci yönetemediler ve böylece haziran seçimlerinin galipleri, kasım seçimlerinin olası mağlupları olarak şimdiden tarihe yazıldı.
Bu açıdan kasım seçimleri, Türkiye’de istikrarın dolayısıyla, barışın, kapsayıcı büyümenin, refanın ve demokrasinin, istikrarsızlık dolayısıyla çatışma, yoksullaşma ve gerici restorasyon karşısında oylaması olacaktır.
Sürecin sonuçları…
Bence bu sürecin ortaya çıkardığı en önemli siyasi sonuç ise çok partili parlamenter sistemin, iki temel aks üzerinden sistemik meşruiyet zeminine oturacağını bize söylemesi olmuştur. AK-Parti ve CHP’nin yaptığı uzun süreli koalisyon görüşmelerini kimse yabana atmasın. Bu görüşmelerin, var olan parlamenter sistemi aşan, yeni anayasal düzenin ilk nüveleri olduğunu çok yakında göreceksiniz.
Kardeşlerin kanlı tarihi ve reel politiği
Öte yandan MHP ve HDP’nin aslında birbinini ayakta tutan iki zıt kutup ama kardeş oldukları da görmüş olduk. Bu, çok rastlanan siyasi diyalektikdir ve hem tarihsel hem de güncel örnekleri çoktur. Örneğin Soğuk Savaş döneminde Sovyetler-ABD böyleydi. Ama biri olmadan diğeri olamazdı. Dolayısıyla kardeşti bu ikisi. Nitekim Sovyetler tarih sahnesinden çekildikten sonra, ABD’nin hatta NATO’nun tüm askeri, politik doktrinleri çökmüştür. Ekonomik olarak da böyledir ve yaşadığımız ekonomik kriz özünde bunun krizidir. Aynı şekilde, İran ve İsrail’de bu anlamda kardeştir. Tıpkı MHP-HDP kardeşliği gibi. Nitekim, İran’ın sisteme dahil edimesi süreci ile birlikte, İsrail’in politikasında ve İsrail-ABD ilişkilerinde büyük değişiklik görüyoruz/göreceğiz. Tekrar edelim ki, kasım seçimleri yeni bir dönemi başlattığı gibi, yeni anayasal sistemin ilk dinamiklerini somut olarak ortaya çıkartacaktır. Bu anlamda, kasım seçimi, partiler arasında bir seçim değildir, Türkiye için istikrar-istikrarsızlık oylamasıdır.
Kasım-2015: G-20 Antalya
Kasım seçimlerinden hemen sonra Türkiye, Antalya’da G-20 zirvesini gerçekleştirecek. Zirvenin gerçekleştiği tarihte, büyük bir ihtimalle, Türkiye’yi 2016’ya götürecek siyasi irade belirlenmiş olacaktır. Antalya-2015, yalnız Türkiye açısından değil, gelişmekte olan ülkeler hatta dünya ekonomisi ve ticareti için önemli bir zirve olacaktır.
Çünkü, bir önceki yazımızda, anlattığımız gibi global krizde geldiğimiz aşamada AB ve ABD tarafında krizin giderek derinleştiği ve var olan para sistemiyle çözülemez duruma geldiğini görüyoruz. Bu yıl Türkiye’de yapılacak G-20 zirvesi, sistemin en temel sorunlarını kapsamlı çözüm arayacak.
Bize göre, bu yıl Türkiye’de yapılacak G-20 zirvesi’nden başlamak üzere, bundan sonraki tüm G-20 zirveleri ve G-20 kapsamında yapılacak toplantıların ana teması, Bretton-Woods para sisteminin alternatifi ortaya çıkıncaya kadar, yeni bir para sistemi arayışı olmalıdır.
Bugün, başta Avrupa olmak üzere, dünya ekonomisi 2008’de başlayan krizi aşamıyor. Tam aksine kriz yeni evrelerle giderek derinleşiyor. Bunun en önemli nedenlerden birisi 2. Dünya Savaşı sonrası oluşturulan ve artık dünya ekonomisinin gerçekleri ile örtüşmeyen para sistemi. İkinci Dünya Savaşı bitiminde ortaya atılan para sistemi, dünya ekonomisinin bundan sonraki yolculuğunu karşılayacak dinamikleri barındırmıyor.
Yeni bir Bretton-Woods kaçınılmaz. Bretton-Woods bir uzlaşma değil, Amerikan dayatmasıydı. Bretton-Woods’da kapitalist sistemin yeniden yapılanması için, White ve Keynes planları tartışılmıştı. Amerikan görüşlerini temsil eden White Planı kabul edildi.
White Planı temelde, IMF ve Dünya Bankası gibi kurumların çatısını oluşturacağı ve doların altına karşı konvertibilitesinin korunduğu, dolar merkezli bir ‘sabit kur’ sistemini öne çıkarmıştı. Bu da, çok açık olarak, ABD’nin ekonomik hegemonyasıydı.
Oysa Keynes Planı’nda, bir tür dünya merkez bankası rolü oynayacak birliğin kurulması öngörülmüş ve birliğin temelleri; ‘bancor’ adı verilen ve dünya parası yerine geçecek yeni bir hesap birimi ile ticari işlemlerin yapılmasına dayandırılmıştı. Keynes’in bancoru da altına bağlı idi. Ama karşımıza 1944’te çok daha başka bir para sistemi çıktı ki, bu, şimdiki krizin temel nedenlerinden birisidir. Tam bugün Çin’in attığı adımlar ve yuan’ı yeni rezerv para yapma girişimleri işte burayı aşma adımlarıdır. Yeni bir gelişmekte olan ülkeler krizi değildir.
Bugün Çin’in bu hamleleri desteklenmeli ve dolar ve Euro’ya dayalı ticaret dışında gelişmekte olan ülkeler, kendi para birimleriyle ticareti daha fazla öne çıkarmalı ve buradan hareketle yeni gümrük birlikleri oluşturmalıdırlar.
Endonezya-APEC zirvesinde açıklanan, Çin’in Yeni İpek Yolu kapsamında planladığı yatırımlara bağlı olarak gördük ki, mal ve sermaye akışının yönü artık Doğu’dan Batı’ya olarak değişiyor. Doksanlı yıllarda başlayan malların doğudan batıya gidişine şimdi sermaye akışı da ekleniyor.
İkinci Dünya Savaşı sonrasının değişim dinamiği nasıl ABD’nin üzerinde kurulduysa şimdi de değişim dinamiği, Pekin-İstanbul üzerinden kurulmaya aday.
Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nın (Transatlantic Trade and Investment Partnership-TTIP) ancak Türkiye’nin merkez olduğu Pasifik Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan orta ve güney ticaret geçişleri ile mümkün olacağını da söylemiş olalım. Bu büyük entegrasyon, Avrupa için tek yoldur. Bütün bunlardan dolayı, G-20 Dönem Başkanlığı çerçevesinde, B-20 Zirvesi’ne de ev sahipliği yapacak Türkiye’nin, bu konumu bu anlamda tesadüf değildir.
G-20, milli gelire bağlı asansör değil…
Öte yandan şunu da önemli hatırlatalım ki, G-20 ülkeleri, ulusal GDP’ye göre sıralanmamış ve G-20 böyle oluşmamıştır. G-20, nüfus, pazar, ticari geçişler, coğrafi strtatejik konum gibi çok farklı küresel temsil yetenekleri ve özellikleri temsil edebilecek çeşitliliği yansıtacak şekilde oluşturulmuştur.
Bu açıdan Türkiye’nin dolar bazlı GDP’si düşerse G-20’de olamaz cümlesi hiç düşünülmeden ortaya atılmış cahilce bir dezenformasyon örneğidir. Ancak bu dezenformasyonun “ciddi” makale gibi yayınlanması cahil cesaretinden de öte bir durumdur hiç şüphesiz.
Yorum Yap