- 23.06.2015 00:00
Son dönemdeki gelişmeler Türkiye sağında yer alan parti ve çevrelerin demokratikleşme süreciyle ilişkilerini yeniden düşünmemizi zorunlu kılıyor. Bu konuda sol aktörler de eleştirilebilir elbette. Bunu zaman zaman yapıyoruz.
Sağ aktörler, seçmenden daha büyük teveccüh görüyorlar. “Türkiye sağıyla ilgili en genel mesele nedir” sorusuna, yaşadığımız toplumun (yeni) sosyolojik dinamikleriyle uyumlu bir söylem ve pratik geliştirememeleridir yanıtı verilebilir.
Önce AK Parti’yi sonra da MHP’yi ele alalım. AK Parti’nin en büyük başarısızlığı, merkez sağı yeniden üretememesidir. Elbette AK Parti’nin tarif edeceği merkez sağ, eskisinden farklı olacaktı. İlk yıllarında Muhafazakâr Demokrasi kavramı üzerinden bazı girişimler yaşanmadı değil. Ne var ki bir iki yıl içerisinde bu arayış terk edildi.
AK Parti’nin temsil ettiği kesimlerin önemli siyasal, kültürel ve iktisadi taleplerinin olması çok doğaldı. Asıl sorun bu taleplerin nasıl karşılanmak istendiğiyle ilişkilidir. İki yol izlenilebilirdi:
Genel bir demokratikleşme hamlesi kapsamında bu toplumun farklı aktörlerinin taleplerine yanıt verebilecek geniş bir mutabakat alanı yaratılabilirdi. Sözgelimi kimlik meselelerini çetrefilleştiren tanınma adaleti talepleri, Alevilerden, Sünnilere, oradan Kürtlere kadar geniş toplum kesimlerini kapsamaya çabalayarak çözülmeye girişilebilirdi. Bu öylesine geniş bir mutabakat yaratırdı ki, AK Parti’nin oy aldığı kesimlerin talepleri de diğer kesimlerce meşru algılanırdı.
Diğer tercih ise, sadece AK Parti’nin temsil ettiği kesimlere öncelik vermekti ki, maalesef öne çıkan da bu oldu. Üstelik bu kesimlerin özellikle kültürel taleplerinin gerçekleşmesi için diğer kesimlerle çatışmanın kaçınılmazlığı üzerinden fazlasıyla ideolojik ve katı bir dil inşa edildi.
AK Parti’nin ideal Türkiye’si, Türkiye’nin ciddi bazı sosyolojik gerçekliklerinin aşındırılması ve nihayet aşılması üzerine kuruludur. Bu “ideal”, AK Parti tabanının mı isteğidir yoksa partinin “ideologlarının” mı arzusudur sorusu önem kazanıyor. Bana göre bu imkânsız ve bir o kadar da tehlikeli tercihi yapanlar AK Parti’nin ideologluğuna soyunanlardır.
İşte Türkiye sağının tıkandığı nokta da budur. AK Parti’nin temsil ettiği çizgi, Türkiye’nin yaşam tarzıyla farklılaşan kesimlerinin marjinalleştirilmesini hedeflemiştir. Oysa AK Parti, Muhafazakâr Demokrat bir merkez sağ parti olsaydı, bu kesimlerin varlıklarını meşru sayması beklenirdi.
Tıpkı Menderes, Demirel ve Özal’da gördüğümüz gibi, bazı gerilimlere rağmen toplumun sosyolojik realitesi kabul edilirdi. Toplum mühendisliği kokan bazı uygulamalara yönelinilmezdi.
Sanırım demokratikleşme meselemizin en önemli düğümlerinden birisi buradadır: Türkiye sağının başat aktörlerinin toplumun sosyolojik realitesini tanımamakta ısrar etmeleri. MHP açısından da aynı durum Kürtlerle ilgili tavrında ortaya çıkmaktadır.
MHP, Kürtleri önce bütünüyle yok sayıyordu. Şimdi “Kürt kardeşlerimiz” ifadesiyle başlayan, ama bir yere varamayan söylemler kullanıyor. MHP, Kürtlerden kendileri olmamalarını istiyor ki bu artık mümkün değil. Bu inkârın çatışma üretmemesi imkânsızdır.
Yukarıda özetlediğimiz durum, yani Türkiye sağının iki önemli aktörünün toplumsal sosyolojimizi kabullenmekte zorlanmaları ve toplum mühendisliği kokan arayışlara yönelebilmeleri, demokratikleşme sürecimizin en önemli tıkaçları olmaya devam etmektedir.
Toplum elbette dolaylı ve dolaysız direnme yöntemleriyle sözkonusu dar gömlekleri aşmaya çabalayacaktır. Demokratikleşme sürecinde asıl kazanım, bu mücadelelerin getirdiği bilinç olacaktır. Son seçimlere bir de bu gözlerle baktığımızda, AK Parti’nin ideolojiyi öne çıkaran tarzına ciddi bir itirazın oluştuğunu görebiliriz…
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap