- 2.09.2014 00:00
AKP’ye yakın kalemlerin Gezi direnişinden sonra dolaşıma soktukları bir dizi siyasi iddia var. Hükümet medyası sürekli olarak bu iddiaları pompalayarak Erdoğan’a meşruiyet üretme amacına kilitlenmiş durumda. Buna göre AKP’ye muhalefet edenler, “Erdoğan ve partisinin seçim başarılarını hazmedemiyorlar; Anadolu çocuklarına iktidarı layık görmüyorlar”.
Gezi direnişi ve 17Aralık operasyonları da Erdoğan’ı devirme teşebbüsü olarak algılanıyor. Gezi’de seçim dışı yollarla Erdoğan’ı saf dışı bırakma, buradan bir 27 Mayıs çıkarma hayallerine kapılanlar yok muydu? Elbette vardı ama bunlar azınlıktaydı. 2002-2009 arasında darbe yaparak AKP’yi devirmeyi başaramayanlar kimlerse, işte onların uzantıları aynı hayali görmeye devam ediyorlar. Bunlara sert ulusalcılar diyebiliriz. AKP yanlıları, Gezi ve sonrasında ortaya çıkan muhalefeti sanki bu sert ulusalcılar sürüklüyormuş gibi davranıyorlar. Giderek eskiyen tezlere sarılıyorlar. Bu da ikna ediciliklerini zayıflatıyor.
Gezi kibre, çoğunlukçuluğa, otoriterleşmeye karşı haklı bir isyandı. Gezi patlak verdiğinde aslında tüm Türkiye büyük bir fırsat yakalamıştı. Muhafazakâr/ İslamcı cenah, Erdoğan’ın haksız söz ve eylemlerine karşı durabilseydi, tarihî bir fırsat yakalayacaktık. O noktada Reis’e karşı çıkmak, “yeni bir vesayetçiliğe geçit vermeyeceğiz” demek olacaktı. Farklı dünya görüşlerine sahip çevrelerin ortak bir itiraz geliştirebilmeleri, Erdoğan ve AKP’nin de kendilerine çekidüzen vermeleri yönünde bir baskı oluşturacaktı.
17 Aralık operasyonu da pek çok yönden eleştirilebilir. Evet, ellerinde dosya biriktirerek zamanını bekleyen ve örgütlü hareket eden bir gurup vardı. Bunların kullandıkları yöntemler sadece yasadışı değildi. Başarılı olsalardı, seçilmişlere şantaj yapılabilmesi anlamında bir zemin de kazanmış olacaklardı. Tam da bu noktada Erdoğan ve AKP, tüm muhalefeti ötekileştiren çok sert bir kampanya yürütmeye başladılar.
Erdoğan ve AKP, bu örgütlü yapıya karşı diğer muhalefet bileşenlerini yanlarına çekmeye çalışabilirlerdi. Yargının siyasal amaçlarla kullanıldığını savunan pek çok çevre, Erdoğan’ın demokrasiyi ve yargının bağımsızlığını öne koyan bir stratejisi olsaydı destek verirlerdi. İşte burası en kritik noktadır ve hükümet yanlısı basının yanıt üretmekte en fazla zorlandığı yer de burasıdır.
Bu noktada Erdoğan ve AKP’nin inandırıcı olabilmeleri için, mevcut yolsuzluk iddialarının soruşturulmasına bizzat kendilerinin önayak olmaları gerekirdi. Diyelim kendilerini yargılayacak olanlar, örgütlü bir yapının uzantısıydı. Bu tür yapıların panzehirinin demokratik işleyen, bağımsız bir yargı olduğunu hakkaniyet sahibi herkes teslim edecektir. Böyle bir çaba çok sayıda muhalif gurubun da desteğini beraberinde getirecekti.
Oysa tüm bunlar yapılmadı, yapılamadı. Bunun yerine yargıdan medyaya, üniversitelere, oradan iş dünyasına kadar her alanda inanılmaz bir baskı ortamı oluşturuldu. Çok partili hayatta eşine benzerine rastlanmayan bir iliştirilmiş “gazeteci aydınlar” tek sesli korosu, planlı biçimde kamuoyunu etkileme gücü olduğu düşünülen mevzilere yerleştirildi.
İşte bizim karşı çıktığımız tam da budur. Bu eleştiriler bizi darbeci yapmaz. Demokratikleşme uğruna dışlanmayı, ötelenmeyi, baskı görmeyi göze alanlar haklı olmak gibi çok değerli bir silaha sahipler. Onlar sandıktan çıkana saygı duymayı bildikleri gibi; sandıktan çıkamayanların hak ve özgürlüklerine de sahip çıkarlar.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap