- 18.06.2013 00:00
AKP’nin son krizde feci çuvalladığını, hatta krizi kendi elleriyle içinden çıkılmaz hâle getirdiğini görebilenler gördü. AKP’de “Aşil’in Topuğu’nun” ne olduğu ortaya çıktı: Tek adam karizmasına yaslanma kolaylığının sonucu olan kurumsallaşamamış yapılar, ciddi krizlerde tökezlerler. Daha da kötüsü, parti içerisinde biriken ve kendisini ifade olanağı bulamayan klikler arası gerginlik birdenbire ve kontrolsüzce patlayabilir. AKP, henüz böyle bir sürece savrulmamış olabilir ama bu riski barındırmaktadır. Kurumsallaşamama hâlinin kimi neden ve sonuçlarına yakından bakalım:
Merkez sağ mirası sahiplenen AKP’de, DP’den ANAP’a kadar gözlemlediğimiz önemli bir bileşen eksik:“Batıcı kanat.” DP-AP-ANAP çizgisi özellikle üst düzey devlet bürokrasisinde ve bakanlar kurulunda Batıcı kanada ciddi ağırlık vermekteydi. Tuhaf olan, Batıcıların parti içinde ciddi ağırlıklarının olmaması ve parti kongrelerinde genellikle etkisiz kalmalarıydı. Buna rağmen merkez sağ liderler, bakanlar kurulunda Batıcı isimleri hep kayırdılar. Muhafazakâr, Milliyetçi ve Batıcı kanatlar arasında önemli krizler patlak verdiğinde, parti liderleri ağırlıklarını Batıcı kanat lehine kullandılar. Merkez sağ doğası gereği “gevşek bir çıkarlar konfederasyonuydu” ve Batıcı kanadın ekonomi ve bürokrasideki ağırlığı da dikkate alınmalıydı.
Ne Demirel’in ne de Özal’ın Batıcı kanadın tasfiye edildiği bir parti tahayyülleri vardı. Güç dengeleri ve kendi değerleri de bunu imkânsız kılıyordu. Başka bir ifadeyle söylersek, Özal da Demirel de kendi meşreplerince Batıcı bir kimlik algısına sahiptiler. Aydınlar Ocağı mensuplarının bitmek bilmez şikâyet ve taleplerini huşu içerisinde dinlemeyi bilen Özal, aynı kıvraklığı Sabancılarla kurduğu sıcak iletişimde de gösterebiliyordu. Özal’ın sırrı kimliklerin iç içe geçtiği bir toplumda aynı melezliğe kendisinin de sahip olmasıydı: Ailesinin bir yanı Muhafazakâr, diğer yanı Batıcıydı. Farklı kesimler Özal’a baktıklarında kendilerinden bir şeyler görebiliyorlardı.
AKP, bu açıdan bakıldığında etkili bir Batıcı kanadı olmayan ilk “merkez sağ” partidir. Daha da önemlisi AKP, siyasal söylemini “sessiz Muhafazakâr çoğunluk” ve “etkili Batıcı azınlık”ikilemi üzerine kurarak, birincinin hizmetkârı olduğunu öne çıkaran bir popülizme sahip olduğundan, Batıcılarla ciddi bir gerilim ilişkisi barındırıyordu. Son derece pragmatik olan AKP seçkinleri, özellikle uluslararası (Batı diye okuyun!) imajları açısından ülkedeki Batıcılarla müspet ilişkiler kurmaları zaruretinin de farkındaydılar.
Çözüm, AKP’de bir varlıkları olmasa da, medya ve iş dünyasında konumlanmış Liberal Batıcıçevrelerle yakınlaşmakta görüldü. Liberal Batıcılar, AKP’nin ilk yıllarında partiyi ABD ve AB seçkinlerinin anlayacakları bir söylemle meşrulaştırdılar. Buna göre AKP, “ülkenin yegâne demokratikleştirici aktörüydü”. Demokratikleşme literatürü, Batı’daki seçkinlerin aşina oldukları bir söylemdi. Buna bir de “Ilımlı İslam” vurgusu eklediğinizde, AKP’ye açılan krediyi daha iyi anlayabiliriz. AKP’nin “Ilımlı İslamcı” algısının oluşmasında, o zamana kadar “küresel PR”alanında önemli bir tecrübesi olan Gülen Hareketi’nin katkıları da unutulmamalı. İşte Liberal Batıcılar, hem uluslararası hem de ulusal alanda böyle önemli bir tercüme ve meşrulaştırma görevi üstlendiler. AKP’nin eksik olan Batıcı kanadının kimi işlevlerini dışarıdan götürdüler.
2010 referandumundan sonra AKP liderliği, parti içindeki tek adam zihniyetini, parti dışına, medyaya, ekonomiye, kısaca her alana taşıma tercihinde bulununca, kutuplaştırıcı popülist söylemin dozu giderek arttı. Liberal Batıcılar ve Sol Demokratlar, artık “gayrı milli” unsurlardı. Onların yerini alması gerekenler, “Millet’in hakiki evlatlarıydı”. Görünüşte demokratik olan bu tavrın altında, seçkinler arası yer değiştirme mücadelesinin yattığını da vurgulamalıyız. AKP’nin “kendi fidanlığında yetiştirdiği kadroları”, gözlerini Liberal Batıcı ve Sol Demokratlardan oluşan hegemonik entelektüel merkeze dikmişlerdi. Ne var ki hem birikimleri hem de eleştirel mesafe alma konusundaki yetersizlikleri, kendileri için önemli bir güç kaynağını ortadan kaldırmaktaydı: İktidardan en azından görece özerk bir konumda değilseniz, ne ulusal ne de uluslararası alanda ciddiye alınırsınız.
Dolayısıyla AKP, Liberal Batıcı, Sol Demokrat kesimleri ötelerken, aynı ötelemeyi Gülen Hareketi’ne de yapınca, aşırı özgüvenin kurbanı oldu. Yanılma payını da kabul ederek, AKP’nin Batıcı entelektüelleri yeniden kazanma şansının imkânsıza yakın olduğunu söyleyebilirim. Gülenciler? Emin değilim...
Artık ABD ve AB’li seçkinler arasında AKP, demokratik konsolidasyonu sağlayacak parti olarak değil, tersine, bunu engelleyen parti olarak algılanıyor. Şimdi moda olan, AKP’yi “Rekabetçi Otoriteryen”veya “Melez Rejim” kavramları üzerinden okumak. AKP, seçim kazanan ama otoriter yapıları ortadan kaldırmayan yarı demokratik yarı otoriter bir rejim inşasıyla eleştiriliyor.
Haksız da sayılmazlar doğrusu...
ytaskin@marmara.edu.tr
Yorum Yap