- 5.08.2014 00:00
Deliduman, Emrah Serbes’in ilgi çekici romanının adı. Hem kitap üzerine hem de kitabın bana düşündürdüklerine dair birkaç satır karalamak istedim. Serbes, bu toplumun sinir uçlarıyla oynayarak yazabiliyor. Hüzünle dalga geçiyor. Onun mizahı, yukarıdan bakan, akıl veren bir mizah değil. “Buyurun, hep beraber içerisinde debelendiğimiz hayat bu” diyerek bizlerle sohbet ediyor. Her daim temiz kalmışlara özgü bir akıl vericiliğe girişmiyor.
Roman Marmara’da Kıyıköy adlı, İstanbul’a oldukça yakın bir kentte geçiyor. Orhan Pamuk’unSessiz Ev’i de İstanbul’a hem yakın hem uzak bir kasabada geçiyordu. Pamuk’un gençleri darmadağındı. Mizaha dahi mecalleri yoktu. Öfkelilerdi, bezmişlerdi. Devlet’in sert darbesi yakındı ve bir kuşağın diğerine açtığı büyük savaş yenilgiyle sona ermek üzereydi.
Bana Kıyıköy, bu büyük yenilgiden sonrasını anlatıyor gibi geldi. Romanın anlatıcısı on yedi yaşındaki Çağlar İyice ve onun taparcasına sevdiği dokuz yaşındaki kızkardeşi, solcu babaları tarafından terk edildikleri için, ona büyük bir öfke duyuyorlar. Kendilerine sahip çıkamayan babalarının Gezi direnişinin ön saflarında yer alan bir mimar olması, Çağlar’a samimi gelmiyor.
Bu durum bana, solun Anadolu’yla ilişkisini düşündürdü. Sol, büyük kentlere sıkışıp, giderek kozmopolitleştikçe, Anadolu’da kalan solcularla ve bir bütün olarak halkla kültürel mesafesi daha da arttı. Eskiden az çok ortak referanslarla bir iletişim kurulabilirken, zamanla bunun imkânları da ortadan kalktı. Anadolu’da kalan solcular yalnızlaştılar, mahallenin delisi gibi görülür oldular. Meydan “dayılara” kaldı.
Çağlar da asri zamanlara uyum sağlama kabiliyeti müthiş olan “dayısına” yaslanmak zorunda kalır. Dayı, başka bir partiden Kıyıköy belediye başkanı seçildiği hâlde, kapağı iktidar partisine, Çağlar’ın verdiği isimle, “Dedemi Kanser Eden Parti’ye” atar. Dede az çok ilke sahibi olan merkez sağ siyasetçilerdendir ama dayının omurgası yoktur. Çağlar, bu durumun farkındadır elbette ama yine de kendisi lehine kullanmaktan geri durmaz. Bütün toplumun giderek dayılara yaslanmak zorunda kalmasının kısa hikâyesidir burada anlatılan.
Çağlar aslında bu ilişkilerden hoşlanmaz. Başka türlü bir şeyi de el yordamıyla arar. Böyle zamanlarda ancak bir benzeriniz soluk aldırır size. Mikrop Cengiz, Çağlar’ın her durumda yaslanabileceği tek “kankasıdır”. İkili, sık sık “yabana giderek” temiz kalmış doğaya sığınmayı düşlerler ama bir türlü bunu beceremezler. Bu becerememe durumu da bana oldukça tanıdık geldi. Ellerinden iPhone’larını düşüremeyen Çağlar ve Mikrop’un doğadaki hayatları elbette şarj bitene kadar sürebilecektir. Burada bile duvarın dibinden başka bir seçenek görünmemektedir.
Delidumanbana lise arkadaşlığının aslında ne kadar önemli bir direnme biçimi olduğunu anımsattı. Benim kuşağım da 12 Eylül’ün ceberut devleti ve Sol’un hatırası arasında sıkışıp kalmıştı. Devlet bizi namaza teşvik ederken, sol örgütler isyana teşvik ediyordu. Hâlimizden bir tek Ahmet Kaya anladı. Bunca örgüt bizi “kafalayamadı” ama Ahmet Kaya bir gecede devrimci yaptı. Çağlar ve Mikrop’un arkadaşlığı da muktedirlerin ellerinde çekiç, bizleri yontarak adam etmeye çalıştıkları bu hayattaki en sahici direniş olmaya devam ediyor.
Çağlar, kızkardeşi ve Mikrop’un yolu bir şekilde Gezi direnişine kıvrılıyor. Çağlar’ın gözünden Gezicileri görmek Deliduman’ın en ilginç bölümlerinden olmuş. Serbes, sempati duyduğu gezicileri yer yer tırmıklamayı da ihmal etmemiş. Dostluk böyle bir şeydir, bazen acıtması gerekir. Çağlar’ın yolu babasıyla çakışacak mı? İşte bunun cevabını hep beraber vereceğiz.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap