- 12.10.2013 00:00
CHP’den sistem-dışı sol guruplara kadar Türkiye Solu’nun büyük çoğunluğunun, “Ortadoğu’yu uzak durulması gereken bir bataklık olarak” gördüğü açık. Buna göre Ortadoğu, normal-dışının, şiddetin, bağnazlığın kol gezdiği bir coğrafyadır. Buraya yansıyan negatif dilin bir uzantısı da, Ortadoğu halklarına özne olma hakkı ve kapasitesi tanımayan tavırdır. “Ortadoğu’da uçan kuşun rotasını emperyalistler belirler” anlayışı, siyasetin alanını daha baştan kapatır.
Türkiye’nin Ortadoğu’dan uzak durması gerektiği önermesi başlı başına mantık dışıdır. Türkiye zaten Ortadoğu’nun bir parçasıdır. Bu durum, bedenini kabullenemeyen bölünmüş bir aklın varlığına işaret ediyor. Ortadoğu’da olup bitenler bizleri her zaman etkiledi. Dahası, Ortadoğu’da yaşanan süreçlerin ülkemizi daha da fazla etkileyeceği bir döneme girmiş olabiliriz. Ortadoğu halklarının özne olma arayışlarının yarattığı dalgaların bizim kıyılarımıza vurmaması mümkün değil. Öyleyse bölgemize nasıl yaklaşmalıyız?
AKP’nin bölgeye yönelik “proaktif” bir dış politika izleme çabası ve bununla ilişkili olarak Arap Baharı’na destek vermesi temelde hatalı değil. Hatalı olan, “Arap Baharı’nın iktidara getirmesi gereken meşru tek gurubun İslamcılar olduğuna dair” inançları. Bu nedenle ayaklanmalarda aktif olan diğer kesimleri yok sayan; yer yer de tehdit olarak gören bir yaklaşıma savruldular.
Suriye’den somut örnekler verebiliriz: AKP, muhalif Suriye Ulusal Konseyi’nin (SUK) ölü doğmasında etkili olan dayatmalar yaptı. Bu oluşum içinde Müslüman Kardeşler’i fazlaca destekleyince, seküler muhalif gurupların uzaklaşmalarına yol açtı. Diğer hata da, daha baştan SUK’un içinde hangi Kürt guruplarının yer alamayacağı ve ne talep edemeyeceklerine dair dayatmalarda bulunmasıydı. Bu iki hata da İslamcı ve Milliyetçi ideolojilerin yarattığı görme bozukluğuyla alakalıdır.
Sol guruplar, Ortadoğu’da bu hataları yapmayacak geleneklere sahipler. Yukarıda eleştirilen yaklaşım, Ortadoğu’da yaşanmaya başlanan mezhep savaşlarında taraf durumuna düşerek yangına benzinle gitmenize neden olabilir.
Bizlerin hedefi, Doğu Akdeniz medeniyetinin aşağıdan yukarıya dinamiklerle ve devletlere rağmen ortaya çıkan çok-kültürlü, çok-dinli mirasının yeniden canlandırılması olabilir. Bunun yolu da böylesi dinamiklerin ortaya çıkmasını hızlandırabilecek siyasal ve toplumsal aktörlerle bağ kurmaktan geçer. Bu konuyu da somut bir örnekle, İran üzerinden açmaya çalışalım:
Bugün ülkemizdeki sol demokratların İran’daki Reformcu parti ve guruplarla bağ kurması, onları Türkiye’ye davet ederek tanımaya çalışması güzel bir başlangıç olabilirdi. Ne CHP ne de sistem dışı sol gurupların, İran’ın ev hapsinde tutulan Reformcu liderleri Mir Hüseyin Musavi ve Mehdi Kerrubi’yi destekleyen, derhal serbest bırakılmalarını isteyen çağrılarını duyduk.
Proaktif ama muhataplarını kendisiyle eşdeğer gören dış politika anlayışı bu türden küçük hamlelerle inşa edilebilir. İran örneğini tesadüfen seçmedik. Bugün Ortadoğu’da seküler hayatı ve özgürlükleri herhangi bir vasi devletin değil, toplumun koruyabileceği; korumayı öğrenmesi gerektiği bir döneme girmiş durumdayız. İran toplumu da, Devrim’in acı tecrübeleri nedeniyle, aşağıdan yukarı bir modernleşmeyi ve seküler duruşa sahip çıkmayı başarabilecek dinamiklere sahip. Orada bu yolda mücadele verenlerin başarıları, sadece kendi ülkelerinde değil, tüm Ortadoğu’da olumlu biçimlerde yankılanacak.
İşimiz zor. Ortadoğu’nun özgürleşmesi için çabalayan sivil aktörlerle temas kurmak mütevazı bir başlangıç olabilir...
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap