- 2.02.2015 00:00
Aslında böyle olmak zorunda değildi. Mağdur ve mazlum iken zalim olmak kaderleri değildi. İyilik, doğruluk, güzellik ve özgürlük olsa idi ilkeleri, “dik durmak”, onların duruşunda zalimlere mahsus bir çöküş alameti haline gelmezdi..
Özleri ile sözleri bir olsa, güç, devlet, iktidar olmanın çekici girdabında doğru ve güzel ahlaklı olmayı kaybetmiş olmasalar, “ya sev ya terk et” faşizmini “ya biat edeceksiniz ya da yok olacaksınız” zulmüne tırmandıran bir düşmanlığı “yol” bilmez, “çare” bilmez ve kendileriyle birlikte bu ülkeyi uçuruma sürükleyen bir “amok koşucusu”na (*) dönüşmezlerdi...
Aslında böyle olmak zorunda değildi. Dillerinden düşürmedikleri İslam’ı bir iyilik ve doğruluk rehberi bilseler ve İslam’ı güç ve ihtişamın aracı haline getirenleri uyaran Ebu Zer’in duruşundan feyz, onu çöle yolcu eden İmam Ali ve Hüseyin’den bir parça ilham alabilseydiler...
İmam Ali’nin yollandığı ölümcül sürgüne giderken Ebu Zer’e veda sözleridir: “Ey Ebuzer, sen Allah için öfkelendin, bu yüzden onun lütfunu umansın. Toplum, dünyaları için senden korktu; sense dininden dolayı onlardan korktun. Senden korktukları şeyi bırak ellerine; korktuğun şeyi al onlardan. Onlara men ettiğin şeye ne düşkündür onlar. Seni men ettikleri şeyeyse hiç mi hiç meylin yoktur. Pek yakında bilir anlarsın, kim kâr etmiş, kim daha ziyade hasede düşmüş.”
Bilseydiler, Ebu Zer’in inandığı İslam bir ahlaki ve vicdani duruş ve İslam’ı zenginliklerine, güç ve kudretlerine paravan kılanların saltanatı kokuşmuş bir çürüme düzenidir...
Hüseyin’in “Düşünün!” diyen haykırışını duysaydılar Kerbela’da... “Ben neden buradayım?” diye soran haykırışını hissetseydiler yüreklerinde... Böyle olmak zorunda değildi...
Bilseydiler ki aslolan güç değildir asla. Güç, kudret, saray, saltanat gelip geçicidir ve aslolan güç elindeyken ahlak ve adaletle an be an sınandığını bilmektir. Adaletle terbiye edilmeyen gücün, gücü elinde tutanı zalim yapacağını bilmek ve “biat” etmeyenin kellesini alan barbarlarla aynı kefede olmaktan korkmaktır.
Ve korku dediğin, haksızlık yapmaktan korkmaktır, adil olmamaktan, zulmetmekten, güç ve ihtişamın girdabında kendini kaybetmekten... Zulmedenin yaydığı korku, kendi sonu ve çöküşüdür. Çünkü zulmün olduğu yerde, insanlık direnir. Korku ve karanlık, sonuçta aydınlık gelecekler umudunu büyütür bağrında.
Ve direnmek, “devlet” deseniz ne olur, polis deseniz, asker deseniz, tank, top, gaz, cezaevi deseniz ne olur, yaydığınız korkunun “gücü” sahtedir, yüzeyseldir, mesnetsiz ve geçicidir. Bilseydiniz, dehşet karşısında sarsılmadan durabilen bir tek insan varsa, tapındığınız güç boynunuzda taşıdığınız suçların ağırlığını onulmaz bir korkuya çevirmeye yetecektir ve asıl o korkudur işte, insan olanın uzak durması gereken...
Bilseydiniz, “Zulüm ile abad olanın akıbeti berbat olur”...
(*) Amok (gözü kara, hiddetle saldıran ve öldüren) Malezya kültüründe katletmeye yönelik çılgınlık durumunu tanımlar. Cinnet halinde olma, sonuçlarını hesap edemeden şiddet kullanma durumudur. Psikoloji biliminde amok, derin bir düşünce döneminin sonrasında gelen şiddet ve bazen cinayet ile sonuçlanan atakların görüldüğü disosiyatif bir tablodur. (Wikipedia)
Yorum Yap