- 31.05.2014 00:00
Başbakan ve sadık kalemlerinin bir türlü Gezi’yi unutamamaları, “darbe girişimi” olarak karalamaya çalışmaktan vazgeçememeleri, Gezi’nin ne kadar önemli bir dönüm noktası olduğunun da göstergesidir. AKP’liler, 2007’de yapılan ve milyonların katıldığı Cumhuriyet mitinglerine karşı bile bu kadar sıklıkla “darbe girişimi” söylemine başvurmamışlardı. Milyonlar katıldığı hâlde Cumhuriyet mitingleri, çoktan yenilmiş bir arayışın son demleriydi ve bu hâliyle AKP’lileri çok da ürkütmemişti. Oysa Gezi yakın gelecekteki siyasi mücadeleler için bir işaret fişeğiydi. Türkiye siyasetini ciddi biçimde etkiledi, etkilemeye de devam ediyor.
Denebilir ki 2010 Halkoylamasına kadar siyasi aktörler “devlet korkusuyla” hareket ediyor, kendilerine bırakılan sınırlı alanda “siyaset” yapıyorlardı. 2010 Halkoylaması, Kemalist vesayetçiliği büyük ölçüde gerilettiği için, AKP’deki “devlet korkusu” ortadan kalktı. Bunun ardından Erdoğan, çok geniş bir hareket alanına sahip olduğu, istediğini yapabileceği yanılgısına kapıldı.
AKP’yi ve benzer partileri bundan sonra dengeleyebilecek olan sadece ve sadece “toplum korkusudur”. Majori-krasi, yani “çoğunluk adına yönetim” arayışı, (çoğunluğun yönetimi değil!) Gezi’de toplum duvarına çarptı. Evet, toplumun bütün bileşenleri Gezi’de yoktu ama sonuçta temsili demokrasiyi, kendi sınıfsal ve zümrevi çıkarları adına istismar eden bir zihniyet, “Bu işin muhatabı biziz, bize sormadan yapamazsın” diyen toplum duvarına çarptı. “Ben yaparım” dediği şeyi yapamayarak ciddi bir yenilgi yaşadı. Erdoğan’da müthiş bir sokak alerjisi oluşması bundandır. Erdoğan’ın en güçlü hissettiği anda yaşadığı bu yalpalama, farklı nedenlerle siyasi mücadele yürüten veya yürütecek olanlarca hiç unutulmayacak.
Gezi’den sonra, siyaseti çok yakından takip eden, Berkin’in cenazesinde aslında ortadan kaybolmadığını gösteren ciddi bir birikim oluştu. Bu kesimin çoğunluğunda sokak eylemlerine katılma pratiği yoktu. Gezi’den sonra sokağa çıkanlara çok sert tepki gösterildiği, Devlet’in en alışık olduğu baskı ve yıldırma uygulamalarına abandığı görülüyor. Buna rağmen gerektiğinde sokağa çıkmayı göze alan bir birikim ortaya çıktı.
En son Soma eyleminde de bu insanlar sokaklardaydı. Bu kesimin ne zaman sokağa çıkacağını aslında devlet de, mevcut sol guruplar da tam olarak öngöremiyor. Örgütsüzlük ve kendiliğindenlik, eylemlerin başlamasında avantaj oluyor ama hızla sönümlenmesi ve dağılmasında da etkili oluyor.
Bu kesim, beraber eylem yaptığı unsurların şiddete başvurmasıyla ânında meydanları terk edebiliyor. Büyük çoğunluk, şiddet kullanılmasına veya dar gurupçuluğun “kitleyi asıl biz yönlendiriyoruz” tarzında somutlanan taktiklerine sıcak bakmıyor.
Mizahı, sosyal medyayı etkin olarak kullanan, “dokunup kaçan öyküler yazmaya” eğilimli, iyi eğitimli, maddi durumları nispeten iyi olan aktivistler, özgürlükleri ve hayat tarzları üzerinden harekete geçmiş olabilir. Bu kesim, örgütlü mücadeleyi zaman zaman küçük görebilen, sanal kamusallığı sahici kamusallığın yerine koyabilen tavrıyla bir tür elitizme kapılma potansiyeli de taşımaktadır.
Yine Batı’da yeni yeni siyasallaşan bazı unsurların Kürt meselesine dair kafa karışıklığı devam ediyor. Bu konuda HDP, yaratıcı siyasetler geliştirme ve Gezi aktivistleriyle etkileşim yolları arama enerjisini gösterirse, ciddi bir mesafe alınabilir. Kürt meselesinde inkârcı olup, Batı’da “özgürlükçü” olmak taşınabilecek bir çelişki değildir.
Önümüzdeki süreçte bu çelişkinin aşılıp aşılmayacağını hep beraber göreceğiz.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap