- 9.03.2013 00:00
Değerler açısından amaçlarda aşırılık; kutuplaşmış, kategorik, politik ve amaçsız toplumlar ortaya çıkarır. Toplumun kategorileştirilmesi farklı niteliklere sahip olanı ötekileştirme verileri üretmekten başka ne işe yarar?
-Dinsel referanslara karşı mücadele veren laik ve ateistler ve ateistlere karşı cihat ilan eden dinciler…
-Alevilerin inancını aşağılayarak yok sayan Sünniler…
-Sünnilerin yanında olacağına en azılı katillerinin safına geçmeyi yeğleyen aleviler…
-Kürtçe konuşan herkesi terörist olarak gören/düşünen şövenist Türkler…
-İnsaf sahibi olabilen Türkleri de aynı şövenist kefeye koyarak algılayan Kürtler…
-Ermenileri katledip geriye kalanların korkudan Müslüman olanlarına da dönme diye kepaze etmeyi kendine meziyet edinmiş Müslümanlar…
-Beşerileştirilmiş din anlayışını topluma mutlak din olarak sunmaya çalışan dinciler…
-Şeyhlerini zengin edip “lord” yapan sefil yoksul müritler ve o müritlere aptal gözüyle bakanlar ötekileştirmekten başka ne yaparlar ki?
Toplumumuzun sosyal hayatına yüzlerce yıldır hâkim olan endişe, korku ve tiksintiler bu kokuşmuş anlayışın değil de neyin sonucudur?
Gözlüğündeki camın kirliliğine aldırmayanın hayatın güzelliğini görmesini bekleyemezsiniz.
Bir Kızılderili atasözünde olduğu gibi: "Kendime yalan söylediğimden beri artık hiç kimseye inanmıyorum…"
Nihayet, estetik nitelikler arz eden bir yeri çekilmez yapan da, yaşanmaz yapan da yine insanlardır.
Toplumla birey arasında gerçekleşmesi amaçlanan uyumsal beklenti değer yargıları üzerinden oluşur. Değerlerle oluşturulan topluma ve bireye ait insani gerçek ve gerçekliğin anlaşılabilir olması gerekir.
Bireylerin değerleri anlamlandırma ve tanımlanmaya yönelik bakışı toplumca anlaşılabilir nitelikler mi arz etmeli? Yoksa kişi kendi değerler levhasına göre mi davranmalı?
Bu durum toplum ve bireyin kendisini benimsediği değerler üzerinden anlamlandırıp nereye ait hissettiğine bağlı olarak gerçekleşir. Dolayısıyla birey için toplumdaki kitlesel anlamlandırmalara etki etmek ve etki altında kalmak sendroma gidebilen ikilemlere yol açar.
İkilemlerin oluşturduğu kitlesel marjinallik duygusu bireye anlamlı gelirken, toplum açısından anlamsızlık ifade eder. Marjinallik duygu ve düşüncesi bireye toplumda konum kazandırmayan ve yer açmayan itilmişliğe yol açar.
İtilmişlik, birey ve toplum için önemseme/önemsenmeme problemidir. İnsanın vahşet ve yıkıcılığını yapay değerler üzerinden ortaya koyması veya farkında olmadan değerlere yine değerler üzerinden saldırması anlamlandırma ve tanımlama açısından problemdir. Başkasına ait değerlerin önemsenmesi ancak insani olan duygunun devreye girmesiyle mümkündür.
İnsani duyguyu rencide noktasına götüren ise anlaşılamaya ve tanımlamaya yönelik değerler üzerinden hakaretler ortaya çıkarmasıdır. Hakaret, insani açıdan kabul edilebilir değildir. Ama bazılarınca düşünce özgürlüğü kapsamında algılanmaya başlandığından beri ahlakı ve erdemliliği sözlük sayfalarına hapsolmakla karşı karşıya bırakmıştır.
Oysa ahlaka uygun erdemli yaşam kendimize/kendinize ait olmayan sentetik, hurafe ve ithal nitelikli bilinçaltına ait yargılardan kurtulmakla mümkün olabilir.
Erdemlilik açısından asıl önemli olan, bireysel şevki kıran duygu ahlaki davranış karşısında muhatabın gayri ahlaki çizgiden şaşmamasıdır. "Kafam kel ama biri bana kelliğimi hatırlattığında kalan tüylerim de diken diken oluyor…" türünden tavır gibi…
İşte bu bireyin düşünsel yaklaşımının dalga boyunu, bilgi düzeyini ve akli boyutunu cetvel testinden geçirememesidir. İnsan kendisini değiştirmedikçe, bırakın başkasını değiştirmeyi başkalarınca değiştirilmeye maruz kalmaktan da asla kendisini kurtaramaz.
Oysa kendini değiştirirken bile kucaklayıcı olması dışlayıcı olmaması gerekir. Bu insanın bir nevi kendi eylemlerini de endişe altına sokarak ışığa doğru kanat açmasıdır.
Zira aynı görüşte olmadığınız birine atfen ileri sürdüğünü tez ve iddialarınız bile etik yargılar bütününü kendine referans alması lazım ki; insani, ihtiyatlı ve düzeyli yaklaşımlar ancak ahlaki prensipleri temel alarak düşünmeli ve filtrelemelidir. Bu ise asil bir yaklaşımdır.
Örneğin toplum içerisindeki farklı değer ve inanca sahip topluluklara ait bir ibadethanenin restore edilip ibadete açılması kitleleri ürpertir. Kitleler bunu akıl felçliğinin bir hezeyanı olan dış mihrakların atağıymış gibi algılayarak değerlendirir.
Oysa aynı kitleler farklı diyarlarda onlara ait olan bir ibadethane veya vakfiyenin restore edilerek tekrar hizmete açılmasını ecdat ruhunun şad edilmesi olarak algılarlar. Bu insanın özündeki yıkıcılığın ve nefretin, kendini toplumsal kabuller üzerinden ortaya koyarak yüceltmeyi kisve olarak kullanmasından başka ne olabilir ki. Bu nasıl sapkın bir halet-i ruhiyedir anlamak mümkün değil.
Bunun gibi beşerileşmiş sentetik din ve değer anlayışının ithal yaşam tarzlarıyla senkronize olup üstünlüğü temel alan milliyetçilik fikriyatıyla harmanlanması, ortaya mutasyona uğramış yapay insansı koloniler çıkarır. Dolayısıyla insanlar değer ve dinlerini kendilerinden daha cahil insanlardan öğrenmeye başladılar mı ortaya başkasına ait tüm değer ve inançlara saldırının hak olduğu algısına sahip bir toplumlar çıkar.
Siz de buradan bakınca topluma ait değer ve yargıların yine toplumca tayin olunduğunu sanırsınız ki bu daha vahim bir durumdur.
Çerçevesi bu şekilde çizilmiş yaşam felsefesi defolu, insani ve dini olmayan kokuşmuş bakışın toplumda ötekileştirme yaratmaktan başka getirisi olamaz. Çünkü gözlük camındaki kirlilik bakanın ileri sürmüş olduğu kanaat olabilir.
Yorum Yap