- 9.11.2013 00:00
Günümüz dünyasında bir inanç sistemine bağlı yaşamak oldukça zor. Seküler ideolojiler için de geçerli olan bu zorluk, dinler sözkonusu olduğunda daha da derinleşiyor. Çağımız, farklı köken ve inançta insanların yan yana yaşama zorunluluğunun zirve yaptığı bir çağ.
Kendi inançlarının mutlaklığına inananlar, farklı inanç sistemlerinin benzer mutlaklık iddialarına sahip mensuplarıyla yan yana yaşamak durumundalar. Bunun getirdiği relativizasyon (görecelileşme) baskısıyla baş edebilmek kolay değil. “Ötekilerle” benzerliğin keşfedilmesini daha da kolaylaştıran küresel zamanlarda, kendi biriciklik iddianıza inanabilmek ve bu inancı koruyabilmek, özellikle tek tanrılı dinler açısından büyük bir zorluk teşkil ediyor.
Dinlerin rekabet etmek durumunda oldukları rakipleri, sadece diğer dinlerle de sınırlı değil. Kendi hakikat iddialarına sahip seküler ideolojilerle de yarışmak zorundalar. Dinlerin en büyük rakiplerinden birisi de “liberal nihilizm”. Küreselleşmenin yükselen materyalist değerleriyle oldukça uyumlu, görünüşte çok-kültürlü, özde ise “her inanç sisteminin (seküler olanlar dâhil) eşit değersizlikte olduğunu” yaygınlaştıran bir anlayış, liberal nihilizm. Diğer ideolojiler gibi de yayılmıyor: Kitap sevmiyor ama görüntüden hoşlanıyor. Gündelik hayat pratikleri vasıtasıyla, mülkiyetçi bireyciliğin alanının giderek genişlemesiyle etkinlik kazanıyor. Bu hâliyle İslamcılık ve sosyalizm dâhil, modern ideolojilerin hepsini tehdit eden bir gündelik nihilizm pompalıyor.
Dinlerin küreselleşmesi, aynı dinin içerisindeki yorum farklılıklarını da artırıyor. Sınırları belli ve nispeten dünyaya kapalı bir ülkede, dindarların hangi dinî otoritelere bağlanacakları az çok belirgindir. Oysa küreselleşmeyle beraber, dinin yorumlanmasında da ciddi bir çoğullaşma ortaya çıkıyor. “Sokak vaizlerinden” oldukça donanımlı “televangelistlere” kadar, her arayışa uygun din yorumları öne çıkıyor. Aynı dinin belirli bir yorumuna yakın olanlar, diğer yorum biçimlerini tehdit edici olarak algılayabiliyorlar.
Elbette yukarıda bahsedilen relativizasyon süreci ve bundan kaynaklanan tehdit algıları, sadece göçmen Müslümanlar için sözkonusu değil. Günümüz dünyasında, görsel imajlar rahatlıkla evlerimize kadar sızabiliyor. Siz evinizde otururken de, yukarıda bahsedilen etkilerle karşı karşıya kalabiliyorsunuz.
Başka inanç mensuplarının yaşayışlarını yakından izleyerek, onlarla olan benzerliklerinizin farkına varabiliyorsunuz. “Ötekiler” hakkında, aracısız ve kendi başınıza fikir edinmek; kendinizi onların aynasında tartmak, her zamankinden daha kolay ve bir bakıma kaçınılmaz. Artık geçmişte olduğu gibi sadece size benzeyenlerden oluşan kapalı bir cemaatte yaşama imkânınız yok. Benim inancın kırılganlığı dediğim olgunun nedenleri bunlar.
Bazı İslamcılar, saf cemaat fikrine geri dönülerek bu çoklu tehditlerin aşılabileceğine inanıyorlar. Tehdit eden “ötekilerin”, yaşam ve görüntü alanlarından çıkmalarını istiyorlar. Daha da kötüsü, siyasal erk ellerindeyse, bu “temizliğin” baskı araçlarıyla yapılabileceğine inanıyorlar. Oysa bu artık mümkün değil. Ötekileri baskıladıkça, “temizledikçe” kendi içinizden yeni ötekiler çıkacak. Tam da bu nedenle, dindar veya seküler, ötekilerinizle beraber yaşamanın yollarını öğrenmeniz gerekiyor.
İnancımızı asıl zedeleyecek olanın, ötekilerin varlığı değil, kendi iç dünyamızda yapmaktan kaçındığımız hesaplaşmalar olabileceğini unutmamalıyız...
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap