Eşrefi hakikat

  • 10.10.2019 00:00

 Şu bir gerçeklik: İnsanlar farklı farklı, aynı değil. Kadın, erkek; çalışan işveren; Türk Kürt; Alevi Sünni; muhafazakâr modernleşmeci; göçmen yerli; beyaz renkli… Bu farklılıkların biyolojik, sosyal ya da kültürel nedenleri var.

Bu farklılıklara nasıl yaklaşmalıyız?

Bu sihirli bir sorudur. Bugün tüm insanlığın karşı karşıya olduğu bütün büyük sorunların kökeninde bu soruya verilen belli bir cevap yatıyor. Ama aynı şekilde bütün o sorunların çözüm yolu da bu soruya bir başka cevabın verilmesinden geçiyor.

Nasıl mı?

Birinci seçenekte, insanlar arasındaki biyolojik, sosyal ya da kültürel farklılıkları onlar arasında eşit haklı ilişkiler kurulmasına imkân vermeyen engeller olarak görür ve gösterirsiniz. Buna göre farklılıkların tarafları arasında mutlak eşitsizlik vardır. Değerleri, anlamları, hatta özleri farklıdır. Sizin olduğunuz taraftakiler üstün, kişilikli, nitelikli, asil insanlardır. “Ötekiler” aslında insan bile sayılmaz. Bunlar iki karşıt kutuptur. Bizim güvenliğimiz için “ötekiler” sürekli dışlanmalı ve dışsallaştırılmalıdır; araya bölmeler, sınırlar, çitler, duvarlar çekilmelidir. (Bunlar fiziksel olabileceği gibi gözle görülmez, saydam engeller de olabilir.)

“Öteki” sosyal grupların ya da sınıfların biyolojik farklılıkları ya da kültürel, etnik, ulusal, dilsel veya dinsel vb. kültürel farklılıkları onların ortak olumsuz özellikleri ve karakteristikleri olarak gösterilir. Böylece mevcut hiyerarşi ve ayrımcı uygulamalar temellendirilir. Oysa bu nitelemeler politik durum ve çıkara göre değişen “inşa edilmiş” gerçeklikler, inanç ve uygulamaların genelleştirilmiş soyutlamalarından oluşan “hayali” kültürlerdir. Bu ayrımlar aşılamaz bölünmeler (uzlaşmaz çelişkiler) vaaz eder. “Bizim” taraf uygar, güvenilir, bilinir olurken “öteki” vahşi, tehlikeli, farklı ve kötüdür.

Bu tür bir hiper-gerçeklik çizimi ya da kurgusu en temelde güçlünün güçsüzü sömürmek için kurduğu eşitsiz ilişkiyi haklı göstermeye yarar. Gerekçe basitçe şöyledir: “Ötekini sömürmek, onun kaynaklarına el koymak, onu kendime tabi kılmak için değil, sadece ve sadece niteliksiz, ahlaksız, geri, kültürsüz, cahil ve vahşi olduğu için ona eşit davranamam, onu sürekli baskı altında tutmalı ve dışsallaştırmalıyım.”

Mısır’da, Eski Yunan ve Roma’da insanlar böyle köleleştirildi. İspanyol ve Portekizliler Latin Amerika yerlilerini, Avrupalı sömürgeciler Afrikalıları, Brezilya’nın egemenleri Amazon yerlilerini, Beyaz Amerikalılar siyahları, kapitalistler işçileri—ve erkekler kadınları hep bu tür hiper-gerçeklik kurgularına dayanarak sömürdüler, sömürüyorlar.

Bugün mevcut yaşam sisteminin tasarımı harcanabilir “ötekiler” zararına kaynak istihracını maksimize etmek üzerinde yükseliyor. Teknoloji güdümlü sanayi toplumunda yeryüzü de insan türünün sonsuz tüketimi için sömürülecek dışsal bir kaynak olarak görülüyor ve “ötekileştiriliyor”.

***

Ancak tarih de ta en başından beri ötekileştirilenlerin kendilerini ötekileştirenlere karşı isyan ve mücadelelerinin tarihi oldu. Kendilerine uygulanan baskılara ve sömürüye karşı eşit haklı insanlar olarak kabul görme mücadeleleri olarak gelişti. İnsanlık tarihi köleler, köylüler, işçilerden sömürgeleştirilen halklara, kadınlar ve LGBTI’lere kadar ötekileştirilenlerin eşit haklı insanlar olarak kabul görme mücadelelerinin tarihidir.

Öyledir ama şu da var: Tarihte devran dönüp de ezilenler, sömürülenler, aşağılananlar başa geldiklerinde taşıdıkları vaatleri her seferinde boşa çıkardılar, bir süre sonra daha öncekilerden pek farkları kalmadı. Son tahlilde her seferinde nihai karar mekanizmaları güç sahibi olanların elinde kalmaya devam etti.

Bütün devrimlerin tarihinde tekrar tekrar yaşanan bu trajedinin nedeni nedir?

Dönüp dolaşıp aynı yere gelindi hep, çünkü farklılıklara, karşıtlıklara, çelişkilere ilişkin ezenlerin sahte çizimi, sonunda ister istemez ezilenin de tasavvuru haline geliyordu. Kendilerine anlatılan hikâyenin gerçekten kendi hikâyeleri olduğuna inanıyorlardı. Egemen, sömürücü, ötekileştirici olan tarafın çizimi gerçeklikle ilgisi olmayan bir hiper-gerçeklik ise, ezilenin (sömürücüye ilişkin) tasavvuru da aynı şekilde bir hiper-gerçeklik oldu hep. Ötekiler de ister istemez kendilerini karşıt, düşmanca bir kutuplaşmanın tarafı olarak gördüler ve öyle davrandılar. Onların gözünde de kendileriyle daha güçlü olanlar arasında uzlaşmaz çelişkiler vardı. Böylece onlar da aynı hiper-gerçekliğin, sahte hakikatin esiri haline geliyorlardı.

***

Peki, ama tarih hep böyle mi devam edecek?

Bu bizim tercihimize bağlı, yüzlerce yılın mirası hiper-gerçeklik kurgularının esiri olmaya devam edip etmeyeceğimize bağlı. Bu esaretten kurtulmanın yolu hiper-gerçekliğin nasıl kurgulandığını bilmekten geçiyor. Bu kurguyu reddetmezseniz bu kısır döngüden kurtulamazsınız.

Bu kurguyu reddetmek için şunu görmeliyiz. Sihirli sorunun ikinci bir cevabı da olabilir. İnsanlar arasındaki biyolojik, sosyal ya da kültürel farklılıklara yaklaşım konusunda ikinci bir seçenek de söz konusudur. Karşıtlıklar, çelişkiler canlı yaşamın ve toplumların varoluş tarzıdır. Onlarsız ne doğum ve ölüm ne de hareket, değişim, evrim ve gelişme olur. Karşıtlıkların, karşıtlığı oluşturan tarafların, yanların varlığı doğal bir olgudur. Varoluşta, harekette, evrim ve gelişmede iki tarafın da rolü vardır; ikisi de önemli, vazgeçilmez, dolayısıyla eşdeğerdir. Farklılıklar çelişkilere, anlaşmazlıklara yol açabilir ama kutuplaşmaya ve düşmanlığa yol açmak zorunda değildir.

Bu farklılıklara gerçeklikte oldukları gibi onlara herhangi bir anlam, değer, öz eklemeden, yorumsuz yaklaşabiliriz. Bunlar vardır, hep olmuşlardır ve olacaklardır. Normal ve gerçektirler. Tarafların biri diğerinden daha değerli, asil, ahlaklı ya da önemli değildir. Hepsi eşit haklıdır.

Tarihteki bütün bilge insanların, sayısız filozofun, sanat ve edebiyat insanının yüzlerce yıldır bize anlata geldiklerinin özü de aslında bundan ibarettir.

Eşit haklılık–sihirli kavram budur. Bütün sorunları çözecek sihirli anahtar bu iki kelimede saklıdır. İnsanların dili, dini, milleti, sınıfı, kimliği, cinsiyeti, cinsel tercihi, mesleği, biyolojik ve fiziksel özellikleri ne olursa olsun hepsi eşit haklıdır, aralarında eşit haklı ilişkiler kurmak durumundadır. Bu yaklaşım insanlar ile diğer canlılar arasındaki ilişkiler için de geçerli olmalıdır. “Eşrefi hakikat” budur.

***

Eşit haklılığı kabul etmek, kendi hakikatimizin, kendi doğrularımızın üstünlüğü inancını bir kenara bırakmayı gerektirir. Çelişkili bakış açılarını dışlamadan enformasyon akışlarını incelemeyi gerekir. Eğer insanlar arasında uzlaşmaz çelişkiler, ebedi ve ezeli düşmanlıklar yoksa hakikate de böyle yaklaşmak zorundayız demektir. Bizim düşüncemiz, görüşümüz her zaman sınırlı bir veri kümesine dayanır. Bakışımız hep sınırlı kalacak. Bizim görüşümüz sadece dünyaya ilişkin bir perspektif; hiçbir zaman hakiki, tam ve kesin bir dünya resmi değil. Onu düzeltmek için farklı perspektiflere ihtiyacımız var. Onların uyumsuzluğu içinde yolumuzu bulmamız gerekiyor.

Kendi bilişsel önkabul ve uygulamalarımızı sorgulamayı göze alamazsak kendi kapalı enformasyon devremizin , “yankı odamızın” dışına çıkamayız. Oysa anlam yapıcı başka, hatta karşıt enformasyon devrelerine açık olmaya, enformasyonun açık düğüm noktalarından beslenmeye ihtiyacımız var. Kuşkusuz oralardan geçerli içgörüler edinebilmemiz için, onların hata ve tutarsızlıklarını, olası yalan ve uydurmalarını reddedecek bir epistemolojik otantikliğe ve sağlam değerlere sahip olmamız gerekir.  

Doğanın ve yaşamın evrimi insan türünün yanı sıra başka canlı türlerin de varlığına bağlı. Aynı şekilde ekonomik, sosyal, politik yaşam çok paydaşlı, çok taraflı. Eğer bu iki olguyu kabul ediyorsanız artık çok türlü/çok paydaşlı düşünmeye geçmek zorundasınız. Sadece kendi türünüzü, kendi tarafınızı düşünmeye devam etmek demek bugün sadece ve sadece koşar adım felakete doğru gitmek demek olur.

Bugün sınıfçılık, ideolojik ve kültürel bencillik, ırkçılık ve şovenizm, cinsiyetçilik ve türcülük – bunların hepsi karşı tarafı dışlamak, ezmek, baskı altında tutmak hatta yok etmek tercihinde buluşuyor.  Bugün Suriye, Afganistan, Yemen, Libya’da savaşlar… İklim, enerji, gıda, su krizlerinin iç içe geçmesi… Göç salgını… Yeni gericiliğin yükselişi… İktidarın katılaşması ve merkezileşmesi…

Hepsinde geçerli olan tek senaryo taraflar arasındaki düşmanca kutuplaşma.

Çıkış yolu sihirli soruya ikinci cevabı vermekte. İnsanlar ne kadar farklı olsalar da eşit değerdedir, eşit haklıdır, aralarında eşit haklı ilişkiler kurmak durumundadır. Çıkış yolu çoğulculuk, karşılıklı hoşgörü, eşit haklı yarışma, kendi çıkarını genelin çı­karı için sınırlama, mutabakat, ortak de­ğerlerin egemen olmasıdır. İnsanlar arasındaki sömürü, baskı ve düşmanlık ilişkileri ancak böyle bir süreç içinden geçerek eşit haklı ilişkilere dönüşebilir. 

Tarihsel geliş­me içinde tekrar tekrar ortaklaşa geliştiri­lecek değerler olarak ortak değerlerin egemen olmasıyla, politikanın sağduyu ve akıl yoluyla yeniden yapılanmasıyla, dünya düzeni demokratik (bütün bileşen­lerin eşit haklı katılımıyla), adil (bütün bileşenlerin çıkarlarının dengelenmesiyle) ve barışçıl, insancıl şekilde yeniden yapılandırılabilir.

Doğru ancak kolektif olarak bulunabilir.

Yorum Yap

Yorum yazarak yorumunuzla ilgili doğrudan veya dolaylı tüm sorumluluğu tek başınıza üstleniyorsunuz. Yazılan yorumlardan Marmara Yerel Haber (www.marmarayerelhaber.com) hiçbir şekilde sorumlu tutulamaz.

Hack Forum Hacker Forum Hack Forumu Warez Forumu Hacker Sitesi Hacking Forum illegal forum illegal forum sitesi warez scriptler nulled forum crack forumu hacking forumu illegal hack forumu hacking forums