Belgeselde izleseniz ağlardınız, ne bu gaddarlığınız?

  • 14.05.2019 00:00

 Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi; “Ana baba, çocuklarına verilecek eğitim türünü seçmek hakkını öncelikle haizdirler.”

Hatay'ın Erzin ilçesinde Ali ve Sümeyra Algül çiftinin okula göndermediği 4 çocuğu ile yaşı küçük olan 1 çocuğu, 'bakım ve ihtiyaçları karşılanmadığı' gerekçesiyle aileden alınıp, Sosyal Hizmetler İl Müdürlüğü'ne yerleştirildi. 1. Asliye Hukuk Mahkemesi'nce çocuklar Zehra (14), Zeynep (13), İzzet (11), Rukiye (7) ve Rabia (5) kardeşler hakkında 30 Ocak'ta bakım tedbiri kararı alındı. Koruma altına alınan 5 kardeş, yaşları ve cinsiyetlerine göre, Sosyal Hizmetler Müdürlüğü'nün bakım yurtlarına yerleştirilip, okullara kayıtları yaptırıldı.

Haber öteden beri kendisi gibi olmayanları toplama kampına göndermeye hazır bir motivasyonla gazetecilik yapanlarca ilgiyle takip edildi. Yine aynı basın, devletin okulu dururken anne babanın  “başka türlü bir eğitimi” akıllarından geçirdikleri için 5 çocuklarına devlet tarafından el konulmasını coşkuyla karşıladılar. 

Sağ, muhafazakâr, İslam kesimin de habere ilişkin genel kayıtsızlık hali esasında aileye reva görülen uygulamaya ilişkin zımni bir tasdik niteliği taşıyordu. Onlar da ailenin tutumunu aşırı görüp devletin aileyi dağıtmasını makul bir çözüm olarak değerlendirdiler anlaşılan!

İşin ilginç yanı söz konusu hayvanlar alemi bile olduğunda anne ile yavrusu arasındaki bağı özel kabul ederiz. Yavrusunu kaybeden bir hayvanın görüntüsü bile yaralar bize… Nasıl oluyor da insanlar anne-hayvanlara gösterdikleri merhameti bu olayda görüldüğü gibi anne-insanlara göstermek şöyle dursun 5 çocuğun hem anne-babalarından hem de de kardeşlerinden koparılmalarına alkış tutabiliyorlar?

Kuşkusuz bu tutumun bir tarihi arka planı var. Bu tutumu mümkün kılan fasılalardan geçildi. Bu vesileyle kısaca hatırlatmakta fayda var.

Modernler için dinmeyen bir gerilim: ‘halk’

Modernlik projesi başından beri temelde iki varsayıma dayanıyordu. Bu varsayımlardan ilki toplumsal dünyanın kavranabilir, ikincisi ise şekillendirilebilir olduğuydu. Modernliğin gündoğumunda bu kabullere yaslanarak girişilen düzenlemelerin ve bu amaçla tesis edilen düzeneklerin ikamesine tanıklık edildi. Bu düzenlemelerin ardındaki zihin haritasını Aydınlanma düşüncesi oluşturuyordu. Aydınlanma çağı modernitenin zihin haritasının oluşturulduğu, projelendirildiği bir tarihsel aralıktı. Bu dönem düşünürleri, yeni düzenin zihinsel ufkunu belirleyen fikirleri parlatırken, halkı bu fikirlerle uyumlu kılmaya dönük tedbirlerin alınmasında modern iktidarların yeni ruhban sınıfını oluşturdular.

Din meşruiyet kaynağı olmaktan çıkmış ve hiyerarşideki yeri değişmişti; lakin hiyerarşi aynen muhafaza edilmişti. Artık yaşamın anlamını söyleyecek, cenneti yeryüzüne indirecek yegâne meşruluk kaynağı modern bilimdi. Pozitivist bilim anlayışı ve ondan neşet eden tüm kavrama ve anlama biçimleri ile toplum, modern iktidarlar için bitmeyecek bir ödev haline geldi.

Modernite, eski düzenin yıkıntıları arasında yükselirken, dönemin aydınlarının halet-i ruhiyesini ve önlerinde bir ödev olarak duran halka bakışlarını Alexis deTocqueville, çarpıcı bir biçimde şöyle dile getirir : 'İlahi Güç'ü ne kadar küçümsemişlerse, kamuyu da hemen hemen o oranda küçümsemişlerdir.

Aydınlanma düşünürlerinin halk için uygun gördükleri tanımlamalar Tocqueville'i doğrulamaktadır. Bauman, dönemin aydınlarının zihinlerindeki 'halk' tasavvuruna ilişkin değerli bir özet sunar. Diderot, Holbach ve Voltaire bu özette kendilerini gösterirler.

'Halk' diyor Diderot, “tüm insanların en aptalı ve en kötüsüdür.” Diderot için'halk' yalnızca bir 'yığın'dan ibaretti. Holbach için ise aşağı sınıflar 'düzgün düşünme yetisinden yoksun, tutarsız, küstah, fevri, heyecan nöbetlerine tutulmaya ve hır çıkarmaya hazır' kimselerden oluşuyordu. Halk Voltaire için 'yırtıcı, vahşi, öfkeden gözü dönmüş geri zekâlı, çılgın ve kör hayvanlar' dı.

Bu isimlerin halk tasavvurları militan aydınlanmacılığa kesin bir gerekçe sunuyordu. Bizde de durum pek farklı değildi. 1930'ların yönetici sınıflarının halk denilince zihinlerinde ortaya çıkan imgeyi resmi ideolojinin müntesiplerinden birisi olan Yakup Kadri'nin Yaban'ın da görürüz. Romanın başkahramanı Ahmet Celal Anadolu köylüsünü 'Ne terbiye görmemiş, ne galiz, ne iğrenç bir goril sürüsü...' olarak tanımlar. Bu imaj sürekli bir biçimde romanın birçok yerinde karşımıza çıkar. Berna Moran'ın Yakup Kadri'nin bu tutumu ile ilgili teşhisi ise son derece nettir : 'Sanırım Yaban'da vurgulanan temayı, köylünün yalnızca olumsuz yönlerinin sergilenmesini ve meydana getirilmek istenen boğucu atmosferi ancak Karaosmanoğlu'nun ideolojisinin gereği olarak açıklayabilir ve diyebiliriz ki romandaki köy, gerçek Anadolu'yu temsil etmez; 1930'lardaki yönetici sınıftan bir aydın bürokratın kafasındaki Anadolu'nun simgesidir.'

Peki; bu ‘halk’ ne yapılacak da ‘insan’ gibi bir şeye benzeyecekti?

(Haftaya devam edelim…)

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums