Türkiye uzun bir devlet mirasına sahip olmasına rağmen, modern diplomaside aynı geleneğe sahip değildir. Askeri gücü ile asırlarca dünya siyasetinde aktör olan Osmanlı Devleti, ‘kadim dost’ olarak bildiği Fransa’nın 1798’de Mısır’ı işgali akabinde modern diplomasi ile tanışmıştır. Daha doğrusu Avrupa devletlerinin 17. yüzyıldan beri takip ettikleri diplomasi yöntemlerini Osmanlı Devleti, 19. yüzyılın başından itibaren, ilk defa, Fransa’ya karşı İngiliz ve Ruslar ile kurduğu üçlü ittifakta kullanmaya başlamıştır. Tarihi devlet geleneğinin sağladığı avantajı kullanan Osmanlı devlet adamlarının, modern diplomasiye de müthiş bir kıvraklıkla adapte olduklarını söylemek mümkündür. Daha ilk yıllardan itibaren bugüne ders olacak pek çok örnekler sergilemişlerdir. Gerçi, öğrendikleri ve uygulamaları çöküşü önleyememiştir ama diplomasi ile devletin ömrünü en az bir yüzyıl daha uzatabilmişlerdir.
DİPLOMASİ BİR GELENEKTİR
Türkiye Cumhuriyeti bu diplomasi mirasını devralmıştır. Ancak zaman içinde ve özellikle NATO süreci ile birlikte bu gelenekten kopmuştur. Bu yüzden yazılarımda, Hariciyemize defalarca önerdim ve bir kere daha öneriyorum: “Diplomasi tarihimizi kendi orijinal diliyle öğretin ve bu konuda yeterli donanımı kazanmayanı da diplomat yapmayın.”
Almanya temasları sırasında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkel ile görüşmesi akabinde yapılan basın toplantısında; kapalı toplantıda yapılan konuşmaların tekrar gündeme getirilmesine taaccüp ederek, zorunlu açıklamalarda bulunması, bana diplomasi tarihimizdeki bazı örnekleri hatırlattı. Almanların güçlü bir Prusya geleneği olsa da Merkel’in batı diplomasi geleneğini ne kadar temsil ettiğinde kuşkum var. Hala yetiştiği Doğu Bloku mantığına, ayrıca ona biçilen ‘dünyanın en güçlü kadını’ rolüne uygun ve ‘taarruza’ yatkın olduğunu düşünüyorum. Bu durumda iki liderin basın toplantılarının başlıklarını da belirlemek de diplomatlara düşerdi, kanaatindeyim. Neyse, bu konuya devam etmek yerine sizi tarihteki örneklerine götürelim:
200 YILDIR AYNI KONULAR GÜNDEMDE
Yıl 1814. Sultan Mahmut’un önüne, dönemin İngiltere büyükelçisi ile Reisülküttabın (Hariciye Nazırı), yaptığı bir görüşmenin raporu konulur. Sultan raporu okuduktan sonra üzerine aşağıdaki notu düşer:
Bu Efrenç (Avrupalı) milleti acayiptir. Mükaleme (Görüşme) mazbatasını (tutanağını) dikkatle mütalaa eyledim. İfade eylediği maddelerde mükaleme talep edecek bir cesim (önemli/büyük) madde yoktur. Bundan meram nedir? anlayamadım.
Sultanın bu sözleri, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Merkel ile yaptığı basın toplantısındaki şikayete benzemiyor mu?
İngiltere büyükelçisi, bir Kurban bayramı sonrası tebrik maksadıyla randevu talebinde bulunup, Reisülküttap ile uzun bir görüşme yapar. Görüşmede, elçi iki tarafın üç yüz yıllık dostluğundan dem vurarak, sözü Sultan Mahmut’un “bu konuları” görüşmeye ne gerek vardı? dediği konulara getirir.
Aslında problemlerin kaynağı 1809 yılında Osmanlı Devleti ile İngiltere arasında yapılan Çanakkale (Kale-i Sultaniye) Anlaşmasıdır. İngiltere bu anlaşmaya dayanarak, Osmanlı topraklarında istediği gibi hareket etme arzusu ortaya koyarken; Osmanlı Devletinin Fransa ve Rusya ile ilişkilerine de ayar vermeye çalışır. 13 Eylül 1814’te yapılan bu buluşmada, durumun farkında olan Reisülküttap, lafı uzatmadan görüşme talebinin asıl sebebini sorunca, elçinin dili çözülür. Ticaretten, İngiliz tüccarlarının çifte vergilendirilmesine, gümrük tarifesinden, konsolosluklara kadar Osmanlı kanunları ile tezat teşkil eden bir dizi taleplerini art arda sıralar.
Hepsini burada tekrarlamak mümkün değildir. Ama bir-iki örnek verelim: Çanakkale Anlaşmasındaki maddelerin muğlaklığından istifade ile İngiltere, elde ettiği bazı Osmanlı vatandaşlarını çeşitli yerlere konsolos/temsilci olarak atamaktaydı. O konsoloslar da İngiltere’nin gücüne dayanarak, ticarette Osmanlı kanunlarına aykırı, usulsüz işler yapıyorlardı. Özellikle gemi işletmecilerine ve bazı tüccarlara bir takım belgeler vererek, devleti zarara uğratıyorlardı. Oysa, Osmanlı Devleti, kendi vatandaşlarının İngiltere himayesine girip, konsolos olmalarını yasaklamıştı. İngiltere elçisi, bu yasaklamanın yapılan anlaşmalara aykırı ve yaptıkları tayinlerin de geçerli olduğunu iddia ediyordu. Reisülküttap anlaşmada, Osmanlı vatandaşlarının değil; yabancılardan olan “beratlı tüccarların” kastedildiğini açık bir dil ile söylemesi, elçinin geri adım atmasına sebep oldu. Bu sefer, hiç değilse, bir devlet teamülü olarak, tayin edilenlerin ölümlerine kadar bu uygulamadan istisna edilmelerini istedi. Bu talep de, daha önce yapılan bildirimde gerekli sürenin verildiği gerekçesiyle reddedilince elçi, konuyu başka bir mecraya taşıdı. Daha önce Antalya taraflarında İngiltere konsolosu olarak tayin edilen bir Osmanlı vatandaşının yanlış tasarruflarına karşı devletin aldığı tedbirleri tenkit ederek; “haber verseydiniz ben kovardım” siteminde bulunup, konsoloslarının haksız yere idam edildiğini iddia etti.
Oysa işin aslı bambaşkaydı. Usulsüz olarak konsolos tayin ettikleri şahıs, bazı yanlış uygulamalara imza atınca faaliyetleri durdurulmuş ve sorgulanmak üzere Akdeniz Kaptanlığı tarafından çağrılmıştır. Ancak yolda iken vefat etmiştir. Yetersiz istihbarat ve bilgiye dayanan elçi, meseleyi idam olarak değerlendirdiği gibi, kişinin malları ile ilgili de bazı iddialarda bulunmuştur. Reisülküttap, bütün bu taleplerin yersizliğini; ayrıca kişinin usulsüz olarak İngiltere konsolosu atanmış olsa da Osmanlı vatandaşı olduğunu; mallarının ise diğer Osmanlı vatandaşları gibi kanunlara uygun olarak varislerine verileceğini beyan ederek, konuyu kapatmıştır.
Aslında konu kapanmamıştır. Tıpkı Merkel’in eksik bilgi ile Enver Altaylı’yı talep etmesi gibi benzeri konular diplomaside hep var olagelmiştir. Eski dilde Mükaleme Mazbataları denilen görüşme tutanaklarında yığınla öğretici dersler bulunmaktadır. Bu eşsiz diplomasi tarihi örnekleri -bir faydası olur düşüncesiyle- zaman zaman burada okuyucularım ile paylaşılacaktır.
Yorum Yap