- 26.07.2015 00:00
Tevfik Fikret, “Bu memlekette yaşamak her gün ölmek demektir” demiş, küskün zamanlarında. Suruç katliamından beri böyle bir hissiyat içimize çöreklendi yine.
Ne kadar zor bir coğrafyada yaşıyoruz. Ne kadar insanımızı şiddet yüzünden yitirdik. Yitirmeye devam ediyoruz.
Katliamdan sonra bile televizyonlarda, sosyal medya denen ama içinde asosyalliğin her türünü barındıran mecrada kuru kuru analizler yapılıyor. Ergen kalmış insan müsveddeleri, can yakmak için hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar.
Hükümete yakın medyada öyle şeyler söyleniyor ki, onlar adına yüzüm kızarıyor, insanlığımdan utanıyorum. Acılarımız bile bizi birleştiremiyor artık.
İnanılmaz yabancılaşıyorum. Bana da “yorum” yapmam için davetler geliyor. Hayır diyorum. Bırakın da insan gibi yas tutmayı öğrenelim.
Suruç’ta ölenlerden birisi, bölüm öğrencimizdi: Medali Barutçu. Benim de Uygarlık Tarihi dersimi alıyordu. Kendisini hayal meyal anımsıyorum. Dersi alan 160 öğrencimizden birisiydi. Daha sonra henüz hazırlıktayken tanıştığımızı hatırladım. Kendisine aslında mağdur olduğu bir olaydan dolayı soruşturma açılmıştı. Ufak, tefek, çekingen bir delikanlıydı.
Şimdi gencecik yitip giden öğrencimi daha iyi tanımadığım, tanıyamadığım, beraber bir çay içemediğim için çok kötü hissediyorum. Suçluluk duyuyorum.
Medali’nin sınav kâğıtlarına bakıyorum. Bizde eğitim dili İngilizce. Birinci sınıf öğrencileri bu yüzden çok zorlanıyorlar. Heyecanlanıyorlar. Medali de zorlanmış. Ama final sınavında ciddi bir gelişme göstermiş.
Sınav kâğıdının en üstünde İngilizce kelimeleri anımsamak için notlar almış, sonra silmiş. Yazdığı ilk cümleler, dalgalı. Biraz karışık. Belli ki biraz heyecanlanmış. Sonra kelimeler, cümleler kendi yolunu bulmuş. Öğrencimiz birikimini aktarmayı başarmış.
İşte bu acılı coğrafyada Medali’den bana kalanlar. Ona mezuniyet töreninde diplomasını veremeyeceğiz. Ona ve arkadaşlarına karşı görevimiz, onları unutmamaktır. Savundukları güzel değerleri yaşatmaktır.
Bize bu acıyı yaşatanlar ve yaşatmaya devam edenler ne yaptıklarının farkındalar mı? Sahiden de bize yaşattıkları bu acılarla cennete gideceklerine mi inanıyorlar? Gencecik fidanların geride kalanlarına yaşatmaya devam edecekleri ıstırapla cennete gideceklerine nasıl inanabilirler? Bu dünyayı cehenneme çevirerek cennetin kapılarını mı açacaklar?
Peki, bu ölümler karşısında misilleme yapıyoruz diye, polis, asker öldürmenin mantığı nedir? Ortalık sakinleşsin diye çaba harcamak gerekirken, ölümle mesaj vermek niye? Kimse bu şiddeti mazur göstermeye çalışmasın. Bunlar inanılmaz yanlış şeyler.
Hepimize büyük sorumluluk düşüyor ama en başta da hükümete. Bir hükümet sözcüsü, “Bomba patladığında orada hiç HDP’li yoktu” diyemez, diyememeli. Böyle bir sorumsuzluk, pek çok kişinin “Suruç katliamını PKK yaptı” gibi saçma tespitlere yönelmelerine yol açıyor.
Eğer 90’ları yaşamak istemiyorsak her kesimin sağduyusunu koruyabilmesi gerekiyor.
Bu ülkenin farklı görüşlere sahip aydınları, artık yan yana dahi gelemiyor. Bu ayrışmada hükümet yanlısı medyanın büyük günahı var. Havuz medyası, kendi zihniyetleri dışında hiç kimseye yer vermiyor. Nasıl bir otoriterliktir bu? Farklılığa bu tahammülsüzlük, oralardan toplumun diğer kesimlerine hızla yayılıyor.
Ülkemiz aydınları, yeniden yüz yüze bakabilmenin, yan yana gelebilmenin yollarını aramalıdır. Aydınlar bunu zorlarlarsa, siyaset dili de yumuşamaya başlayabilir.
Yarın bugünün tarihini yazanlar, toplumsal kutuplaşmayı derinleştirenlerle, onu yumuşatmaya çalışanları yargılayacaklar. Belki de bugünleri mumla arayacağız.
Barışın kazanması için çok ama çok çalışmalıyız. Kendimizi sürekli olarak sorgulamayı da asla ihmal etmemeliyiz.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap