- 16.04.2017 00:00
“Bir değer sistemini savunuyoruz”, “davamız için varız” diyerek iktidara gelenlerin, kendi iradelerini bir şahsın siyasi geleceğine teslim ettikleri trajik bir dönemi yaşıyoruz.
Aklın almayacağı, vicdanın kaldıramayacağı şeyleri tecrübe etmek zorunda kaldık, kalıyoruz.
İktidarda kalabilmek için ruhunu teslim eden, kuru iskeletlere dönüşen ama bu tükenişi fark edemeyecek kadar kibre veya öfkeye kapılmış insanlar geliyor gözümün önüne.
Korkutucu bir film sahnesi gibi ama gerçek…
Manayı maddenin önüne koymakla övünenlerin manasız maddeciliklerine şahit oluyoruz.
Hapishaneler tıklım tıklım, gazeteciler akla ziyan suçlamalarla tutuklu yargılanıyorlar.
Tam 105 bin devlet memuru, hukuksuz, delilsiz alelacele işlerinden atıldılar.
Bazılarının “deruni vicdanlarında” yaprak kıpırdamadı.
Tam tersi, doyumsuz bir mağduriyet şerbetiyle sadece kendilerine yapılan haksızlıklardan konuşmak istiyorlar.
Yarattıkları samimiyetsiz mağduriyet teknolojisinin ve kibrin farkında bile değiller.
Ama bu yüzleşmeden kaçamayacaklar.
Zulme yapıldığı anda karşı koyanlarla, sonradan “Biz aslında yanlış buluyorduk” diyenler arasındaki fark, ikincilerin zamanında itirazlarıyla tüm bunları durdurabilir konumda olmaları ama bunu yapmamalarıdır.
Bugün açıkça görüyoruz ki Türkiye’de siyasal alanda hakikati “Hayırcılar” temsil ediyor. Hakikat-sonrası siyaseti ise “Evet” kampanyasını yürütenler.
Seçim kazanmak uğruna “hakikat bükücüleri” haline geldiler. Maliyeti milyarları bulan propaganda afişleriyle hakikati çarpıtarak, Millet’i aldatılabilir bir yığın gibi görme seçkinciliğine savrulmuş durumdalar.
“Millet bu paketi anlamaz” seçkinciliğiyle, akla değil, duygulara, korkulara, ötekilere duyulan öfkeye dayalı bir kampanya yapmayı tercih ettiler.
Kutuplaşmayı tırmandırmak üzerine siyasal ikbal inşa ederek ateşle oynayanlar mı seviyor Millet’i?
İleride bugünün Türkiye’sini ve yaşanılan akıl tutulmasını anımsadığımızda bazılarını utançtan yerin dibine sokacak görüntüler var:
Ahmet Şık’ın tutuklanması bunlardan en utanç verici olanıdır.
KHK ile işlerinden atılan iki kadının görüntüsü aklıma geliyor:
Ankara’da defalarca gözaltına alınan ama dönüp eylem yapmaya devam edilen KHK mağduru Nuriye Gülmen ve arkadaşları; İstanbul’da direnen Betül Celep…
Bana göre yeni Türkiye onlardır.
Bugün eski, köhnemiş Türkiye’yi savunanlar, Ahmet Şık’ları, Nuriye Gülmen’leri, Betül Celep’leri asla mağlup edemeyecekler.
Asıl yeni Türkiye bu azim, bu direnme gücü ve adaletsizliğe boyun eğmeyenlerce inşa edilecek.
Yeni Türkiye için koştuğumuz maratonda yalnız değiliz.
“Kuvvet haktır” diyen, milyarlarca lirayı “Evet” kampanyasına harcayarak parayla hakikat inşa etmeye soyunanlara karşı sabırla ve cesaretle mücadele eden “Hayır”cılar, işte onlar bana göre Yeni Türkiye’yi müjdeliyor.
Her kesimden insanın gönüllü bir şekilde ve sadece vicdanlarıyla harekete geçmeleri, yani iradelerini “kuvvet haktır” diyenlerden değil, “hak kuvvettir” diyen “Hayır”cılardan yana kullanmaları, işte bu gücün önünde durulmaz.
Bu insanlar her mahalleye gitme cesaretini gösterdiler. Türkiye’nin gerçek renklerini yakalamayı başardılar.
“Ötekileri” olarak gösterilenleri dinlemeyi, onlarla temas kurmayı öğrendiler. Elbette daha da öğrenecekler. Bu referandum sürecinin en büyük kazanımı budur:
Farklılıklarımızı yok saymadan, ortak yönlerimizi öne çıkaran demokratik ittifaklar yaratma becerisi. Türkiye’yi otoriterleşme cenderesinden, köhnemişlikten kurtaracak “hakiki” sivil güç budur.
Bu koşullarda mücadele etme direncini ve cesaretini gösterenler varsa, o ülkenin geleceği adına umut duyabiliriz.
Yeni Türkiye onların sivil, kararlı, vicdanlı ve demokrat omuzları üzerinde yükselecek.
Artık bu maratonun önemli bir durağındayız.
Yarın oyumuzu adaletin, hakikatin saflarında mücadele etmenin onuruyla ve büyük bir vicdan rahatlığıyla “Hayır” için kullanıp yeni Türkiye’nin kapısını daha da aralayacağız…
Yorum Yap