- 6.05.2014 00:00
KONDA’ya göre Türkiye’de hayat tarzı kümelerine göre yapılan bir ayrımda kendilerini “modern” diye tanımlayanların oranı yüzde 28’i geçmiyor. Kemalistlerin de modern hayat tarzına sahip oldukları ve çoğunlukla CHP’ye oy verdikleri de söylenebilir.
Kemalizm’le yan yana gelebilen farklı siyasal projeler hep oldu. Soğuk Savaş dönemindeEcevit liderliğinde ortaya çıkan sol-popülist Kemalizm, demokratikleşmenin modernleşme projesini tamamına erdireceğine dair bir iyimserliğe sahipti. Ecevit’in partiye taşıdığı, doktor, avukat, mühendis, öğretim üyesi gibi modern meslek gurupları, demokratikleşmeyle beraber kendi seçkin konumlarının da güvence altına alınabileceğine dair bir inanca sahiptiler. Modernler kendilerini siyaset ve kültür alanlarının seçkinleri olarak görme eğilimdeydiler.
Ecevit’in sol-popülist Kemalizm’ine tepki duyarak CHP’den ayrılanlar ise muhafazakâr cumhuriyetçiliğin taşıyıcılarıydılar. Bu çizgidekiler Güven Partisi’ni kurdular. Ecevit’in sol popülizmi, hiçbir zaman yüzde 6’yı aşamayan muhafazakâr cumhuriyetçiliği mağlup etmeyi başardı.
12 Eylül darbesiyle hesaplar değişti. SHP tecrübesi, sol-popülist Kemalizm’i sürdürmeye çabaladı ama Türkiye sosyolojisi buna müsait değildi. SHP gerileyince, Kemalistlerin çoğunluğu toplumsal statülerini ve etkilerini yitirdikleri algısıyla yeniden reaksiyonerliğe savruldular. Soğuk Savaş döneminden anımsadığımız muhafazakâr cumhuriyetçilik, bu defa “Ulusalcılık” olarak karşımıza çıktı.
Ulusalcılığın en belirgin özelliğini 90’larda yükselişe geçen aktör ve süreçlere tepkisellik olarak görebiliriz. Siyasal İslamcılar, Kürtler, liberaller, sol liberaller gibi uzun bir “düşman” listeleri vardı. Ulusalcılar, 2009’a kadar otoriter modernleşmeci tahayyülleriyle devam ederek, Müesses Nizam’ın sivil ve askerî koruyucuları tarafından kurtarılmayı beklediler; ama tam bir yenilgiye uğradılar.
Ulusalcılar ve bir bütün olarak Kemalistler artık “devletten düştüklerinin” bilinciyle siyaset yapmayı öğrenmek zorundalar. Kemalistlerin siyaseten etkin olabilmeleri için sivilleşmeleri gerekiyor. Aslında 2010’dan beri bu yönde bazı işaretler var. 27 Mayıs benzeri “mucizevî” bir kurtuluş hayalinde olanlar, artık inandırıcılıklarını yitiriyorlar. Son yerel seçimlerde İstanbul’da katılım oranının yüzde 90’ı aşması, Kemalistlerin sandık yoluyla siyasal değişimin önemini kavradıklarını gösteriyor.
Ulusalcılık, içe kapanmacı, reaksiyoner bir milliyetçilik üretti. Oysa Kemalistlerin büyük çoğunluğu ve özellikle onların çocukları, küreselleşme süreçlerinden maddi olarak istifade ediyorlar. Modernlerin statü kaybettikleri doğru olmakla beraber iktisaden bunu telafi ettiler. Ulusalcılık gibi içe kapanmacı bir söylem, sınıfsal çıkarlarını yansıtmıyor.
Modernlerin daha evrensel söylemlere ihtiyaçları var. AKP’nin içe kapanmacı bir söyleme savrulmasıyla tuhaf bir durum ortaya çıkıyor. AKP “Ankaralılaştıkça”, Kemalistler daha evrensel hak ve özgürlük söylemine başvurmak zorunda kalıyor. Gezi bu bakımdan önemli bir tecrübe oldu. Kemalist gençler, hem Batı’da hem de bölgemizde benzer mücadeleler olduğunu fark ettiler. “Biz bize benzerizci” tutumun, kendilerini yalnız bırakacağını, ulusal ve küresel ölçekte müttefiklere ihtiyaçları olduğunu kavramaya başladılar. Hayat Kemalistlere, sol-popülist geleneklerini yeniden anımsamalarını fısıldıyor.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap