- 8.07.2013 00:00
Şeyh Said ve arkadaşlarının göstermelik mahkeme kararı ile idam edilişlerinin yıldönümünde oradaydım, onların yaşadıklarını onurlu insanların gündemine getirmediğim ve katillerine her an onları hatılatamadığım için yaşadığım utancı bir nebze olsun giderebilmek umuduyla.
Nerede mi? Türkiye Cumhuriyetinin gizli sicillerinden birisinin yaşandığı ve kimsenin haberdar olmadığı Sayer'deydim.
Uzun zaman sonra oraya ilk gidişim oldu. Utancımı bir parça bile olsun gizleyen/gideren birşeyler yapılmıştı. Öncelikle Sayer'de yapılanlara vesile olanları yürekten kutlamak lazım. Daha önce rasgele taşlarla etrafı belirlenmiş katliam yerinin çevresi düzgün bir duvarla örülmüş ve mezbelelik görüntüsü ortadan kaldırılmıştı.
Oturdum, örülmüş duvarın içinde yatan isimlerini unuttuğumuz ve niye öldürüldüklerini bile konuşmaktan çekindiğimiz yakılarak öldürülen 76 kadın ve çocuğun olmayan mezarlarının başında.
Acaba orada, niçin yakılarak öldürüldüklerini henüz akledebilecek zihinsel düzeyde olmayan kaç çocuk vardı. Ya bu çocuklarının geleceklerine yönelik planlar yapan kaç anne/kadın vardı. Ya gelinlik çağına gelmiş kaçgenç kız…
Kimdi burada dünyanın şahid olabileceği en vahşi öldürme şekline maruz kalıp yaşamları sona erdirilerek katledilenler. Geleceğe dair kendileri ve çocukları için ne tür umutlar besliyor ve ne tür planlar gerçekleştirmeyi umud ediyorlardı.
Nedense orada oturup birkaç kelimelik dua etmeye başlayınca, aklıma kendileriyle birinci dereceden kan bağına sahip olduklarım öncelikli olarak gelmedi. Çocukluğumdan beri ne zaman bu konu açılsa o gün köyde vurularak şehid edilen/öldürülen Mehmed Çavuş'un hanımı ile askerlerin başında bulunan yetkili kişi arasında geçtiği idia edilen (İdia diyorum, çünkü askerlerin yanında bulunan ve onlara yol gösterenler dışında kimse oradan sağ çıkmamıştı, anlatım onlara ait) o diyalog geldi.
- Ben köyde öldürdüğünüz kişinin hanımıyım. Bunlar benim ziynet eşyalarım. Kocamı öldürdünüz, biliyorum bizi de öldüreceksiniz ama bana bir iyilik yapmanızı istiyorum. Kocamın soyunun devam etmesi için en küçük çocuğumun serbest kalması için ziynetimin tümünü size veriyorum.
Askeri yetkili teklifi kabul eder, ziynetleri ve çocuğu yanına alır. Ev içindekilerle birlikte ateşe verilir. Ateş harının yükselmesiyle birlikte iki veya üç yaşlarında olduğu ileri sürülen çocuk süngülenerek ateşin içine atılır.
Ölüme meydan okuyan o duyguyu anlamak, düşünmek ve özümsemek gerektiği kanati hâsıl oluyor bende. Ölüm anında bile olsa kendisinden sonraki kendisini düşünmek ve onu varkılma mücadelesi vermek. Bugün onları unutma noktasına gelmiş isek najıkımın1 o an yaşadığı endişenin bugün gerçekleştiğini farketmekteyim.
Acaba pazarlığı kabul eden zihniyetin verdiği sözlerde ne kadar samimi olduğunu hiç düşündük mü? Verilen her sözün amaç hâsıl olunca nasıl unutulduğunu görmek için hangi göze ve zihne ihtiyaç var.
Bunu düşündükçe barış süreci denilen dönemde Lice'de sivil halka ateş açma emrinin nasıl verildiğini daha kolay anlıyor ve adına kolluk kuvvetleri denilen insanların haleti ruhiyelerinin nasıl canavlaştırıldığını…
Mehmed Çavuş yıllarca askeri birliklerde komutanlık yapmış ama Şeyh Said kıyamı patlak verince kendi halkına karşı savaşamayacağını ileri sürerek görevinden istifa edip köyüne dönmüştü. Bundan sonraki yaşamını köyünde sürdürmek niyetindeydi.
O yıl köyde kendisine ev yapmakla meşgul idi. Birgün köye kıyamın önemli komutanlarından Kolos Ağanın kardeşi Mustafa Ağa arkadaşlarıyla birlikte gelir. Ki o dönemde kıyamdaki etki ve faaliyetlerinden dolayı devlet nezdinde mahkûmdur.
Mustafa Ağa arkadaşlarıyla misafiri olduğu Mehmed Çavuş'a
- Korkarım bu kadar eziyet ve zahmet çekerek yaptığın bu güzel evde oturmak nasip sana olmayacak. Kemal bu evi yakacak, der.
- Mehmed Çavuş andolsunki eğer bunu yaparsa ben bir daha ömrümün sonuna kadar içinde oturmak için bir ev yapmayacağım ve silahımı alıp dağlara çıkacağım der.
Evet, o yıl sonbaharda kehanet gerçekleşir ve Kemalin güzide askerleri ona dağa çıkma imkânı bile tanımadan köydeki tüm evlerle birlikte onun evinide yakarlar. Keşke sadece evler olsa. Köyden yakalayabildikleri insanların tümünü de birlikte yakarak.
Mehmed Çavuş ve hanımının bu tepkileri kulaklarımıza küpe olmalı bence.
Onların bir evladı olarak yaşamam gereken utancı iliklerime kadar yaşıyorum. Çünkü onların niye yakılarak öldürüldüklerini haykıramıyor ve dünyaya onların yaşadığı vahşeti aktarmaya çalışmıyorum. Olur ya bana ilişmesinler diye suskunluğa gömüyorum kendimi.
Aldığı otuzun üzerindeki süngü darbesine rağmen direnişinden vazgeçmeyip canlı kurtulan Celil Çavuşun torunu olarak bu utancı ömür boyu taşımam gerektiği bilincine sahip olmam gerekir. Oda uzun yıllar askeri komutanlık yapmış tıpkı Mehmed Çavuş gibi kendi halkına silah doğrultamayacağını ileri sürerek istifa edip köyüne dönmüştü.
Geçimi için de ticaret yapmaya başlamıştı. Belki de dört çocuğuna bu şekilde gelecek sağlamaya karar vermişti. Ama çocukları ve hanımı onun kadar şanslı değildi. Çünkü onlar süngülenenler arasında değil yakılarak öldürülenler arasında yer alıyorlardı. .Onlar egemenlerin gözünde öyle suçluydularki ölümlerin en şiddetlisi olan yakılarak öldürülme cezasına çarptırılmışlardı henüz olup bitene anlam veremeyecek yaşta olmalarına rağmen.
Evet, o gün oradaydım onların yaşadıklarını elbette yaşamayacaktım ama belki yaşadıklarını hissedebilirim umuduyla. Guêw'den Sayerê kadar katillerinin gözetiminde yürütldükleri sarp coğrafyaya bakarak acaba köyden çıkarıldıklarında gerçekten öldürüleceklerini hissetmişler miydi?
Soruyorum…
Dünyada katilleriyle en az on saat yüz yüze kalıp bir eve doldurulduklarında ateşe verilerek yakılacaklarını akledemeyen kaç çocuk vardı.
Guêw, Sayer, Seyfan, Gırnuês ve Xellon'dan toplanan ve Sayer'de dolduruldukları evde yakılarak öldürüleceklerini akledemeyen çocuklar olduğunu ben olayın şahidi olmuş yüzlerce kişiden defalarca duydum.
Yorum Yap