- 16.12.2014 00:00
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın söylemekten hoşlandığı bir ifadedir, “üstünlerin hukuku değil, hukukun üstünlüğü”. Bu sözlerin ifade ettiği Türkiye’den öyle uzağız ki. Birileri birilerine kuyu kazarken göçük oluşmuş ve hep beraber içerisine yuvarlanılmış. Buradan çıkmak yerine, başkalarını daha da derine gömmeye çalışmayı marifet sananlar var.
Şimdilik kazma, kürek, balta birilerinin elinde. Şimdilik “en üstekilerin hukukunu” dayatmak adına bir adım öndeler. Oysa çoktan anlamalıydılar ki, o göçük, o çukur ve oradan gelen koku, onları da zehirliyor. Hepimizi zehirliyor. Bu çürüme, birilerini daha derinlere gömerek temizlenmez.
Çürümenin temizlenmesi için önce baltaları gömmek gerekiyor. Bu adım kimden gelebilirdi? Elbette mevcut Başbakan Davutoğlu’ndan. Bu adım, siyasette artık kaybedecek çok şeyi kalmayan, itibarlı bir emeklilik yaşamak istemeleri beklenen Bülent Arınç gibi, Cemil Çiçek gibi isimlerden gelebilirdi.
Peki, Davutoğlu ne yapıyor? Kendisi söylediğinde sanki o söylememiş gibi aykırı, ezber duran cümleler sarf ediyor. Kucağında bulduğu operasyonu sahiplenmekle sahiplenmemek arasındaki kararsızlığını anlayan anlıyor. Arabulucu olabilirdi ama o mazeret buluculuğa soyunmayı tercih etti.
Ama tarihin hükmü çok net olacak: Hukuku bir zümrenin diğerini bastırması için istismar edenler, yarının Türkiye’sinde hayırla anılmayacak. Bir “üstünler hukukundan” diğerine geçişin eski, tozlu Türkiye’sini muhafaza etmeyi tercih edenler; kendi zümrevi siyasetlerini örmeyi, yeni Türkiye diye alkışlayan ve alkışlatanlar, yarın sizden de “eski Türkiye’yi muhafazada direterek, kendilerini tarih dışına ittiler” diye söz edilecek.
Şimdi bu meseleye nasıl yaklaşacağız? En şık yaklaşımın sahibi olan Ahmet Şık gibi elbette. Bir mağdur, kendisine mağduriyet yaşatanlar adına da hukuk talep edebiliyorsa, işte bu çukurdan çıkmanın en temiz, en kokmayan yolu budur. Burada işaret edilen çözüm, hukukun üstünlüğünü rehber edinmekten başka bir şey değildir.
Şimdi Zaman gurubuna yönelik operasyonun, rakibinizin medya gurubuna gözdağı vermek, onu susturmak ötesinde bir anlamı olduğuna inanan hakikaten var mıdır? Bugün Türkiye’de, AKP’liler arasında mesela, bu operasyonun hukukun üstünlüğünün gereği olduğuna inanlar kaç kişidir?
Tam da bu nedenle bu ve benzeri operasyonlar, bumerang gibi onu planlayıp, gerçekleştirenlerin meşruiyetini vurur. Ergenekon, Balyoz ve KCK davalarında yaşatılan haksızlıkları kamuoyu vicdanı kabullendi mi? Mızrak çuvala sığabildi mi? Çok değil birkaç yıl önce, sanıkların savunmalarını dahi dinlemeye tenezzül etmeyen mağrur hâkimler, savcılar şimdi neredeler?
Aynı suda tekrar kirlenmek, yakın tarihten hiç ders çıkarmamak değil midir? Hükümet medyayı tamamen kontrol altına almak gibi bir çılgınlığa soyunmuş durumdadır. Bunu gerçekleştiremedikçe daha da kontrolsüzleşiyor. Ülkeyi sakinleştirmesi beklenen AKP’liler, tam aksine, her gün daha fazla kutuplaştırıyorlar, her gün daha fazla can yakıyorlar.
Bir gün bu kırılan kalplerin, dürülen kalemlerin gür sesle hesap soracağını göremiyorlar mı? İstibdadın her çeşidini gördük bu memlekette. Onların yıkılışlarını da. Muhalefet her devirde vardı. Gene var olacak.
Umarım yarının Türkiye’sinde sorulan her hesap hukukun üstünlüğü çerçevesinde gerçekleşir. Sizi mağdur edenlere benzemeden, temiz kalarak direnmek de elbette mümkündür.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap