- 19.10.2013 00:00
Siyaset kimilerine göre, iktisadi, siyasal ve kültürel kaynakların ele geçirilmesi mücadelesidir. Burada ortaya çıkan tanımın dışında ve ona rakip siyaset tanımları da var. Bu nedenle yukarıdaki tanımı mutlak görmüyoruz. Buna rağmen Türkiye siyasetinde etkin olan aktörlerin siyaset anlayışlarının yukarıdaki tanımla örtüştüğü söylenebilir.
Siyasal aktörlerin kullandıkları söylemlere, başvurdukları sembollere hiç bakmadan, direkt pratiklerine yoğunlaştığımızda gördüğümüz manzara ilginçtir: İktidarı “ele geçiren” hareket, iktisadi, siyasi ve kültürel güç kaynaklarının dağıtım mekanizmasını da eline geçirmektedir. Hareketin ideolojisine mensubiyet, bu kaynakların dağıtımında pay sahibi olmanız veya olamamanızın da ölçüsüdür. Siyaset, sınırlı kaynakların ele geçirilmesi ve belli bir zümreye dağıtımı olduğunda, toplumun bütününe hizmet işlevi görmez. Aksine bağlanılan ideolojiye mensubiyet, çok ciddi bir içerme veya dışlama mekanizmasının kilidi hâline gelir.
İslamcı veya muhafazakâr değilseniz, vali veya rektör olamamanız; kamu ihaleleri gibi sermaye biriktirme süreçlerinden dışlanmanız tam da bununla alakalıdır. Burada günümüz Türkiye siyasetinin en önemli çelişkilerinden birisi kaçınılmaz olarak ortaya çıkar: İslam, güç biriktirmek isteyenlerin dışlama mekanizması hâline geldikçe ideolojikleşir ve gündelik siyasal mücadelelerin içerisinde yıpranmaya başlar. Güç biriktirme alanlarından dışlananlar, bunu İslam’la ilişkilendirmeye yönelirler.
Aslında hem AKP hem de Gülen Cemaati, siyasal mücadelelerin dışına çıkarılan bir üst kimlik olarak herkesin saygı göstereceği bir İslam anlayışında müttefik görünüyorlardı. Ne var ki kendileri de “realist” siyaset tanımını benimseyen AKP’liler, kendi zenginlerini yaratır, yeni seçkin adaylarını hızla devlete, yerel yönetimlere ve kültür alanına taşırken, içerme mekanizmasının kilidi olarak İslami kimliğe mensubiyeti öne çıkardılar.
Gelenek bakımından İslam’ın gündelik siyasal mücadelelerin dışında bırakılmasını savunan Gülen Cemaati de hiç beklemediği bir güç elde etmenin sarhoşluğuyla, bahsedilen türden mücadelelerin içerisine girdi.
İktisadi, siyasal ve kültürel güç kaynaklarına yeni seçkinleri taşıma hamlesi, doğası gereği eski seçkinleri ürkütür. Bu hareketlilik, “Tünel etkisi” denen bir etki yaratarak, henüz güçten nasiplenemeyen çevrelerde de umut yaratır. Şimdilik “Tünel karanlığında” yol alınmaktadır ama Tünel’in dışında da ışık görünmektedir.
İktidar katları toz dumandan görülmez olduğu için, çok sayıda aktörde güç elde edebileceği umudunu yaratır. Ne var ki iktidarın kaynakları eşitsizce dağılır ve yeni eşitsizlikler yaratır. Gücün biriktirilmesi, birilerinin daha az güçlenmesi demektir ne de olsa. Böylece siyasetin realist doğası, kaçınılmaz biçimde yeni mağdurlar yaratır. Bu mağdurlar, başka bir siyasi aktör etrafında kümelenerek iktidarı ele geçirirler ve döngü yeniden başlar...
AKP’nin 11 yıllık iktidarı da ciddi sayıda mağdur yarattı. Bugünlerde sözkonusu mağdurların kendi ideolojik duruşlarından kaynaklanan engelleri aşarak yan yana gelme ve iktidarı “ele geçirme” arayışında oldukları söylenebilir. Bunun yolu da sistem içi reflekslere sahip karizmatik şahsiyetler etrafında kümelenerek, yeni bir iktidar saldırısına başlamaktan geçer. En azından verili siyasette çözüm olarak görülen yol budur.
Bu “siyaset” oyununun, aynı sahnede, farklı aktörlerce oynandığını görenler, bu döngüyü kırmanın yaratıcı yollarını bulmak zorundalar.
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap